31 Ocak 2008 Perşembe

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM.

MORGUÇ:
Tarihte bir Filozof böyle demiş. DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM. Akıl hastanelerinin bahçelerinde RODİN’ in düşünen adam heykeli var.

Düşünmeden doğruyu bulamazsın. Her okuduğumuza, her duyduğumuza, her söylenene, her gördüğümüze düşünmeden doğru veya yanlış diye karar verirsek çok yanılırız. Ben TV ve gazetelerde çıkan haberleri düşüncemin süzgecinden geçiririm. Farklı fikirleri dinlerim. Olup olamayacaklarına, yanlış ve doğruluğuna kendime göre karar veririm. Özellikle siyasetçiler ve medyanın bizi her zaman yanılttığına inanırım.

Son günlerdeki gündem;

KİRA ÖDER GİBİ EV SAHİBİ OLACAKSINIZ: MORGUÇ (söylenişi) modeli ile her kes ev sahibi olacak. 20 hatta 30 yıl vadeli kredi alınacak kira öder gibi taksitle ödenecek. Basın günlerdir bunu anlatıyor. Kredi faizlerinin % 1 in altına düşeceğini müjdeliyor.

Bu haberlere herkes sevindi. Daha yasa çıkmadan, hatta yasa tasarısı son şeklini almadan ev fiyatları 2 ye 3 e katlandı. Herkes ev alma hayalleri kurmaya başladı. Ancak son günlerde bu işin öyle ucuz olmayacağı anlaşıldı.

Devlet bakanı ABDÜLLATİF ŞENER’ in de katıldığı 21.12.2005 günü ATV de Siyaset Meydanı programında anlaşıldı ki; 100 milyar kredi alanın aylık ödeyeceği taksit 1 milyar 150 bin TL. Tavsiye 3 milyar TL den az maaş alanlar böyle bir krediyi almasınlar. Eğer krediyi alan 2 ay taksiti aksatırsa (af yok) aldığı ev krediyi veren banka tarafından hemen satılacak.

Sonuç olarak BU SİSTEMİN AMACI herkesi ev sahibi yapmak değil parasal yani bankaları, kredi veren kurumları çalıştırmak.

Ülkede bu krediyi alabilecek ve ödeyebilecek çok az kişi olacak. Alanlar ilerideki enflasyondan etkilenmemek için sabit ödeme ile kredi alsınlar. Bu durumda da eğer gelecek 20-30 yılda enflasyon olursa krediyi veren bankalar ve FİNANS kurumları batar, yine bundan birkaç yıl önce olduğu gibi ceremesini vatandaş çeker. Hesap sorulacak kimse bulunamaz.

HELAL GIDA:
1974 yılında CHP – MSP (ECEVİT – ERBAKAN) koalisyon hükümetinde Et Balık Kurumu (EBK) MSP li bakana bağlanmıştı. Burada hayvanlar kesilirken İslam kurallarına göre Besmele çekilmesi şart, yoksa HELAL olmaz dediler. Ancak tavukları büyük bir hızla makine kesiyordu. Her tavuk için ayrı, ayrı Besmele çekilmesi mümkün olmuyordu. Toplu halde hepsine birden tek Besmele çekelim dediler, olmaz dendi. Teybe alalım hızlı söylensin dediler, makinadan çıkacak Besmele kabul olmaz dediler. Sonra ne oldu bilmiyorum. Belki de çözüm bulunmadan hükümet dağılmıştır.

Şimdi de gıdaların satılabilmesi için TSE den HELAL GIDA onayı istenmesine karar verilmiş. Örneğin koyun, dana, tavuk kesilirken dini kurallar yerine getirilmiş İslam dinine göre haram veya mekruh mu? Diye standart alınacak. Böylece yiyenlere günah yazmayacak.

Peki de HARAM PARA için neden standart aranmıyor? Verdiği vergiye, yaptığı işe ve buradan elde ettiği gelire göre çok lüks yaşayanlara neden NEREDEN BULDUN BU PARALARI? Diye sorulmuyor? Hatta daha önce çıkarılan yasa neden iptal ediliyor?

İslam dininde besmelesiz kesilen, eti yenmesi yasaklanan hayvanları yemek günah da haksız yere elde edilen para, hak edilmeyen gelir HELAL Mİ?

Birde ya bu hayvanlar çalıntı ise? Ya hormonlu ise? Ya bunu üreten firma malını aldığı üreticiye, yanında çalıştırdığı işçiye parasını ödemiyorsa? Ya vergi kaçırıyorsa? Peki bu konuda neden denetlemiyoruz? Bu konuda bir standart getirmiyoruz?

Son günlerde bir gazete İslam bilim adamlarını anlatan bir kitap veriyordu. İslam dinini benimsemiş birçok insanda bilimsel bir çok şeyler yapmış. Öyleyse bütün buluşlar neden Avrupa’da olmuş. İslam ülkeleri neden kalkınamamış, çoğu neden yoksul diye düşünüyorum.

İslam din adamları bir çok yeniliği, buluşu GÜNAH, DİNİMİZE AYKIRI diye yasaklanmış.

Ayni şey Avrupa’da da Hıristiyan kiliseleri tarafından yapılmış. Yıllarca dünya düzdür, olduğu yerde duruyor, güneş dünyanın etrafında dönüyor diyen Hıristiyan din adamlarına GALİLEO çıkmış DÜNYA YUVARLAKTIR VE DÖNMEKTEDİR demiş. Kilise onu mahkemeye vermiş sözünü geri almazsa ölüm cezası vereceğini bildirmişler. GALİLEO mahkemede sözünü geri almış. Yüz yıllar süren mücadeleler sonucu Avrupa’da ülke yönetimlerine Kilisenin ve din adamlarının karışmasını, ülkelerin dini kurallara göre yönetilmesini engellemiş.

Ama İslam ülkelerinde hala daha bir çok ülke din kurallarına göre yönetiliyor. Bir çok İslam ülkesi fakir, kalkınamamış, geri kalmış. Arap ülkelerinin zenginliği ise sadece petrolden. 40-50 yıl sonra petrol bitince onlarında diğerlerinden farklı olmayacak. Çünkü petrol gelirleri ülkedeki bir avuç kişiye akıyor ve ülkelerinde sanayi yok.

Bir tek çoğunluğu Müslüman olan ülkemiz kalkınabilmiş, gelişmiş ülkelerle yarışmaya çalışıyor. Bunun tek nedeni Cumhuriyetle birlikte din ile devlet işlerini birbirinden ayıran LAİK sistemin benimsenmiş olması.

Osmanlı İmparatorluğu matbaayı 600 yıl ülkeye sokmamış.

Heykel put diye yasak.

Resim yasak. Sadece hat sanatı gelişmiş.

Bulunduklarında TV, bisiklet, araba günah ve yasak.

Aya gidilmesi yalan.

Mimarlık sadece cami, kervansaray, çeşme, yalı gibi yapılar için gelişti.

Halbuki dünyanın belki de en büyük mimarı SİNAN neler yapmazdı?

Kızların okuma yazma öğrenmesi yasak. Günümüzde bile Devlet zorladığı halde kızlarını okula göndermeyenler yok mu? Erkeğe çok eşlilik serbest, karısını dövmek serbest. 2006

TUZAK

Bergama’da herkes yeni garaj binasının bir an önce açılmasını bekliyor. Belediye son günlerde sık, sık yakında açılacağını söylese de Belediyenin yeni çıkan NİKE gazetesinde Başkanın söylediklerinden anlaşıldığı üzere garajda daha yapılacak çok iş var ve yakında açılması zor görünüyor. Ama eninde sonunda bu garaj açılacak. Ama garaj açılmadan önce dikkat edilmesi gereken bir hususa (TUZAĞA) dikkat çekmek istiyorum.

Bergama – İzmir arası çok pahalı “10 YTL. Ayrıca sabah saat 06.00 dan önce akşam 19.30 dan sonra garaj kapalı. Yeni garaj açılırsa günün her saatinde istenilen yere gidilebilecek. Bir çok firma olacağından rekabet nedeniyle bilet fiyatları ucuzlayacak. Ama böyle olmayabilir. Neden mi?

Garajdaki yazıhaneler ihaleye çıkarıldığında ayni firma veya ayni firmanın kurdurduğu paravan şirketleri ihaleye girer bütün yazıhaneleri kiralayabilir. Eğer bir firmanın bir garajda yazıhanesi yoksa bilet satamaz, otobüsleri garaja giremez. Garaja giremediği gibi yoldan bile yolcu alamaz.

Bergama’ya pek uzak olmayan bir ilçeye gitmiştim. Orada da garaj anayol üzerine taşınmış. Ama hiçbir yabancı firma garaja giremiyor, Bütün yazıhaneleri belli kişiler kiralamış, o firmalar dışında hiçbir firma garaja giremiyor, yolcu alamıyor. Sadece garajın karşısındaki cepte yolcu indirebiliyor. Bu nedenle garajın buraya taşınmasının hiçbir yararı olmamış.

Bu tuzağa düşmemek için yazıhane ihalelerini çok dikkatli yapmak lazım. İhaleye girecek kişi veya firmaların halen bu hatlarda çalışan ulaşım şirketleri var mı? Kaç araçları var? Günde kaç sefer yapıyorlar? Eğer yoksa, bu güzergahta çalışacak nerelere, günde kaç sefer koyacaklar? Çalıştıracakları otobüslerin modelleri ne? Bunlar gibi bir çok hususta garantiler istenmeli. Getirdikleri belgelerin bağlı oldukları odadan ve yetkili kurumlardan onaylı olması olup olmadığına bakılmalı. Eğer 6 ay veya 1 yıl gibi bir süre içerisinde vaatlerini yerine getirmezlerse şartname tek taraflı olarak belediyece iptal edileceği kesin hüküm olarak konulmalı. Yine kiralayan firmanın hiçbir şartta başka firmaya devir yapamayacağı hükmü konulmalı. Bir kez tuzağa düşüldü mü geriye dönüşü olmuyor. Sonradan saçını başını yolmaktansa şimdiden işi sağlam kazığa bağlamak gerek.

Bu garaj açıldıktan sonra değişen bir şey olmazsa yapılan milyarlara yazık olmaz mı? 05.10.2006

TELEFERİĞE HAYIR

Bütün işler bitti şimdi “Ayvaz Aliden (ASKLEPİON) Kaleye“ TELEFERİK yapılacak. Belediye meclisinde temsilcisi bulunan hiç parti karşı çıkmadığı gibi destek vermiş bu teklife. Belediye başkanı ve siyasi partilere bir önerim var. Belediyenin önüne sadece bir gün için bir masa koysunlar. Birde sandık. Masada “Teleferiğe evet” ve “Teleferiğe hayır” diye yazan kağıtlar olsun. Gelen geçenler bu oylardan birini kullansın. Eğer kendi yandaşlarını (bindilmiş kıtaları) getirip oy kullandırmaz, gerçekten dürüstçe bu oylama yapılırsa görülecektir ki sonuç % 90 “TELEFERİĞE HAYIR” çıkacak.

Hep merak ederim. Başkanlar böyle işleri yaparken kime danışır? Teleferiğe kim binecek? Deniyor ki turistler binecek. Turistler Bergama’ya turlarla ve otobüslerle geliyorlar. ASKLEPİON, Kaleye otobüslerle gidiyorlar. Tur şirketleri veya turistler neden teleferiğe para versinler? Teleferikten geçerken izleyecekleri çok güzel manzaralar mı var? Teleferik olunca daha fazla turist gelecekmiş. Sanki başka hiçbir yerde teleferik yok, sırf teleferiği görmek ve binmek için Bergama’ya akın, akın gelecekler. Fazla turist gelmesini istiyorsak teleferikten önce yapacak daha önemli işler ver. Küplü hamamın, çukur hamamının Restorasyon yapılacak diye oradaki dükkanlar boşaltılmıştı. Neden yapılmıyor? Arastada dükkanlar restore edilecek, turistik eşya satan dükkanlar yapılacaktı o ne oldu? Kale mahallesindeki her bina restore edilse, pansiyona dönüştürülse teleferikten daha yararlı olmaz mı? Bırakın olmayacak işlere “Amin” demeyi Başkanım. Ne olursunuz bizlerin zar, zor ödediğimiz paraları boş yere israf etmeyin. “kredilerle yapacağız” diyorsanız borç yine bizim cebimizden çıkacak, ama bu paraların harcanarak yapıldığı şeyler hiçbir şeye yaramayacak. Nasıl ki yaptığınız tek yönlü yollar hiçbir işe yaramadığı, trafiği daha da zora soktuğu gibi.

Sayın meclis üyelerine de bir çağrım var. Başkan ile ayni partiden iseniz Başkan istedi diye her şeye evet demeyin. Muhalefette iseniz muhalefet olsun diye ve parti istedi diye her şeye hayır demeyin. Bazı meclis toplantılarına katıldım. Öneri veya komisyon kararı okunuyor kabul edenler, etmeyenler oylama tamam. Aleyhte veya lehte konuşan yok. Bazı ufak şeylerde tartışma olmaması normal. Ama önemli konularda başkanın partisinden bazı üyelerin kalkıp bu öneri veya teklife neden destek verdiğini anlatması lazım. Denilebilir ki biz aramızda tartıştık, desteklemeye karar verdik. Doğru olabilir. Ama o konuşmalar kapalı kapılar arkasında yapıldı. Hani her şey şeffaf olacaktı? Bir de herkese açık mecliste kişisel olarak neden destek verildiği açıklanmalı. Muhalefet de karşı çıkış nedenlerini hep söyler de neden destek verdiklerini de söylemeliler.

Bütün alınan kararlar, yapılan işlerden sadece başkan sorumlu değil. Bütün meclis üyelerinin sorumluluğu var. Ben hayır oyu verdim diyenlerde sorumluluktan kurtulamaz. Eğer hesap sorulursa “madem ki yanlış olduğunu biliyordun, hayır oyu verdin de iptali için neden yargıya gitmediniz?” diye sormazlar mı?

Seçilmek, koltuklara oturmak iyidir ama sorumluluklarını yerine getirmek zordur. Bu güne kadar yapılan işler için hiç kimseden hesap sorulmamış olması bundan sonrada sorulmayacak anlamına gelmez. 19.09.2006

BERGAMA'NIN YOLLARI TAŞTAN

Çocukluğumda Bergama' nın yolları döşeme taşı idi. Ana cadde olarak sadece istiklal meydanından İzmir garajına kadar olan tek bir caddesi vardı. Bu caddenin yolları da Eğri göl tepesinden çıkan siyah granit taşlarındandı. Ne zaman ki Kozak taşları keşfedildi, Belediye başkanlarımız yol yapma yarışına girdi. Birkaç yılda bir yollar ve kaldırımlar kazılıyor ve yeniden yapılıyor. Öyle bir hale geldi ki belediye başkanlığında başarı yol yapmakla ölçülür oldu. Şimdi çok daha farklı, sağlam, bozuk tüm yollar kazılıp yeniden yapılıyor. Yollar daralıp kaldırımlar genişliyor.

İŞTE BUNA VATANDAŞIN AKLI BASMIYOR.

Her yerde yolları genişletirlerken Bergama'da neden yollar daraltılıyor? Kaldırımların bu kadar geniş olması İzmir'de belki gerekli olur ama Bergama'da buna gerek var mı? Esnafın işgalinden kurtarılsa kaldırımlar yeterli olmaz mıydı? Peki bu şekilde İYİ Mİ OLACAK? Diye sorduğunuzda; Büyük çoğunluk GÖRECEĞİZ dese de ardından HAYIR diyor.

Geçen gün meydandaki çalışmalara bakan biri BU YAPILANLAR BERGAMA'YA İYİLİK DEĞİL KÖTÜLÜKTÜR dedi.

Yapılan yollara bakalım. Bankalar caddesi bitti. Yol ve cepler kullanılıyor. Esnaf ve vatandaş memnun mu? Hayır. Esnaf diyor ki; hiç kimse ölçmedi mi? cepler küçük yapılmış taksiler bile sığmıyor. Kamyonet, dolmuşlar zaten sığmaz. Kaldırımlar çok yüksek ve özürlülerin inip çıkacağı yerler yapılmamış.

Peki Ceplere araçları kim koyuyor? Çarşı esnafı sabahtan araçları ile geliyor. Cep otoparklara araçlarını koyuyor. Eğer aracı yoksa veya getirmemişse dükkanın önüne sandalye veya pano koyuyor. Sanki orası onun özel mülkü gibi kimseye araç koydurmuyor. Vatandaş iş için bankaya veya bir dükkana geldiğinde aracını koyacak yer bulamıyor. Ne yapsın araçların arkasına park ediyor. Bu da yolu tıkıyor. Bu durumda sık, sık kavgalar gürültüler eksik olmuyor.

Her yerde böyle olacak. Çünkü kural yok, denetim yok.

Bu cep otoparklar ihaleye verilecek, bu yöntemle belediye para kazanacak. Ne kadar ücret alınacak? Araçlar günlük mü, saatlik mi duracak? Peki esnaf otoparka abone olur ve cep otoparkında yer kalmazsa, çarşıda işi olan vatandaş aracını nereye koyacak?

Kaldırımlara gelelim. Çok geniş, bazı yerlerine ağaç, çiçek dikilmiş. Fakat işyerleri bu kaldırımları yine işgal edecek. Daha çok mobilya, çanta, oyuncak, her türlü eşya konacak. Bunu kim engelleyecek? Bu güne kadar kimse engelleyemedi, bundan sonrada engellenemeyecek.

Meydana gelelim. GALENOS caddesi neden o kadar dar?

Ortadaki göbek neden o kadar büyük? Dönüş yok, girdin mi yola devam. Halbuki bu cadde hastaneye gidiyor. Geniş ve refah olması gerekmez mi?

Mahalle aralarına gelelim. Cepler araçlara küçük ve yetersiz. Yollar çok dar ve cepler yetersiz olduğu için yine yol kenarlarına park ediliyor. Üstelik bazen çift taraflı park ediliyor. Cadde ve sokaklara girişler çok dar.

Biten cadde ve sokaklarda bir çok ufak tefek de olsa eksikler var. İşçilik çok kaba ve ilk yapılan yollar ve kaldırımlarda belli oluyor. Bir çok artık malzeme yol kenarlarında duruyor. Çalışan işçiler hiçbir özen göstermediğinden çalışmalar devam ettiğinden bu yana hemen her gün ya su borusu patladı ya da elektrik ve telefon kabloları koparıldı.

DAHASI İŞ ÇOK UZADI, VATANDAŞ KARAKIŞDA ÇAMUR DERYASINDA KALDI.

Her şey bittikten sonra en büyük zorluklardan biri de Pazar yerinin aldırılmasında yaşanacak. Pazarcılar yeni Pazar yerine gidecek mi? Gitmezlerse ne olacak? Güvenlik güçleri ile mi Pazar kurulması engellenecek? Bunun için pazarcılarla görüşmeler yapılıp anlaşmaya varıldı mı? Az değil 1000 den fazla pazarcı esnafı var.

UZUN LAFIN KISASI: Bergamalılar bu yolları içlerine sindiremiyor. Eskisinden iyi olacağına inanamıyor. Hatta kısa süre sonra kazılıp eski haline dönüleceğini düşünüyor. Harcanan milyonların hesabının sorulacak mı diye soruyorlar? 2006

TAPULU KESİM

Anayasamıza göre her suça af çıkarabilirsin, ama orman suçuna af çıkaramazsın. Otomobilinle, otobüsle kaza yapar onlarca kişinin ölümüne sebep olursun, tutuklanır, yargılanır ceza alırsın ama aracına kimse bir şey yapmaz. Ama traktöründe, kamyonunda, eşeğinde, at veya öküz arabanda orman envali ağaç veya odun bulunursa hem mahkemeye verilir, hem de aracına, atına el konur ve orman işletmesince satışa çıkarılır. Hatta ve hatta tarlana giderken sırtında balta ile ormancı görse hemen tutanak düzenler ve seni mahkemeye verebilir. Dahası da var evinde orman envali bulunan kişi bile mahkemeye verilebilir. Görüldüğü gibi orman suçu çok ağırdır. Hudutları içinde Orman olan köy ve kasabalarda orman suçu ile sabıkası olmayan veya hakkında dava açılmayan yok gibidir. Devlet bu şekilde ağır cezalar koyarak ve anayasa ile orman suçuna affı bile yasaklayarak ormanları korumaya çalışmıştır. Fakat son yıllarda ülkeyi yönetenler, yatırım yapıyoruz, yol geçiriyoruz, sanayileşiyoruz diye veya konut alanı olarak tahsisine izin vererek, göz yumarak ormanları yok olmasına neden olmakta, bu kez vatandaş ormanlara sahip çıkmaktadır.

Acar kent ve acar İstanbul projeleri ile milyonlarca ağaç kesildiği anlaşılmakta ve kesilen ağaçların ne olduğu bilinmemektedir. Ağaç kesilen yerlerin kıymeti bir yana kesilen milyonlarca ağaç bile odun veya kereste olarak milyarlar etmez mi?

Halbuki kendi adına tapusu olan tarlasının içerisinde bir orman envalini (örneğin çam ağacı) istediği zaman ve kolayca kesemez. Eğer keserse, ormancı gördü, veya biri şikayet etti yargılanır ve ceza alır. Ağacı keserken, götürürken yakalanmadın. Biçtirecek, Keresteci biçmez. Eğer biçerse yakalandı mı, bıçkıya el konur, ağacı keseni de, biçeni de mahkemeye verir, bıçkı da satılır. Tapulu tarlandaki orman envali sayılan bir ağacı kesmek istediğinde; elindeki tapu senedini doğrudur diye tapu Sicil Müdürlüğüne tasdik ettireceksin. Kadastro müdürlüğüne tapu ve nüfus cüzdanı ile gidip ölçülü kroki alacaksın. Teknik eleman tarlaya gidip ölçü yapacak, sınırlarını işaretleyecek, sana ölçülü krokiyi o zaman verecek.

Tapunu, ölçülü krokini alıp Orman işletmesine gideceksin. Sorumlu Orman bölge şefini alıp tarlaya gideceksiniz. Şef, tapu, kroki ve tarlaya bakacak. Keseceğin ağaç veya ağaçların tarlanın içerisinde kaldığına karar verdiğinde, orman memuru ağacın dip tarafının kabuğunu kazıyacak, elinde numaralı çekiç ile damgalayacak. Sonra tutanak tutulacak. Birkaç gün sonra Orman işletmesine gideceksin. Orada sana kesme ve taşıma belgesi verecekler.

Bu işler hemen bir iki günde olmaz. Kadastro eleman yok diye belki 15, belki bir ay sonraya gün verecek. Orman şefi de araziye ayni gün gidemeyecek, gün verecek. Belgeyi alabilmek için de bir çok imza gerektiği için belki birkaç gün, belki daha fazla bekleyeceksin. Ayrıca bu işleri bedavaya yapmazlar. Tapu, kadastro, Orman hepsine işleri yaptırırken harç yatıracaksın. Kadastro elemanının ve orman şefini kendi aracınla götüreceksin, harcırahlarını yatıracaksın.

İşte ancak o zaman ağacı kesip, istediğin gibi kullanabilirsin. Galiba bütün bu uygulamalar hep sade vatandaşlar içindir. TV ve basında okuduklarımız ve duyduklarımıza göre işini bilen, arkası olanlar bu formalitelerle hiç uğraşmıyor anlaşılan. Bırakın bir ağacı kesin izin almadan binlerce ağaç bile kesenlere kimse bir şey yapamıyor. 12.12.2006

SİYASETÇİYİ SORGULAMAK

CNN muhabiri ANCHORMANİ WOLF BLİTZER diyor ki;TV ye çıkardığım konuklarıma masal okutmam. Rahatsız olacaklarını bilsem de istediğim soruları sorarım. Bir arkadaşıma bu haberi okudum ve ne diyorsun diye sorduğumda “her soruyu soracak olursan, sıkıştırsan siyasetçi o TV bir daha çıkmaz” dedi. Bütün TV kanalları başbakanı, bakanları, siyasetçileri, önemli kişileri ekrana çıkarmak onlarla söyleşi yapmak ister. Eğer bir kanal bunu başarabilirse bununla öğünür, gurur duyar.

Ancak ülkemizde özellikle Başbakan ve bakanlar genelde TRT ve kendi yandaşı TV lara çıkarlar TRT tam olarak özerk olmadığından istenmeyen sorular zaten sorulmaz. Özel TV lar ekrana çıkardığı zaman da önceden kararlaştırılmamış bile olsa sıkıştırıp, kızdıracak soruları sormaz. Bir daha bizim TV na çıkmaz diye düşünür. Uzun konuşmasına, partisinin propagandasını yapmasına izin verilir.

Ama demokratik ülkelerde kim olursa olsun siyasetçiler istedikleri devlet veya özel hiçbir TV kanalına istediği kadar çıkamaz. Başbakan, bakan da olsa eğer bir TV kanalı davet etmişse nedensiz yere hayır diyemez. Davet edilen TV da çıkmaz başka TV da çıkarsa insanlar bizim gibi değil onun KORKUP KAÇTIĞINI düşünür. 2006

ÜST SINIR KONSUN !

Milletvekili olma yaşı 25 oldu. Şimdi Başbakan diyor ki; “üst sınırını da koyalım”

Eğer, demokratik bir seçim yasası olsa, eğer, siyasi partilerin tüzükleri demokratik olsa, eğer siyasi partilerde lider sultası değil demokratik bir yönetim olsa, eğer, KİMİN MİLLETVEKİLİ OLACAĞINA LİDERLER DEĞİL PARTİLİLER KARAR VERSE başarısız olan, halkın isteklerine değil kendi çıkarına çalışan kişiler kesinlikle ikinci bir kez milletvekili seçilemezler. TBMM de hiçbir etkinliğe katılmayan, sadece liderinin istediği yönde kol kaldıran milletvekilleri bir daha kesinlikle seçilemez. Demokratik, bir siyasi partiler ve seçim yasası çıkarılsa milletvekillerinin yaşını hiç kimse sorun yapmaz, yapamaz.

Böyle bir yasayı ki yeterli çoğunluk olduğu halde çıkarmayacaksın, bütün partilerde kimin milletvekili olacağına parti liderleri karar verecek, yanlışları söyleyen milletvekilleri partiden atılacak, kongrelerde seçilenler görevden alınıp yerine yandaşlar getirilecek, bütün partilerde lider sultası olacak, sonra da çıkıp “MİLLETVEKİLİ OLMA YAŞINI 25 E İNDİRDİK, ÜST SINIRI DA KOYALIM” diyeceksiniz. Vatandaş da buna inanacak.

İster milletvekilliği olsun ister oda, sendika başkanlığı veya başka bir görev için yaş olarak alt sınır belirleyebilirsin ama üst sınıra, o göreve kaç defa seçileceğine sınırlandırma getiremezsin. Getirirsen demokratik hukuk kurallarına uygun olmaz.

Eğer, parti liderleri, milletvekilleri, oda, sendika başkanları değiştirilemiyor, hep ayni kişiler seçiliyorsa bunun suçu, yasaların demokratik olmaması, siyasi partilerde, meslek odalarında ve sendika yönetimlerinde lider sultasının var olmasıdır. Üye kayıtlarında kolaylıkla sahtecilik yapılabilmesindendir.

Milletvekili olacaklara yaş sınırı, oda başkanlarına seçilme sınırı getireceğinize yasaları demokratik hale getirin. Üye kayıtlarının düzenli tutulmasını sağlayacak düzenlemeleri yapın. Bakın o zaman siyasi partiler ve meslek odalarında hiçbir yakınma olacak mı? Bazı kişiler başarılı oldukları için ölünceye kadar görevde kalacaklar, bazıları ikinci bir defa asla seçilemeyecektir. 07.11.2006

RAKİBİ NEDEN YOK?

Muhalefet partileri AKP nin yıprandığını, oy kaybettiğini, bir daha iktidar olamayacağını söyleseler de, yapılan anketlerde hala en büyük partinin ve iktidar adayının AKP olduğu sonucu çıkıyor. Acaba anket sonuçları doğru mu? Gerçekten erken veya zamanında yapılacak seçimlerde AKP yine iktidar olabilir mi? Neden AKP ye alternatif bir parti çıkamıyor? Muhalefet partileri oylarını neden arttıramıyor?

3,5 yıldır iktidarda olan AKP verdiği sözlerin bir çoğunu tutmadı, işsizliği, yolsuzlukları önleyemedi üstelik kendi partisinin mensupları hakkında bir çok yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı, dokunulmazlıkları kaldırmadı, değiştim dedi söyledikleri ve uygulamaları ile değişmedikleri görüldü, özelleştirmeler, çiftçilerin haykırışları, partisinden istifalar ve daha bir çok başka nedenlerle yıprandı ve oy kaybediyor. Ancak görünen o ki kaybettiği oylar muhalefet partilerine gitmiyor. Peki AKP den kaçan oylar nereye gidiyor? Anketlere inanmasak da çevremizde AKP ye oy vermiş ve bir daha vermeyiz diyenler ilk seçimde oylarını nereye vereceklerini kendileri bile bilmiyor. Görünen o ki, başta CHP oyları artmıyor, DYP ve MHP barajı ancak geçebiliyor. 2002 seçimlerinde kullanılmayan ve geçersiz oylar toplam seçmenin % 25 şi. Barajı aşamayan partilerin aldıkları oylarda birlikte seçmenin % 50 sinin oyu boşa gitmiş. AKP ye küsen seçmenin kendisine oy vereceğini sanan muhalefet partileri ise büyük bir yanılgı içinde.

İKTİDAR PARTİSİNİN YIPRANMASI MUHALEFET PARTİLERİNİ GÜÇLENDİRMEZ. MEMNUNSUZ SEÇMENİN OYLARINI ALABİLMEK İÇİN ONLARIN GÜVENİNİ KAZANMAK ZORUNDA.

Muhalefet partilerinin hiç biri halka güven veremezse AKP den kaçan seçmenin bir kısmı seçimlerde yine AKP ye oy verecek, büyük çoğunluk ise sandığa gitmeyecektir. Muhalefetin özellikle CHP liderinin en büyük yanılgısı TV ile daha fazla kişiye ulaşılabildiği, mitinglerin artık pek önemi olmadığı inancıdır. Belki TV ile çok daha fazla kişiye ulaşılabilir ama halk siyasetçiyi TV ekranında değil yanında görmek istiyor. Onun konuşmalarını dinlemek değil, ona içini dökmek, öfkesini boşaltmak istiyor. Eğer muhalefet partileri seçimlere kadar halkın güvenini kazanamazsa, kitleleri peşine takamazsa iktidar partisi oy kaybedecek ama muhalefet partilerinin de oyları artmayacaktır. Seçimlere katılım oranı belki de % 50 nin altında kalacak, sonuç çok daha antidemokratik olacaktır.

Seçmenin birlikte ve bilinçli davranması örgütlü olup olmadığına bağlıdır. Her ne kadar toplumun büyük kesimi sendika, meslek ve ziraat odalarında örgütlü görülse de bu örgütlenmeler kağıt üzerindedir. Ülkede gerçek ve etkili örgütlenme TÜSİAD, TOBB, GENÇ İŞ ADAMLARI adları altında işadamları tarafından yapılmakta. İktidar, muhalefet bütün partiler üzerinde etkili olmakta, istekleri çoğu zaman yapılmaktadır.

Halbuki milyonlarca insanı çatıları altında barındıran sendika, meslek odaları ve ziraat odaları iktidar veya muhalefet hiçbir parti üzerinde ağırlığını hissettirememektedir. Üyelerinin sayısal gücünü kullanıp siyasette, partilerin yönetiminde söz sahibi olamamaktadır. Bu örgüt yöneticileri üyeleri ile birlik ve beraberlik içinde olup oy ve eylem gücünü demokratik yollarla kullanıp siyasi partileri etkileyememektedir.

Bunun yerine bir çok örgüt yöneticisi bu gücü kendi çıkarları için kullanmaktadır. Üstelik meslek örgütlerinin başında yıllardır ayni kişiler oturmakta, geçim, işsizlik, ürününü satamama gibi tabanındaki üyesinin sorunlarını kendisi yaşamamaktadır. Çoğu varlıklıdır. Bir çoğu hakkında yolsuzluk iddiaları ileri sürülmektedir. Böyle olunca tabandaki üyeler örgütlerinin yöneticilerine güvenmemektedir.

Demokratik bir hak olduğu halde ülkemizde, özellikle çiftçi ve esnaf örgütlü mücadeleye alışkın değildir. Alanlara çıkıp miting ve yürüyüş yaparak isteklerini haykırdığında DEVLETE KARŞI GELME düşüncesini kafasından atamamaktadır. Sadece bir kez eylem yapıp her sorununun çözüleceğini düşünen ve bu olmayınca umutsuzluğa kapılan kesimler çaresiz, ne yapacağını bilememektedir.

Sendikalı işçiler iyi ücret, daha iyi çalışma koşulları olduğundan hiçbir şeyle ilgilenmemektedir. Bana dokunmayan bin yaşasın düşüncesi yaygınlaşmıştır. Kanları pahasına, açlık, dayak, hapisleri göze alarak yıllarca süren mücadeleler sonucu elde edilen sendikal haklara bile sahip çıkmak için parmaklarını kıpırdatmamaktadırlar.

Milyonlarca sigortasız ve sendikasız düşük ücretle çalışanlar ise örgütsüzdür. Sendikalar bu işçileri örgütlemek yerine sendikal hakları var olan, her geçen gün sayıları azalan sendikalı işçileri paylaşma kavgası yapmaktadır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, sözleşmeli hale getirme yoluyla her gün sendikalı işçi sayısı azalmaktadır.

Her şeyi göze alarak haksızlıklara karşı eylem yapan SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ (STÖ) üyesi eli öpülesi bir avuç kişiye bırakın destek vermeyi sahip dahi çıkılmamaktadır. Sol ve sosyal demokrat partiler nerede dert varsa orada halkla birlikte mücadele etmek, bunun mücadelesini yapan STÖ lerine destek vereceğine bir çok kez tamamen duyarsız kalmaktadır.

Siyasi partilerden ve örgütlerinden destek göremeyen halk kitleleri çaresizdir. Seçimlerde kendine göre çözüm olarak tepki oyları vermekte seçim sisteminin de demokratik olmaması nedeniyle seçimler sonunda kimsenin memnun olunmadığı sonuçlar doğmaktadır.

Erken veya zamanında yapılacak seçimlerde de sonuç değişmeyecektir. Özellikle siyasi partiler ve seçim yasası değişmeden yapılacak seçimlerin hemen ertesi günü 5 yıl sonra yapılacak seçimlere umut bağlanacaktır. 2006

ÇILGIN TÜRKLER

Cumhuriyetin kurulmasından 82 yıl sonra bu gün hala daha LAİKLİK tartışılıyorsa, iktidardaki siyasi partinin en öncelikli konusu TÜRBAN ve KURAN KURSLARI ise, CUMHURİYET, LAİKLİK, ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ tehlikede ise Suç ülkeyi yönetenlerde, Atatürk’ü devrimleri, LAİKLİK ilkesinden yıllardır taviz verenlerde, değil midir? Okul yerine kuran kursları açanlarda, toprak reformu yapmayıp ağalık düzenin devam etmesine izin verenlerde, Cumhuriyetçi, laik olduğunu söyleyen partilerin siyasi çıkar, hırs ve şahsi menfaatleri için parçalanmış. olmasında, Ülke seçmeninin % 25 oyu ile iktidar olmuş laikliğe, cumhuriyete, Atatürk ve devrimlerine karşı dedikleri bir partinin iktidara gelmesine neden olanlarda değil midir?

Vatan en güçlü devletler tarafından paylaşılıp, işgal edilmiş, insanlar yıllarca savaşmış, yorgun, bıkkın, yoksul, namus, can ve mallarının güveni kalmamış, en önemlisi umutlar tükenmişken Mustafa Kemal ve ANADOLU İNSANI herkesin imkansız dediği şeyi kısa sürede başardı. 7 düveli yendi. Kendisinden kat ve kat bir orduyu yendi, ANADOLUDAN kovdu. Esaret altında yaşayan bütün mazlum ülkelere örnek oldu. Cumhuriyet kurulduktan sonra, daha büyük bir düşmanla CEHALET, ŞEYHLER, KARA CÜBBELİ CAHİL, YOBAZ HOCALAR VE TOPRAK AĞALARIYLA savaş başladı.

Fakayt Atatürk, bu savaşın çok daha zor olacağını ve kısa sürede bitmeyeceğini biliyordu. Cumhuriyet, laiklik ve devrimlerin yıllar sonrada olsa tehlike altına girebileceğini biliyordu. Bu nedenle CUMHURİYETİ gençlere emanet etti. 20 EKİM 1927 TARİHİNDE GENÇLİĞE HİTABESİNDE:

Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahlar olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyet’ i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin ! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zap edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet far ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı ! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal Cumhuriyetini kurtarmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Bursa’da bulunduğu 5 şubat 1933 de; Bursa Ulu Camide toplanan 100 kadar “GERİCİ” TÜKRKÇE EZAN karşıtı bir ayaklanma girişiminde bulunur. Bastırılır. Akşam yemeği sırasında olay Atatürk’ e anlatılırken birisi şöyle diyecek olur: “Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye güveninden ötürü. Atatürk, sözünü keser:

Türk genci devrimlerin ve rejimin bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük kıpırtı duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır...demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla... Nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. “Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, polis henüz devrimin ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek, demek adliyeyi de düzeltmek lazım, diyecektir. Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet paşa’ ya Meclis’ e telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını, korunmasını istemeyecek. Diyecek ki: ben kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren nedenleri düzeltmek de benim vazifemdir...Der.

Halk bu gün çaresiz ve umutsuz, çünkü başta CHP olmak üzere CUMHURİYET ve LAİKLİĞE bağlı, partiler ve demokrasi güçleri dağınık ve güçsüz. Partiler bütün çıkar hesaplarını bir kenara bırakıp Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk devrim ve ilkelerine sahip çıktıklarında milyonlarca kişinin, halkın büyük çoğunluğunun arkalarında olacağını görecektir. 2006

SAYIN BAŞKAN

Yağmur suyu kanallarını yapıyorsunuz çok güzel. Ancak Kanalların kotu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden sonra yükseliyor. Yollar doldurulup, kot yükseltilecek. Fakat bu durumda karşı tarafın kaldırımları da yükselecek demektir. İşyerlerinin zeminleri aşağıda kalacak. Uyarlar mağazasının olduğu yer yüksek. Orman işletmesinin olduğu yerde de duvar var. Petrolün olduğu yer, Petek birahaneleri, meydan restoran, İzmir garajının oradaki dükkanlar çukurda kalmayacak mı? Her yağmurda işyerlerini su basmaz mı? Kanalların karşısına OTOPARK için cepler yapılacak. Kaldırımın kenarındaki çam ağaçları ne olacak? Sökülecek mi?

OTOPARK için yapılan CEPLERE araçlar sığmıyor. Tamamlanan ve kullanılmaya başlayan bankalar caddesi ve Mustafa Yazıcı caddesine bir bakın. Bırakın uzun araçları küçük bir otomobil bile CEPLERE sığmıyor. Ön tekerlekler kaldırıma çıkıyor, kaldırımlardan geçilemiyor. Uzun araçlar böyle yapsalar bile yine yola taşıyorlar. Mahalle aralarındaki yollarda da kaldırımlar genişletilip yollar daralıyor. İki araç geçemeyecek, büyük kamyonların giremeyeceği kadar dar yollar var. Tek yönlü dönüşlerde yol o kadar dar yapılmış ki sanki insanların şoför olarak ustalığı denenecek. Üstelik bazı mahalle arasındaki yollarda kaldırımların bu kadar geniş yapılmasına hiç gerek yok. Acaba kaldırımların bu kadar geniş tutulmasının nedeni esnafın yararlanması için mi? Çünkü devamlı işyeri, kahvehane, bakkal olan sokaklarda insanlar özellikle bayanlar zaten kaldırımdan gidemiyor. Kaldırımları esnaf kullanıyor. KALDIRIMLAR ENGELLİ ARAÇLARI nasıl inip çıkacak? Bunlar söyleniyor ama yapılmıyor.

Sayın başkanım. Projeyi kim nasıl yaptı bilmiyorum? Maliyeti ne kadar bilmiyorum. Ama çok para harcandığı kesin. Bu işler bitip sonradan kullanılamazsa, trafik rahatlayacağına daha da sıkışırsa nasıl çözüm bulunacak? Yapılan bu kadar masraf, çekilen bu kadar eziyetin sorumlusu kim olacak? Yarın projeyi şu kurum yaptı bende uyguladım diyerek sorumluluktan kurtulabilecek misiniz?

Sayın Başkan inanın bir çok kimse yapılan bu yol ve kaldırımlara akıl erdiremiyor, kullanımın daha iyi olacağına inanamıyor. Herkes kaldırımların neden çok geniş, yolların dar olduğuna aklı ermiyor. GÜZEL Mİ OLDU? Diye sorduğunda genelde “İYİ OLDU DİYEN YOK. BİTSİNDE GÖRELİM” diyorlar. Mahalle arası yolların neden tek yönlü olduğuna kimsenin aklı ermiyor. Mahalle arasındaki yollar o kadar dar oldu ki yol kenarına araç konulması mümkün değil. Ancak OTOPARK için yapılan CEPLER o kadar yetersiz ki vatandaş aracını nereye park edecek akıl sır erdiremiyor.

Lütfen yapılan yerleri bir gezin. Kullanılmaya başlanan cadde ve sokakları bir görün. Uygun olmayan bir durum gördüğünüzde şimdiden tadilat yaptırın. Yarın müteahhit işinin bitirir geçici de olsa teslimatı yapar gider. Ona bir şey diyemezsin. Dense de “BEN PROJEYE GÖRE YAPTIM” diyecektir. Yıllarca acıyı hepimiz çekeriz. Siz de vicdan azabı çekersiniz. 2006

30 Ocak 2008 Çarşamba

YAPMA BAŞKANIM !

Bergama’da hep bir şeyler yapmak için bir şeyler yıkıldı. MEYDAN yapmak için hak eğitim merkezi, tekel, bir yazlık, bir kışlık iki sinema, koskocaman tekel binası ve bir ev. Daha güzel PARK yapmak için gül bahçesi, çamlı park. KÜLTÜR SARAYI yapmak için garaj dükkanları ve düğün salonu. Yol açmak için (İNÖNÜ CADDESİ) bir çok ev. Birde hizmette başarının ölçüsü diye gösterilen (bu ölçüyü kim koymuşsa) başkanlarımız defalarca yol bozup yol yaptılar. İstiklal meydanındaki YILDIZ PARK ne oldu? Karanfilli kahvenin karanfilleri ve bahçesi ne oldu? Gazi okulunun orada kurtuluş parkı yok muydu? Peki şimdi neden yok? Sayın başkanım; Bergama bu gün daha mı güzel? Halk daha mı memnun? Acaba bunları yapanlar şimdi ne düşünüyorlar? Vicdanları rahat mı? ? Bunu hiç kendinize sordunuz mu? Şimdide siz TRAFİK, OTOPARK ve YOL sorununu çözmek düşüncesi ile yolları ve kaldırımları kırıp – yıkıp yeniden yapıyorsunuz. Peki daha güzel mi olacak? Trafik sorunu çözülecek mi? Otopark sorunu çözülecek mi? Harcanan trilyonlara değecek mi? Ayvaz Aliden kaleye teleferik yapacağınızı söylüyorsunuz. Kaça mal olacak? Çok mu elzem? Kaç kişi yaralanacak, Bergama’ya ne kazandıracak?

Sizle ayni kuşağız. Ortaokul – Liseyi beraber okuduk. Bergama lisesinin karşısındaki havuzlu parkı, küçücük çay ocağını bilirsin. Özellikle akşamları aileler Çamlı park, gül bahçesinde olduğu gibi burada da oturup gelen geçeni seyreder çay, meşrubat içerdi. Bir de baktık ki, çay ocağı ve havuz yıkıldı, bazı ağaçlar kesildi, Zübeyde hanım ilkokulu tarafına büyük bir bina yapıldı. Park değil kahvehane oldu. Öğrenciler, gençler bir kısmı parasına, bir kısmı çayına OKEY ve KAĞIT oynadılar. Parka aileler gelemedi. Şimdi de siz yol için 2 büyük palmiye dışında bütün ağaçlar kestirdiniz. Park daha da küçüldü. Her taraf taş oldu. Ağaç kalmadı. Gölge için şemsiyeleri alındı. Peki müzenin ve Milli Eğitimin önündeki 2 çam ağacı neden söküldü?

Yine bilirsin başkanım, eski hükümet konağı, şimdi Emniyet Müdürlüğü olan binanın arkasında tamamen çam ağaçları ile kaplı Bakırlının ÇAY BAHÇESİ vardı. Yazın HACİVAT – KARAGÖZ seyretmeye giderdik. Şimdi petrolün ve petek birahanelerinin olduğu yerin eskiden ÇOCUK BAHÇESİ olduğunu da bilirsin. Etrafı alçak duvar, üç ayrı cepheden kapısı vardı. Kenarlarında çam ağaçları vardı. Bayramlarda dolaplara, salıncaklara binerdik. Neden niçin bilinmez daha sonra bu çocuk bahçesinin yarısını benzinlik yaptılar. Tabi çam ağaçları kesildi. Bir kısmı da önce Turizm danışma, sonra petek birahaneleri oluverdi. Ben görev gereği Bergama’dan ayrılmıştım. Bergama’da olmadığım sürede, Havuzlu parkın yarsını almışlar, tabi ağaçların bir kısmı daha kesilmiş. Bakırlının çay bahçesi yıkılmış, kocaman çam ağaçlarının hepsi kesilmiş. Zübeyde Hanım ilkokulunun bahçesi küçülmüş. Taksi durağı kalkmış. Ceza evi yıkılmış ve taşınmış. Bütün bunların yerine kocaman bahçesi bile beton HÜKÜMET KONAĞI yapılmış. Eskiden kademeli her kademenin arasında rengarenk güzel kokulu güllerin olduğu merdivenlerle çıktığında sol tarafa ailelerin, sağ tarafa erkelerin oturduğu Gül bahçesi ve Çamlı park artık yok. Ağaçlar var, park var ama eskiden olduğu gibi çay meşrubat içilemiyor, sadece taş banklara oturup, çekirdek yiyip kabukları ile yerleri kirletmekten başka bir şey yapılamıyor.

Sözde çatı akmış, BERGAMA SPORUN evrakları ıslanmış. Belgeleri okunmaz hale gelmiş. Bu nedenle düğün salonu da kapatılmış. Bergama spor evrakları öyle ıslanmış ki denetlenmede hiçbir evrak bulunamamış. Ama nasıl olduysa kütüphanedeki kitaplara bir şey olmamış. Yine çatıyı onartmak da galiba kimsenin aklına gelmemiş. Düğün salonu kapanıp, halk eğitim merkezi yıkılınca Bergama kalmış düğün salonsuz. Bereket Öğretmen evi yapılmış ama, öğretmen olmayanlar ne yapmış bilinmez. Şimdi Bergama’nın tören dahi yapılamayan bir meydanı, çay kahve içilemediği için ailelerin gitmediği çamlı ve güllü parkı (gülleri artık yok), Yol boşluklarına yok demesinler diye yapılan ağaçsız, sarmaşık gölgesinde oturulan, yazın çoğu geceleri düğün olduğu için ailelerin gelemediği Bergama spor parkı ve bürokratların ve emeklilerin oyun oynadığı ve küçük bir yerinde yazın gençlerin oturabildiği çakıl park.

“RAMAZAN TOPU” isteyen başkan da, kimsesiz çocuk yuvasında DANSÖZ oynatan yetkililer de muhakkak iyi bir şey yaptıklarına, hatta bunun için takdir alacaklarına inanıyordu. Yetkililer, neyi, niçin, neden yapacaklarını, hangi yararları olacağını, neden yıkıp neden yaptıklarını anlatmıyorlar. Kimseye, hatta danışman diye işe alınıp maaş verdiklerine bile danışmadan iş yapıyorlar Sonra da taktir bekliyorlar. Halk yapılırken ne olacağını bilmiyor. Yapıldıktan sonra bir faydasını görmüyor. Bir başkası çıkıp “ben daha güzelini yapacağım” diye yıkarken bu nedenle sahip çıkmıyor. Yıllar yıka yapa geçiyor, milyarlar toprağa gömülüyor, ama Bergama daha güzel olmuyor. Herkes yapılana burun kıvırıp, “ESKİDEN DAHA GÜZELDİ, YAZIK PARALARA” diyor. Ama boşa gider paraların hesabı kimseye sorulmuyor, veya sorulamıyor. (Aslında daha yıkılırken DUR denmeli. Harcanan bir kuruş da olsa hesap sorulmalı) Halk kendisine DEMOKRASİ diye öğrettikleri gibi 5 yılda bir önüne konulan sandıkta sözünü söylüyor. Ama 5 yıllar heba oluyor. Kimseden kayıp yılların ve hesapsız harcanan paraların hesabı sorulamıyor. Fakat eski başkanların bir çoğu “ÇOK BAŞARILI” olduklarını halkın nankör olup değerini bilmediğini düşünüp, söylüyor. 2006

KAÇMA GEL YAHU!

Sosyal güvenlik yasası görüşülürken CHP meclisi terk etmiş. Başbakan “kaçma gel yahu” diyor.

Ülkemizde en büyük sorunlardan biri insanlarımızın, siyasi partilerin CUMHURİYET, DEMOKRASİ, LAİKLİK, İNSAN HAKLARI, konularında ortak bir noktada buluşamamış olmasıdır. Avrupa ve batılı ülkelerde bütün partiler bu ilkelerde birleşmiştir. Hiç biri krallığa geri dönüşü, ülkeyi İNCİL’ e göre yönetimi amaçlamaz. Eğer ırk, din, dil ayrımı gözeten bir parti çıkarsa halk öyle ayağa kalkar ki o kişi bütün görevlerinden ayrılmak zorunda kalır. Avusturya’da böyle olmuştur. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde Partilerin arasındaki fark ülkede üretilen değerlerin ve var olan varlıkların nasıl artırılacağı ve nasıl paylaşılacağı hakkındadır.

Ülkemizde bazen muhalefet SİNEYİ MİLLETE DÖNERİZ der. (Yani hepimiz birden istifa ederiz, halkın bağrına, göğsüne gideriz, onlara sizi şikayet ederiz demek isterler.) Ama hiçbir parti bu güne kadar sine-i millete dönmedi. Dönemez de. Sine-i millete dönecek parti milletvekillerini ikna edemez. Kıyak maaşı bırakıp, yeniden seçileceği garanti olmadan neden istifa etsin? Halk o kişileri sinesine alıp ayağa kalkmaz. İktidar partisi işine gelirse istifaları kabul etmez, işine gelirse istifaları kabul eder, ara seçime gider. Yani hiçbir sonuç alınmaz. İşte bunun için hep söylenmiş ama sineye dönülmemiştir.

Bu gün mecliste anayasayı değiştirecek kadar büyük bir çoğunlukla iktidarda olan partisinin oyları toplam seçmenin % 25 şidir. Ülke seçmeninin yarısının oyu meclis de temsil edilmemektedir. Siyasi partilere, siyasetçilere halkın güvenmemesinin nedeni onların halktan kopmasındandır. Muhalefet sadece mecliste yapılmaz. Demokrasilerde kamuoyu, sivil toplum kuruluşları vardır ki en etkili muhalefet onlarınkidir. Örnek mi? İşte Fransa. Son çıkan yasaya sendikalar, öğrenciler ve kamuoyu o kadar büyük bir tepki gösterdi ki mecliste muhalefet olmadığı halde yasayı iptal etmek zorunda kaldılar.

TRT 3 kanalı TBMM de görüşmeleri canlı yayınlıyor. Bazen izliyorum. Kürsüde parti sözcüleri konuşurken salonda çok az kişi var. Partilerin nöbetçi gurup başkan vekilleri, hükümetten bir bakan ve ilgili komisyondan iktidar partisinden bir üye hazır. Az sayıda milletvekillinin çoğu konuşmacıyı dinlemiyor. Oylama zamanı haber verilince milletvekilleri salona gelip, çoğu zaman niçin olduğunu bile bilmeden oy veriyorlar. Oyunun rengi önceden belli. Görüşülen yasa tasarılarını incelemelerine, sözcüleri dinlemelerine gerek yok. Parti yetkilileri el kaldırdığında onlarda kaldırır olur biter. Saatlerce yapılan konuşmalar sonucu değiştirmek için değil “tutanağa geçsin” diye yapılıyor.

Ne kadar önemli olursa olsun yasa tasarıları dar bir kadro tarafından hazırlanıyor. Kamuoyunda tartışılmıyor, uzmanların görüşleri alınmıyor. İktidar istediği yasayı öncelikle ele aldırıyor. Belki yüzlerce sayfa olan yasa tasarıları görüşülüp incelenmeden komisyona geliyor. Parti yetkilileri “NOKTASINA DOKUNMAYACAK” denilince komisyonda ne denirse densin aynen kabul ediliveriyor. Mecliste de ayni şekilde. Hatta meclis başkanı kabul edenler diye sorduğunda çoğu zaman kafasını kaldırıp salona bile bakmıyor. Biliyor ki salonda iktidar partisi milletvekilleri çoğunlukta ve hepsi kabul diyecek. Yani milletvekilinin oyu önceden belli. İşte bu nedenle yasaların çıkmasından kısa bir süre sonra bir çok maddesi değiştirilmek zorunda kalıyor. Değiştirilemezse bir çok soruna neden oluyor.

Bütün bunlar bilinmesine rağmen, sadece tutanaklarda kalacak da olsa muhalefet komisyonlarda, mecliste eleştirilerini hep yapar. Şimdi buna bile tahammül edemiyorlar. Demokrasiyi “ÇOĞUNLUK NE İSTERSE YAPAR” diye anlıyorlar. Demokrasiyi amaç değil araç olarak görüp, kendi istedikleri yapıldığı müddetçe benimsiyorlar. Biz çoğunluktayız, istersek Anayasa mahkemesini bile kaldırırız diyenleri bile var. Gerçekten demokratik bir yönetimde ne kadar büyük çoğunlukları olursa olsun her istediğini yapabilirler mi? Gerçekten buna inanıyorlar mı? Eğer böyle düşünüyorlarsa daha önce azınlıkta oldukları zamanlarda çoğunluğun onlara yaşam hakkı neden tanıdığını kendilerine bir sormaları gerek.

Bizde ise “nasılsa Cumhurbaşkanı onaylamaz, nasılsa Anayasa mahkemesine başvuran olur, orada iptal edilir” düşüncesi ile çoğunluk kılını kıpırdatmaz. İşte o zaman siyasetçiler bizi hiç takmaz. Milletvekili kimin olacağını bize kimse sormaz. Milletvekilleri bizim değil liderinin istediğini yapar. Biz ne kadar kızarsak kızalım defalarca milletvekili seçilirler. Ülkede toplam seçmenin yarıdan fazlası bile oy vermeye gitmese yine birileri iktidar olur, bizi yönetir, biz yakınır, yakınır, oturduğumuz yerden, kızar, kızarız ama değişen hiçbir şey olmaz. 2006

KİMSE DOKUNAMIYOR
Yargıtay Başsavcılığı 2005 yılında 58 üst düzey bürokrat hakkında soruşturma açmak için ilgili bakanlardan izin istemiş, 53 ü RET edilmiş. Acaba BAKANLAR kendilerine de dokunacağı için mi izin vermiyorlar? Herkesi hatta 83 yıldır yapılmamış diyerek Atatürk dönemini bile suçla, başkasını yüce divana yollarken, kendinden olanların soruşturulmasına bile izin verme sonra AK PARTİYİZ de. “Başkasının gözündeki çöpü görüp kendi gözündeki merteği görmemek” ata sözü galiba bu durumlar için söylenmiş. 2006

ERKEN SEÇİMDE HALK MUHALEFET PARTİLERİNE NEDEN OY VERSİN?

TBMM de temsil edilen veya edilmeyen ey muhalefet partileri durmadan erken seçim istiyorsunuz peki neyinize güveniyorsunuz? Halkın iktidar partisi yerine size oy vereceğini nereden biliyorsunuz? Yapılan bütün anketlerde en büyük iki muhalefet partisinin oylarının toplamı bile beğenmediğiniz iktidar partisininki kadar olmuyor. Halk iktidar partisinden umudu kesmiş olabilir. Peki güvenebileceği, iktidar yapmak için topluca oy verebileceği bir parti yokken yapılacak seçimin kime bir yararı olacak? Her biriniz yıllardır siyasetin içindesiniz ama bunu görmüyorsunuz. Ama halk görüyor ve onun için erken seçim diye haykırışlarınıza destek vermiyor.

Sizlerin tuzu kuru. Partiniz iktidar olsa da, olmasa da, hatta milletvekili olamasanız da bir kaybınız olmaz. Ama halk öğrendi ki, daha iyi bir iktidar gelmeyecekse zamanından önce seçim yapmanın bir yararı yok. Bundan 3,5 yıl önce seçime girmişsiniz, çoğunuz sandıkta kalmış. 80 yıllık Atatürk’ün partisi 6 aylık partiye yenilip iktidarı teslim etmiş, benden başka hiçbir parti barajı aşamadı diye neredeyse bayram yapmış. Şimdi seçim de seçim. Peki sana 3,5 yıl önce oy vermeyen seçmen şimdi neden versin?

3,5 yılda ne yaptın? Halkın arasına kaç defa girdin? Kaç defa yüz yüze halkın derdini dinledin? Kaç kez miting yapıp iktidarı halka şikayet ettin? TBMM de parti gurubunda nutuk attın. TV ve basın vermiyor diye yakındın. TBMM de çoğunluğun yetersiz olduğundan bir çok şeye engel olamadın. Boynunu büküp sayım yetersiz diye oturdun. Birde Anayasa mahkemesine dava açtın. Peki sizlere vekalet verenlere gidip bunları bire bir anlattın mı? Basın toplantısı yaptın, bildiri dağıttın, basına demeç verdin ama TV ve gazeteler yer vermedi. Vermez tabi. Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın. Bütün ülke seçim sözü geçtikçe karamsar. Çünkü AKP nin alternatifi yok. Demirel neden konuşuyor? Bu günden sonra parti başkanı olmaz. Bir alternatif çıksa halk, TV, gazete herkes can siper hane destek olacak ama yok. Seçim yaklaştıkça neden birleşmeden dem vuruluyor? Çünkü ilk seçimde AKP oyları % 20 ye de düşse yine tek başına iktidar. Çünkü hiçbir muhalefet partisi halkın gözünde iktidar alternatifi olamıyor.

Deniz BAYKAL ile olmuyor denince kızıyorlar. Peki CHP neden güçlenmiyor? BAYKAL Muhalifleri desen o kadar güçlü olsalar gittikleri parti güçlenir. Hem laikliği savunup hem türbanlılardan oy isterden, senin her sözüne he demeyenleri partiden atarsan tabi olmaz. Ne kadar çalışsa da, koştursa da Polis müdürlüğünden gelen kişiden genel başkan olursa tabanı köylü olan partiyi iktidar alternatifi yapabilir mi? Düne kadar AKP de bakan olan kişi lider diye çıkarsa bu partilere halk nasıl güvenip oy verecek?

Eğer iktidar kimseyi dinlemeyip istediği yasaları çıkarıyorsa, yasa masa tanımadan istediği uygulamaları yapıyorsa ve bunları engel olmaya gücünüz yetmiyorsa tek yapacağınız SİNE İ MİLLETE DÖNMEKTİR. Hayır milletvekilliğinden istifa etmek çözüm değil. Zaten ceylan derisi rahat koltuklarda ve sadece kol kaldırıp indirerek milyarlarca maaş alan milletvekillerinin bir çoğu lideri de istese istifa etmez. İstifasız da sine i millete dönülebilir. Bırakırsın Ankara’yı gelirsin seçim bölgene halkla iç içe yaşarsın. Her gün birkaç mahalle veya köy gezer hem onların yaşamlarını yakından görürsün, hem de iktidar neyi nasıl ve kimin için yapıyor bıkmadan usanmadan vatandaşa anlatırsın. Bunu yapan parti en kısa sürede iktidar alternatifi olacaktır. Ama liderler ve milletvekilleri rahatlarını bozup bunu yapmıyorlar, yapmayacaklar.

İktidar ben başarılıydım, iyi şeyler yaptım diye oy isteyecek, muhalefet iktidarı kötüleyip ben daha iyisini yaparım diye oy isteyecek. Bu devran böyle döndü dönecek. Ama galiba bundan sonra biraz zor dönecek. 2006

İKTİDARSA HER ŞEYİ YAPMALI (MI?)

İktidar olan partiler, hele bir parti tek başına iktidarsa her şeyi yapabileceğini düşünüyor. Halk beni seçti, verdiğim sözleri yerine getirmek için istediğim yasaları çıkarır, istediğim bürokratı görevden alır veya yerini değiştiririm, onların yerine benimle uyum içinde çalışacak istediğim kişiyi getiririm diye düşünüyor. Artık Devletten ben sorumluyum diye düşünürler. İstediğimi istediğim kişiye satar, istediğimi istediğim kişiden alır derler. Buna yargı dahi olmaz dese icraatlarımız engelleniyor, vatandaşa hizmetimiz engelleniyor derler. Hatta bu konuda tamamen haklı olduklarına inanırlar.

Başka rejimlerde olabilir ama demokrasi ile yönetilen ülkelerde bunlar olmaz, yapılamaz. Demokrasi bir hukuk ve bu hukuka bağlı kurallar rejimidir. Hangi görevde olursa olsun kimse dilediği gibi hareket edemez, istediklerini yapamaz. Siyasi iktidar seçimle iş başına gelmiştir ama Anayasa ve yasalar ve Cumhuriyet ve demokrasinin kurumlarına bağlı kalmak zorundadır. Demokrasilerde hiçbir kişi veya kurum yetkilerin tamamını elinde bulunduramaz. Çok büyük bir çoğunlukla bile iktidar olsa, Anayasa ve yasaları değiştirebilecek olsa bunu yapamaz. Yaparım derse ve yaparsa o zaman o ülkedeki rejimin adı DEMOKRASİ, hukuk devleti OLMAZ.

Demokratik bir hukuk devletince bütün siyasi partiler “demokrasi, insan hakları, laiklik, evrensel hukuk kurallarını” benimsemek, kabul etmek zorundadır. Ayrıca Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesini de kabul etmek zorundadırlar. Yargı bağımsız olmalı, hiç kimse işine karışmamalıdır. Ayrıca Anayasal kurumlar vardır ki hukuk dışında kimse bu kurulların yetkilerini kısıtlayamaz. Yasamanın görevi sadece yasa çıkarmak değildir. İktidarı denetlemektir. Eğer Yasama iktidarın her dediğini yapıyor, denetim görevini yapmıyorsa demokrasi işlemiyor demektir. 2006

MEMUR ÇOKMUŞ !!!

Başka il ve ilçeleri bilemeyiz ama Bergama’da bütün resmi kurumlarda bırakın fazlayı MEMUR YETERSİZ. Vergi Dairesinin kadrosu belki 70, ama çalışan en fazla 50 dir. Belediye desen birkaç yıl sonra memur yerine hepsi geçici işçi alışıyor olacak. Kaymakamlık, Sivil savunma, İlçe Tarım, Milli Eğitim hepsinde yetersiz eleman var. Çoğu bazı işlerini stajyerlere gördürüyor. Bazı kurumlar geçici İşçi kadrosunda eleman çalıştırıyor ama onlarında yetkileri yok. Memur zorunlu olarak onların yaptığına güvenip altına imza atacak.

Hele Tapu dairesi? Onu hiç sorma. Geçen yıl sadece 2 memur kalmıştı da imza topladık, Kaymakamımız Genel Müdürlükten memur istedi memur öyle geldi. Halbuki her ay yapılan işler bildiriliyor. Gelen müfettişler durumu görüyor –hatta biliyorum ki bir çoğu MEMUR gönderilsin diye raporunda yazıyor- Genel Müdürlük veya bakanlık bu kadar yoğun işi bu personelle nasıl yapıyorlar, birkaç tecrübeli eleman daha gönderelim demiyor, Demez, çünkü vatandaşı umursamıyorlar. Vatandaşa bir tapu işi için 30 günden fazla bir süreye gün veriliyor kimin umurunda? Ama her işlem başına döner sermaye adı altında 55,50 YTL sorma ver parası alınıyormuş kimin umurunda? Üstelik bu paralarla Genel Müdürlük bilgisayar, yazıcı, faks, masa, araba, yani Tapu ve Kadastroda gerekli malzeme alınacak ve gönderilecek denmekte. Ama bir araştırın (her yerde) Tapu sicil ve Kadastro Müdürlükleri her yıl döner sermaye olarak kaç YTL göndermiş Genel Müdürlüğe, ne kadar YTL tutarında malzeme gelmiş müdürlüklere.

Bakanlıklar para ve memur isteme benden, mum gibi soğurum senden hesabında olsa gerek. Nasrettin Hoca eşeğine her gün biraz daha az yiyecek veriyormuş. Bir gün gelmiş ki sabah baktığında eşek ölmüş. “Tüh demiş tam açlığa alışıyordu öldü.” Resmi kurumlarda bu gidişle ya parasız ve memursuz çalışmaya alışacak veya bir gün gelecek memur ve makinalar STOP DİYECEK. hem eleman yetersizliğinden hem ödenek yokluğundan bütün RESMİ KURUMLARIN kapıları kilitli kalacak. Ama büyüklerimizin umurunda mı? Vatandaştan dilenip eksiğini tamamlayamıyorsa, işleri yürütemiyorsa ACEMİ, BECERİKSİZE çıkar isimleri. Yine de birçok amir, müdür çok dürüst. İsteseler topladıklarının, aldıklarının bir kısmını kuruma, bir kısmını kendine kullanabilir.

Deniliyor ki Memur çok, azaltılacak. Sorarım size hangi resmi kurumda işler günü gününe yapılıyor? Peki gününü gününe yapılmayan işlerin sorumluluğu memur yetersizliği değil mi? Vergi dairesi ikinci vezneyi neden açamıyor? Memuru olsa vatandaşı saatlerce bekletir mi? Neymiş randevu alınacakmış da beklenmeyecekmiş. Randevuyu kaç güne hatta aya veriyorlar hiç soruyorlar mı? İnsanların hiç acele işi olmaz mı? Yeterli memur verilse de işler gününde olsa olmaz mı? İşi olmayan kuruma verme. Ama vatandaş işini yaptırmak için saatlerce bekliyorsa, en azından İŞLER KOLAYLAŞINCAYA KADAR memur sayısını arttır.

Neymiş Avrupa ülkelerinde bu kadar memur yokmuş. Oradaki memurlar çalışıyormuş da, bizdekiler dalga mı geçiyor? Avrupa ülkelerinde her şey düzenli, kayda girmiş. İşler beyan ve bir imza ile yapılıyor. Bizdeki gibi sahtekarlık yapılamıyor. Yapanın yanına kar kalmıyor. Yanlış beyanda bulunan varsa hukuk kuralları uygulanıyor, en ağır şekilde cezalandırılıyor. Yıllarca hapis yatsa da af maf olmuyor. Bizdeki gibi bir çuval evrak istenmiyor. Siyasi iktidarlara göre hep işler tıkırındadır. Aksini söyleyen bozguncudur. Halbuki bir kez gerçekten iyi niyetle ne diyorsun diye sorup vatandaşı dinleseler gerçek ortaya çıkacak. Başbakan ve bakanların yanına bile yaklaştırmazlar ki. Ancak önceden belirlenmiş ve onlara övücü şeyler söyleyecek bir iki kişi görüşür. Uzaktan bağırsak bu sefer de azar işitmek, provakatör olarak suçlanmak var. Böyle olunca vatandaşın derdi her gün büyür. Sandık konur bu kez başka parti çıkar ama iktidar değişir, yapılanlar değişmez. 2006

KUL HAKKI

Ülkemizin % 99 u Müslüman deriz. Müslüman olan, Allah’ a Ahret’ e de inanır. Ölünce işlediği günahlar için hesap vereceğine, Cehennem’ e gideceğine de inanır. Allah’ın her suçu affedebileceğini ama KUL HAKKII YİYENİN AFFETMEYECEĞİNİ bilir. Öyleyse Müslüman bir kişi, Allah’ a, Peygamber, Meleklere, Kuran’ a, Ahrete, hayır’ a ve şer’ e inanan, beş vakit namazını kılan, ramazanda orucunu tutan, bir kişi neden rüşvet alır? Neden yolsuzluk yapar?, Neden adam kayırır? neden torpil yapar? Kendisi yapmıyor olsa bile elinde yetki varsa bunları yapılmasını engellemesi gerekmez mi? Yapan kendi arkadaşı, yandaşı, kardeşi bile olsa cezalandırmaz mı?

Peki % 99 U MÜSLÜMAN OLAN ülkemizde neden rüşvet, yolsuzluk, soygun, hırsızlık, fuhuş, kap kaç bu kadar çok? Ve neden bir türlü önlenemiyor? 2006

TÜRKÇE KURAN
Ülkemizin en ücra köşelerinde daha okullar yokken Kuran kursları vardı. Buralarda okullardan yetişmemiş, bilgileri sınırlı, bir çoğu kulaktan duyma bilgilerle, hatta hurafelerle yetişmiş, kişiler daha okul çağına bile gelmemiş küçücük çocuklara Kuran kursu adı altında doğru, yanlış bir şeyler öğretiyordu.

Bu kuran kurslarında din bilgileri dışında asıl amaç Kuran okumasını öğretmekti. Kurs süresince çocuklar Kuran’ı okumasını öğrenir, kendi başına hatasız okuyabilirse o çocuk Hatim indirmiş sayılır ve kursu başarı ile bitirirdi.

Birde Kuran’ı ezbere okumayı öğrenen çocuklar olurdu ki bunlar ailelerinin ve toplumun gurur kaynağı olur bu kişilere HAFIZ denir.

Kuran kursları artık bilgisiz kişiler tarafından verilmiyor.

Eskiden olduğu gibi okul yerine kuran kursuna gönderilmiyor çocuklar. Okul çağına gelmiş çocuklarımız okullarına gidip zorunlu olan 8 yıllık eğitimi alıyorlar. Kuran kurslarına da tatillerinde ve zorunlu eğitimi bitirdikten sonra gidiyorlar.

Fakat Kuran kurs da Türkçe öğretilmiyor. Duaların Türkçe si öğretilmiyor. Her ne kadar bir çok din alimleri Kuran mealleri, Türkçe’si diye kitaplar çıkarmışsa da bir birçoğu bir birinde farklı yorumlar yapıyor. Hatta hadisler hakkında da birbirinden tamamen faklı şeyler söylenip yapılıyor.

Peygamberin, halifelerin neleri nasıl yaptıkları, neler dedikleri hakkında da bir birinden çok farklı söylemler var. Kimileri bu konularda din alimlerinin bile kabul etmediği bir çok farklı şeyler söyleyip yapıyor ve her biri de az veya çok taraftar buluyor.

Bu nedenle insanların aklı karışıyor. Hangisine inanacak bilemiyor. Kuran’ın neleri emrettiğine, neleri yasakladığına karar veremiyor.

Peki niçin KURAN TÜRKÇEYE ÇEVRİLMİYOR?

Bütün Müslümanların Kuran-ı kerimi, hadisleri en ince teferruatına kadar bilmesi gerekmez. Ancak sade Müslümanların Kuranın emir ve yasaklarını, iman ve ibadeti, duaları ve bu duaların neyi anlattığını bilmesi ve daha bazı ana konuları bilmesi yeterli gelecektir.

Bu nedenle Kurna-ı Kerimin Türkçe’ye çevrilmesi din konusunda insanlarda bir çok kafa karışıklığını önleyecektir. Belki bir kişinin Kuran’ı Türkçe’ye tercümesi, yorumlamasına güven duyulmayabilir. Bu nedenle ülkemizde ilahiyat fakültelerinden, belli bir kariyer yapmış din alimlerinden, hatta başka ülkelerdeki din alimlerinden oluşturulacak komisyon tarafından Kuran-ı Kerim başta Türkçe olmak üzere çeşitli dillere çevrilebilir. Bunu kabul etmeyenler diyorlar ki “Kuran-ı Kerim öyle derin anlamlar içeriyor ki başka bir dilde anlattığı derin anlamın ifade edilmesi mümkün değildir.”
Bunun nedeni, Kuran-ı Kerimin Türkçe’ye çevrilmesine karşı çıkanlar halkın, sade Müslüman’ların Kuran-ı Kerimde neler anlattığını öğrenmesini istemediği için olmasın?
Eğer öğrenirlerse yıllardır Müslüman’ları “Kuran böyle diyor” diye aldatanlar bunu yapamayacaklarını bildiklerinden midir? 2006

KENT MECLİSİ

Hiçbir siyasi partide Belediye Başkanı ve belediye meclis üyeliklerine kimin aday olacağına ne siyasi parti üyeleri ne kentte yaşayanlar karar veremiyor. Her şey siyasi partilerin genel merkezince hatta lider tarafından belirleniyor. Yıllar içerisinde anlaşıldı ki, bir kentin yönetimi siyasilere ve Belediye Başkanına ve onun her isteğine evet diyen belediye meclis üyelerine bırakılamaz. Kente nelerin nasıl yapılacağına kentte yaşayanlar karar vermelidir. Bunun için de KENT MECLİSİ kurulmalıdır.

Kentte yaşayanlardan alınan paralar, devletten gelen ödenekler, alınan borçlarla trilyonlar harcanıyor ama kentin sorunları bitmiyor hatta artıyor. Her geçen gün kentler daha da yaşanmaz hale geliyor. Öyleyse başka bir yol bulmak lazım. Yıkılanların yerine yapılanlar daha güzel olmalı. Harcanan paralarla halkın daha iyi yaşayacağı, daha güzel bir kent olsun. Peki ne yapılabilir?

Avrupa’da gelişmiş ve sorunsuz kentlerin nasıl yönetildiğini, neler yapıldığını hep merak etmişimdir. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşayanlar geldiğinde bu konuları sorarım. Derler ki; orada neyin yapılacağına Belediye Başkanı karar vermez. KENT MECLİSİ karar verir. Kent meclisi, Kentin sorunları belirler. Belediye başkanı ve meclis bu konuları görüşür. Projeler üretir. Projeler için finansmanın nasıl ve nereden bulunacağını araştırır ve kent meclisine sunar. Kent meclisi projeleri ve finansman kaynaklarını inceler ve hangilerinin daha uygun olacağına karar verir. Belediye kent meclisinin uygun gördüğü projeleri gerçekleştirir. Böylece Kimsenin, kimseyi suçlaması gerekmez. Paralar çarçur olmaz. Hepsinden önemlisi kentte yaşayanlar kişisel ve örgüt temsilcileri tarafından bizzat söz ve karar sahibi oldukları için yapılanlara sahip çıkar, deste verir.

Bizde belediye başkanı ve meclisi adayları belirlenirken genelde kentin değişik sorunlarını çözmede bilgi ve beceri sahibi olanlardan seçilmez. Siyasi partilerin il veya ilçe başkanları veya ileri gelenleri, hatta bazen Belediye başkan adayları kentte yaşamayanlar arasından seçilirler. Son yıllarda Belediye başkan adayları belirlenirken bazı özellikler dikkate alınsa da genelde böyledir. Özellikle belediye meclisine gösterilen adayların çoğunun kent yönetiminde bir uzmanlığı yoktur. Kent yönetimine aday gösterilenler veya seçildikleri zaman kent yönetimi ve belediyecilik konusunda hiçbir eğitim veya kursa tabi tutulmazlar. Zaten belediye meclis üyelerinin çoğunluğu belediye başkanının partisindendir. Meclis ve encümende çoğunluk onlardadır. Belediye başkanı hiç birine danışmadan neler yapacağına karar verir. Meclis ve encümenden çoğunluk oyu ile hiç itirazsız onay çıkar. Bazı itirazlar olduğu zaman genelde tanıdık, eş dost veya rant paylaşımı içindir.

Öncelikle belediye meclisi kent yönetiminde gerek duyulacak konularda mesleğinde uzman olan kişilerden oluşmalıdır. Mühendis, mimar, hekim, mali müşavir, hukukçu, yönetici gibi kişilerden seçilmelidir. Belediye başkanı veya belediye bürokratları tarafından hazırlanan proje ve işler Belediye meclisi ve encümene getirilen konularda bilgi ve tecrübesi olmalıdır ki doğru karalar verilebilsin. Ama günümüzde hemen hiçbir belediyede bu kıstaslar aranmaz.

Kabul etmek gerekir ki; hiçbir belediye başkanı gerçek bir kent meclisi kurmaz. Bazı belediye başkanları kent meclisi ve benzer bir danışma meclisini kurduk, onunla çalışıyoruz deseler de doğru değildir. Onların kurdukları meclis ya kendi yandaşlarındandır veya o meclisin ve kurulun hiçbir yaptırım gücü yoktur. Toplantılarda ne söylenirse söylensin hepsi havada veya kağıt üzerinde kalır, belediye başkanı yine bildiğini yapar. Kentte yaşayanlar kent meclisini kurmalı ve siyasi partilere ve belediye başkanına demokratik bütün yolları deneyerek bunu kabul ettirmelidir.

Peki kent meclisi kimlerden oluşmalıdır?

Kent meclisi kentteki meslek odalarının, kentte bulunan sosyal amaçlı dernek, vakıf hatta resmi kurumların temsilcilerinden ve mahalle muhtarlarından, oluşmalıdır. Bu meclisin kurulmasına meslek odalarının temsilcileri öncülük yapmalıdır. Siyasi partiler ve belediye başkanları bunu kabul edip birlikte çalışmaya başlayıncaya kadar oluşturulacak öncü ekip kamuoyu oluşturmalı, siyasilerin tek korkusu OY silahını kullanmalıdır.

Fakat bunu yaparken hiç kimse ve demokratik örgüt kişisel çıkar veya rant peşinde olmamalıdır. Gerek kurulduğunda ve gerekse çalışmaya başladığında remi kurumlar gibi mevzuat ve bürokrasiye boğulmamalıdır. İşlevi açık, net tartışma yaratmayacak kadar sade olmalıdır.

Eğer bunu başaramazsak daha uzun yıllar hem bizim, hem kentimiz için birilerinin bir şeyler yapmasını çok bekleriz. Her beş yılda biri gelir aklına göre bir şeyler yapar. Kimse beğenmez. Bir daha seçilemez. Yeni seçilen onun yaptıklarını yıkar bozar o da kendi aklına göre bir şeyler yapar. YIKA YAPA YILLAR GEÇER. BİZİM VE KENTİN SORUNLAR HEP BİRAZ DAHA ARTAR. Bizden ve borç alınan paralarda heba olur. 15.08.2006

İRTİCA SUÇ DEĞİLMİŞ

Kadastrosu yapılacak bir köyde bilirkişi seçilecek. Şarlarından biri yüz kızartıcı bir suçtan sabıkası olmayacak. Yasa yüz kızartıcı suçların bazısını sayıyor, saydıkları içinde yalancı tanıklık geçmiyor. Ama devamında v.b diyor. Köyde bilirkişi olarak belirlenen bir kişinin “YALAN ŞAHİTLİKTEN” sabıkası çıktı. Acaba bilirkişi olabilir mi, olamaz mı? Yasayı inceliyorum yüz kızartıcı suçları sayarken bunu saymıyor. Adliyede baş savcı ağır ceza başkanına gittim, “yasada doğrudan adı geçmiyor ama bence bilirkişi olamaz” dediler.

Kadastro bilirkişisi ne yapacak? Ölçüler tarla, ev, arsa gibi taşınmazların kimin olduğunu söyleyecek ve tespit ve tesciller ona göre yapılacak. Peki Daha önce mahkemede yalancı tanıklıktan ceza alan bir kişi, kadastro sırasında da yalan söylemez mi? “Yalancı tanıklıktan sabıkası” olduğundan o kişiyi yasada yüz kızartıcı suç olarak saymadığı halde bilirkişi yapmadık.

Adalet bakanı diyor ki; “ceza yasasında irtica diye bir suç yok.”

Adalet bakanı söylüyorsa doğrudur.

Ama “İRTİCA” nedir?

Yasalarda her şey tek, tek sayılmaz. Yasaların özü önemlidir.

İrtica isteyenler ne istiyor?

Eğer yapmak istedikleri yasalara göre istekleri Anayasa ve yasalara göre yasak veya suç teşkil etmiyorsa ne ala.

Ama Anayasanın laik, demokratik hukuk devletini ortadan kaldırmak istiyor ve şeriat düzenini savunuyorlarsa irtica SUÇ değil midir? 2006

DEVLET VE HUKUK

Anayasamızda Yasama, Yürütme ve yargı olarak KUVVETLER AYRILIĞI vardır. Amaç her kurumun görev ve sorumluluklarını özgürce ve tarafsızca yerine getirmesi içindir. Yoksa hepsi birbiri ile uyum içinde DEVLET yönetiminden, halkın refah ve düzeninden sorumlu kurumlardır. Her kurumun ve görev yapan en üst düzeyden en alt seviyeye kadar herkesin görev ve sorumlulukları Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Hiçbir kişi veya kurum Anayasa ve yasalarda olmayan yetkiyi kullanamaz. Hükümetler mecliste ne kadar çoğunluğa sahip olurlarsa olsunlar Anayasaya uygun olmayan yasa çıkaramaz, bir uygulama yapamazlar. Yargı kararlarına uymak zorundadır.

Bursa’da kurulmak istenen nişasta fabrikasına ilişkin bazı işlemleri Bölge idare mahkemesi ve Danıştay iptal etmiş. Bakanlar kurulu 24.07.2002 yılında “prensip kararı” alarak şirketin devamına karar veriyor. Çevre bakanlığı buna göre çalışmaya izin verilmesini validen istiyor. Vali de buna uyup izin veriyor. Bunun üzerine vali hakkında “mahkeme kararlarına uymadı” diye suç duyurusu yapılıyor. İç İşleri Bakanı A. Kadir AKSU 7.11.2005 de “soruşturma açılmasına gerek yok” diyor. Bunun üzerine Yargıtay baş savcılığı Danıştay’a başvuruluyor. Danıştay oy birliği “Anayasaya göre yasama ve yürütme organları yargı kararlarına uymak zorundadır. söz konusu nişasta fabrikasının kurulmasına olanak tanıyan bakanlar kurulu prensip kararıyla, Başbakanlık ve Bakanlıkların yazıları kanunsuz emirdir. Bunlara dayanılarak, yargının kararlarının yerine getirilmemesinde valinin sorumluluğu vardır.” Diye karar veriyor. Şimdi Yargıtay baş savcılığı dava açılmasına gerek duyarsa Vali Yargıtay’ın ilgili dairesince yargılanacak.

Devlet memurları hangi görevde olursa olsun “yasalara uygun olmayan bir şeyi, amiri emir vermiş bile olsa yapamaz. Amir yapılması için ısrar ederse, yazılı emir ister. Amir yazılı emir verdiği taktirde o işi yapar, ancak bu durumu daha üst makama bildirmek zorundadır.” Bunu yapmazlarsa suç işlemiş olurlar ve yargılanıp mahkemeler tarafından cezalandırılırlar.

Başbakan, bakan ve milletvekillerinin dokunulmazlıkları vardır. Üst düzey Devlet memurları da bazı dokunulmazlıklar verilmiştir. Üst düzey bir bürokratın hakkında ciddi bir şikayet olsa bile ilgili Bakan izin vermedikçe haklarında soruşturma bile açılamaz. Bir memur içinde ilçe veya il idare kurulu kararı ile yargılanma kararı çıkmadan dava açılamaz. Siyasi partiler, iktidara gelir gelmez önce üst düzey görev yapanları değiştirirler. Daha sonra isteklerini itirazsız yerine getirmeyenleri ve kendilerinden olmayanları görevden alıp yandaşlarını getirdiler. Kendilerinin göreve getirdikleri kişiler hakkında ne kadar yakınma, şikayet olursa olsun bir işlem yapmadılar, yargılanmalarına da izin vermediler. Çünkü onların kendi yaptıklarından ayrı iktidarın bir çok isteğini de yerine getirmişlerdir. Yapılanların ucu sonunda siyasetçilere dayanmaktadır. Fakat son yıllarda “demokratikleşme, Kopenhang kriterleri, AB uyum yasaları” gibi nedenlerle Anayasa ve yasalarımızda değişiklikler yapıldı. Bir çok konuda Hukuk yolları açıldı. Hatta AİHM ne başvurma hakkı doğdu. Milletvekilleri dokunulmazlıkları nedeniyle yargılanıp hapis cezası almasalar da haklarında para cezası verilebiliyor artık. Bakanlar bürokratlarına yargılanma izni vermeseler de idari mahkemeler kararıyla sağlanabiliyor.

İlçemizde, Ovacık’ da Altın madeninin kapanması içinde en üst mahkemelerin kararları var. Buna rağmen maden çalışıyor. Peki yargı kararlarına rağmen çalışmasına kim, nasıl ve neden izin verdi? Mahkeme kararına rağmen Altın madeninin çalışmasına izin verenler hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2004 yılında 10 kişiye 3 er bin euro toplam 30 bin euro tazminat ödenmesine karar veriyor. Bu cezayı izni veren eski Başbakan Mesut YILMAZ ve ilgili bakan ödüyor. AİHM şimdi de 315 kişiye 3 biner euro tazminat ödenmesine karar vermiş. Sırada 1479 dava varmış ve onlar için de ayni karar verilebilirmiş. Bu durumda tazminat toplam 4,5 milyon euro olacakmış. Üstelik dava açıp tazminat alacakların bir kısmı halen madende çalışıyormuş. Bu para cezalarını da izni verenler ödeyecek. Üstelik bütün Bergamalıların dava açıp tazminat isteme hakkı da varmış. Bu işsizlik ortamında hiç masraf ve emek sarf etmeden yaklaşık 6.000 YTL (6 milyar TL) almak isteyecek çok kişi çıkacaktır.

Bu kadar büyük tazminat parasını madenin çalışmasına izin veren kararın altında imzası olanlar nasıl ödeyecek? Borç çocuklarına ve torunlarına kalmaz mı? Fakat bundan sonra özellikle üst bürokratların siyasi iktidarların sözlü ve yazılı isteklerini gözü kapalı yapamayacakları, yaptıkları taktirde yargılanmaktan ve ceza almalarından onları kimsenin kurtaramayacağı görülüyor. Buda olumlu bir gelişmedir. 2006

ÇİT

İlk insanlar toprağı işlemesini, ateşi, hayvan yetiştirmeyi bilmiyordu. Silahları taştan ve ağaçtan basit silahlardı. Küçük topluluklar halinde yaşıyorlar, avlanarak yiyeceklerini buluyorlardı. Her şey ortaktı. Yıllar sonra toprağı ekmesini, hayvan beslemeyi öğrendiler. Ama bir gün birinin çıkıp bir parça toprağın etrafına sınır (ÇİT) koyup “BURASI BENİM, KİMSE GİREMEZ” dediğinde insanlar arasındaki eşitlik bozuldu

Yıllar geçtikçe insanlar çoğaldı, köyler büyüdü. Düşmanlıklar arttı. Bütün topluluklar kendilerini korumak adına yeni silahlar geliştirmiş. Köylerini korumak için etrafını çitlerle çevirmişler. Tekerlek bulununca arabalar yapılmış. Önce arabaları kendileri çekerken daha sonra büyükbaş hayvanları evcilleştirip onlara çektirmişler. Ulaşım ve nakliye kolaylaşmış. Savaş aletleri daha tehlikeli olmuş. Bu nedenle topluluklar kendilerini korumak için kaleler, şatolar yapmış. Ailesi kalabalık, güçlü olanlar kendilerini, bey, kral ilan etmişler. Paralı askerler tutmuşlar. Emirlerine karşı gelenleri öldürmüşler. Topraklara sahip çıkmışlar. Bu toprakları insanlara kiralamış ve onlardan vergi almışlar. Böylece daha da zenginleşip güçlenmişler. Toprak ve zenginlik arttıkça daha da aç gözlü, doymak bilmez olmuşlar. Komşu toplulukların topraklarına göz dikmişler. Kendi insanlarını savaşa göndermişler ve yeni topraklar, ganimetler elde etmişler. Emirlerindeki halk öldükçe beyler, krallar daha da zenginleşmiş. Savaşı kaybeden insanlar köle yapılmış.

Önceden çok tanrıya inanırlarken, daha sonra tek Tanrıya inanmışlar. Tanrı ile kul arasındaki ilişkiler için din adamları çıkmış. Tanrı böyle diyor, Kutsal kitap böyle yazıyor diye din adına kurallar koymuşlar. Bu kurallara uymayanları dinsiz, cadı, şeytana tapıyor diye işkencelerden geçirmişler, yakmışlar, öldürmüşler. Dediklerini yapmayan kralları Aforoz etmişler. Özür dilemeden, isteklerini yapmadan af etmemişler. Halkı hep Tanrı emirleri diye kendi çıkarlarına şeyler söyleyerek kandırmışlar. Din adına savaşlar çıkararak halkı savaştırmışlar. Hatta para ile cennet’ in anahtarlarını satmışlar. Din adamları zenginleştikçe zenginleşmiş, halk fakirleşmiş, din adamlarının kölesi olmuş. Din adamları yüz yıllarca halkı kandırmak için Tanrı böyle dedi, kutsal kitap böyle yazıyor diye din adına yalan yanlış bir çok şeyler söylemişler. Ancak zamanla bilim adamları onların dediklerinin doğru olmadığını kanıtlamışlar. Onları şeytan, cadı diye din mahkemeler kurup sözde yargılayarak işkencelerle idam etmişler hatta canlı, canlı yakmışlar.

Yıllar geçtikçe halk din adamlarının daha fazla kölesi olmuş ve fakirleşmiş. Başta kralda olsa en iyi topraklara din adamları el koyuyormuş. İlim ve buluşlar geliştikçe din adamlarının yıllardır söylediği şeylerin hemen hepsinin yalan olduğu anlaşılmış. Sonunda krallar halkı din adamlarına karşı ayaklandırmış. Din adamları her şeylerini kaybedeceklerini anlayınca krallarla anlaşmış. Krallar toprakların hükümranı olacak, din adamları onların işine karışmayacaklar, fakat onlarında toprakları, ibadethaneleri, halktan vergi alma yetkileri olacak. Krallar istediklerini elde edince din adamları ile anlaşıvermiş. Vatandaş bu kez kralların, beylerin kölesi olmuş. Onlar yine topraksız kalmış. Ektiği toprakların kirasını eskiden din adamlarına verirken, şimdi krallara, beylere veriyormuş. Halk için değişen hiçbir şey olmamış. Yıllarca kral ve beylerin sömürüsü altında yaşamış.

Yıllar geçmiş şehirler büyümüş. El sanatları gelişmiş. Hatta bazı makineler yapılmış. Şehirlerde okuma yazma oranı artmış. Şehirde yaşayanlar tüm yetkilerin, toprakların, zenginliklerin krallarda olmasına karşı çıkıyorlar ama onları devirmeyi başaramıyorlarmış. Halkı EKMEK VE ÖZGÜRLÜK vaad ederek ayaklandırmışlar. Krallar devrilmiş. Ülke yönetimlerine kendileri gelmiş. Yasalarla halka da bazı haklar verilmiş. Ama bu kez burjuva iktidarı egemen olmuş. Parası, üretim araçları ve gücü olanların iktidarı başlamış. Fabrikalarda çok kötü şartlar altında günde 12 –15 saat ve düşük ücretle çalışıyorlarmış. İktidarda, fabrikaların ve büyük toprakların sahipleri olduğundan yasaları istedikleri gibi çıkarıyor, çalışanların örgütlenmesine izin verilmiyormuş. Her sınıf elde ettiği her şeyi halkın gücü ile almış ama kendi haklarını aldıktan sonra sıra halkın alacağına gelince durmuş ve onunda bazı haklar elde etmesine izin vermemiş.

Ta ki emekçiler örgütlenip, sendikalarını ve grev hakkını kabul ettirene kadar. Siyasi partilerini kurup iktidara gelmek için mücadele etmeye başlayıncaya kadar. 19.12.2006

HALKIN GÜCÜ

Biz, DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, İNSAN HAKLARINI, sadece kendimiz için değil herkes için istiyoruz. Bizler demokrasiyi sizin gibi, sadece kendi istediklerimizi elde edinceye kadar araç olarak değil, sürekli gelişmek, ülkemizin ve tüm insanlığın refahı için savunuyoruz. LAİK, DEMOKRATİK ve CUMHURİYET ile yönetilen bir ülkede yaşamak isteyen bizler sandığınız gibi bir avuç insan değil, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturuyoruz. Bizlerin az ve güçsüz görmekle yanılıyorsunuz.

Bizler çağdaş, ilerici, bilinçli vatandaşlarız. Küçükten kuran kurslarında kafaları hurafelerle doldurulan, Atatürk, laiklik ve demokrasi düşmanlığı ile yetiştirilen, her denileni yapan kişilerden değiliz. Dini inançlarından, iyi niyetlerinden, cehaletlerinden ve çaresizliklerinden yararlanarak kandırdığınız oylarını aldığınız kişilere benzemeyiz. Biz, yolsuzluklara bulaştığı, halkı kandırdığı, verdiği sözleri tutmadığı anlaşılan partilere, liderlere oy vermeyiz. Biz Laik, demokratik ve cumhuriyete bağlı kişiler kim olursa olsun hiçbir parti veya siyasetçinin arka bahçesi, neferi olmadık, olmayız.

Atatürk’ ün kurduğu Demokratik, Laik Cumhuriyetten memnun olmayan, bu düzen yerine din kurallarını egemen kılmak, ŞERİAT düzenini getirmek isteyenler hep oldu. Ancak yakın zamana kadar bu heveste olanların başarılı olacağına kimse ihtimal vermiyordu. Son yıllarda Demokratik, Laik Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkalaplarına bağlı olduğunu söyleyen siyasi partiler ülkeyi o kadar kötü yönettiler ki, ülkede YOLSUZLUK, YOKSULLUK VE İŞSİZLİK, ENFLASYON, HAYAT PAHALILIĞI o kadar yaygınlaştı ki vatandaş bütün siyasetçilere güvenini kaybetti. İşte bu sırada değiştiklerini, laikliğe, Atatürk ilke ve İnkalaplarına, demokrasiye bağlı olduklarını söyleyen kişiler ismini ADALET VE KALKINMA PARTİSİ olarak belirleyip kısaca “AK Parti” yani “temiz parti” okunacak şekilde tanıtan bir parti kurdular. Bu partiyi kuranlar, yönetimine gelenler, Anayasa mahkemesi tarafından defalarca LAİKLİK KARŞITI olduğu gerekçesi ile kapatılan Milli Görüş geleneğini savunan siyasi partilerin zihniyetinden geliyorlardı. Bilinçli laik demokrat seçmenlerin diğer siyasi partileri boykot ederek oy vermemesi, bir kısım çaresiz kişilerin bir defa deneyelim diye düşünmesi ve eski Milli Görüş geleneğine bağlı kesimin oylarını da alması ve seçim yasasının antidemokratikliği, yüksek barajların bulunması nedeni ile toplam seçmenin % 26 sı, geçerli oyların ise % 34 ünü alarak AK parti tek başına, hem de Anayasayı bile değiştirecek bir çoğunlukla iktidar oldu.

İktidara geldiğiniz 3,5 yıldan bu yana bütün yaptıklarınızdan sonra bizler, ülke geleceğinden kaygı duyuyoruz. Demokratik Laik Cumhuriyetin yıkılarak yenine dini esaslara dayalı bir düzen ŞERİAT düzeni kurulacağı kaygılarını taşıyoruz. Bu korku ve kaygıyı sadece biz değil, 40 yıl ülkemizde siyasi hayatta kalmış, 6 defa gidip 7 defa gelmiş, başbakanlık ve son olarak da cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişi. Olan Süleyman DEMİREL’ de taşıyor. Başbakanlığı döneminde seçim gezilerinde Kuran hediye edilen, her Cuma camiye giriş ve çıkışları TV ve basında yer alan ve bunu oy için kullanan kişi. Köylere okuldan önce cami, öğretmenden önce Kuran kursu hocası gönderilen bir iktidarın başı. ERBAKAN’ ın “bizim arka bahçemiz” dediği, şimdiki iktidarın üniversitelere, harp okullarına serbestçe girmesi için her yolu denediği İmam hatip okullarını açan ve yaygınlaştıran siyasi partinin lideri Süleyman DEMİREL’ de bizle ayni görüşte.

Bu ülkenin birlikteliğinin temeli ülkenin DEMOKRATİK LAİK BİR CUMHURİYET yönetimidir. Kimsenin bunu değiştirmeye gücü yetmez ve yetmeyecektir. 17 ve 18 mayıs 2006 günleri gösterilen tepkiler ülkedeki bu güçlerin çok azı idi. Eğer halkta Demokratik, Laik Cumhuriyetin tehlikede olduğuna inanç yerleşirse halk vekillerine verdiği yönetim yetkisini onların elinden almasını da bilecektir. Bu dipten gelen dalgayı kimse engelleyemeyecektir. 2006

FRANSA GENÇLERİ – TÜRKİYE GENÇLERİ

“Üniversitelilerden ses seda çıkmıyor. Üniversiteler toplumların güneş giren pencereleridir. Üniversiteli siyasetten uzak durmalı diyordu Anayasayı yapan paşam. Tamam da sağlıktan ulaşıma, sokak güvenliğinden dışa bağımlılığa, sokak çocuklarından nüfus artışına, çirkin yapılaşmadan, çevre ve doğa yağmasına, sosyo–ekonomik bin bir derdin altında Türkiye yok olurken Üniversiteli neden ses vermez? Üniversiteliyi ilgilendiren bir tek sosyal yada ekonomik sorun yok mu? Hiçbir şeye canı sıkılmaz mı? Şimdilik mutlu, araba tamponlarını, jant kapaklarını tanıyor, Okan BAYÜLKEN’ e bayılıp, Polat ALEMDAR’ ı konuşuyor. Memlekette olup bitene ise ilgisiz. Bu ülkede yok sanki. Yıkılmakta olan çatının altında bir millet kalacağını hiç dert etmiyor. Ama diploma aldığında bu harabede onu kimsenin beklemediğini anlayacak. Kapılar kapalıdır. İş – miş yok. Lokma yerine ağıt düğümlenecek boğazına. Geceleri yastığının altına sokacak başını ve ağlayacak.” Bekir COŞKUN yazısında böyle diyor özetle.

Ülkemizde Üniversiteli ilgisiz. Ülkedeki sorunları umursamıyor bile. Siyasi partilerle ilgilenmiyor, sağdan soldan bihaber. Seçimlerde oy vermiyor, vermeyi de düşünmüyor. Ülke, dünya, çevre sorunları hakkında hiçbir fikri yok. Çoğu işsiz, harçlığını bile babası veriyor. Çalışanların da çoğu sigortasız. Şanslı veya torpilli olanlar asgari ücretle ve sigortalı çalışsa da sendika, iş güvencesi yok. Ama cep telefonu hem de kameralısı var. Babası en ucuz sigarayı içerken, en iyisini içiyor. Markalı giyinip kızlı erkekli park, pastane, disko artık neresi olursa gidiyor, eğleniyor. Kitap, gazete okumak, TV, radyoda haber dinlemek yok. Hayat pahalılığı, enflasyon, sosyal güvenlik onlar için bir şey ifade etmiyor.

Peki FRANSIZ GENÇLİĞİ, üniversiteli hatta liseliler neden sokaklarda günlerdir? İşçiler neden genel greve gidiyor? Çünkü GELECEKLERİNE SAHİP ÇIKIYORLAR. Okullarını bitirdiklerinde işsiz kalmamak için mücadele ediyorlar. Yeni çıkan yasaya göre 26 yaşından küçükler 2 yıllık deneme çalışmasından sonra hiç nedensiz işten çıkarılabilecek. İşte Üniversiteli ve liseli gençlik, buna karşı çıkıyor. İşçiler, sendikaları ile destek veriyor gençlere. Hükümet küçük değişiklikler yaparak yatıştırmak istiyor. Ama kanmıyor buna gençler. Genel grev kararı alıyor.

İşte bunun için Fransa’nın demokratik, laik bir cumhuriyet olduğunu kimse tartışmıyor. . Siyaseti sadece siyasi parti üyeleri yapmıyor. İktidarlar meclis çoğunluğuna dayanarak istedikleri yasaları çıkaramıyorlar. Eğer bunu yapmağa kalktıklarında sağcı, solcu hangi görüşten olursa olsun, isterse iktidar partisinin militanı olsun öğrencisi, işçisi bir araya geliyorlar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demiyorlar. Ben haklarımı almışım, onlar düşünsün demiyorlar. BU GÜN ONLARI HAKKINI KISITLAR YARIN BENİMKİNİ. ONLARIN HAKKI KISITLANIRKEN BEN SESSİZ KALIRSAM BENİM HAKKIMI KISITLARKEN BAŞKALARIDA SESSİZ KALIR DİYE DÜŞÜNÜYORLAR. İşte örneği. Üniversite, lise gençliği sokaklarda. Sağcı, solcu sendikalar destekliyor gençleri. Ne kadar direnirse dirensiz iktidar sonunda yasayı çıkaramayacak.

Neden AB’ ye üye yapmıyorlar? Neden Fransa gibi saygın olamıyoruz? Bu nu düşündüğümüzde çok şeyi anlayacağız. Ama bizim bir eksikliğimiz de DÜŞÜNME TEMBELİ OLMAMIZ DEĞİL Mİ? 2006

ŞARK KURNAZLIĞI

Ne kadar yönümüzü batıya dönsek de kafamızdan şarklılığı atamıyoruz. Şaklı gibi düşünmekten, giyinmekten, davranmaktan vaz geçemiyoruz. Belki de yüzlerce yıldır Osmanlı İmparatorluğu ve daha öncesinden hep ŞARKLILIĞI benimsememizdendir. Çok iyi yaptığımız ŞARK KURNAZLIĞIDIR. Aslında başka türlü düşünüyoruz, başka türlü davranmak istiyoruz. Bunu açıklarsak karşımızdakinden hiçbir yardım alamayacaksak, sanki onlar gibi düşünüp davranacağımızı söyleriz. Karşıdan alacağımızı aldıktan sonra da bildiğimizden şaşmaz, dilediğimiz gibi davranırız. Üstelik onları nasıl kandırdık diye kurnazlığımızla gurur duyar bıyık altından güleriz.

Peki böyle yapmakla karlı mı, yoksa zararlı mı çıkarız? Bunu hiç düşünmeyiz.

O zaman alacağımızı aldık ya hakkımızda ne düşünürlerse düşünsünler umurumuzda bile değildir. Ta ki tekrar onlara ihtiyacımız oluncaya kadar.

Fakat tekrar onlara ihtiyacımız olduğu zaman nasıl inandıracağız? İnandıramayız. Karşımızdaki en ufak bir şey istediğinde bir daha ya vermez veya sağlam garantiler ister.

Hep böyle olmuştur ve olmaktadır. Bütün bunlar bize Arap ülkelerinden geçmiş olsa gerek. Ama cahillikten ama binlerce yıldır böyle görüp böyle davrandıklarından bilinmez, Arapların ikili oynamakta üstlerine yoktur. Akılları sıra seninle dostturlar ama, ayni zamanda arkandan kuyunu kazarlar. Birinci dünya savaşında İngiltere ile iş birliği yaparak Osmanlıyı arkasından hançerlemiştir. Şarklılar; ağır kanlıdır. değişen dünyaya karşı ilgisiz ve katı, kayıtsızdır. Genelde cahil, kaba ve kurnazdırlar. Kandırdıklarından emin olarak kolayca yalan söylerler. Paraları varsa bile yoksul görünmeyi hüner sayarlar. Yağmuru, rüzgarı ve güneşi bile lazım olmadıkça düşünmezler. Birbirlerinin haklarını çiğnemeyi, komşusunun hakkını gasp etmeyi kurnazlık sanırlar. Kız çocuklarına hiç değer vermezler. Erkekler eşlerini döverler. Dışarıda ezildikçe, hor görüldükçe evde eş ve çocuklarına zulüm kesilirler. Ancak kendileri haksızlığa uğrarlarsa karşı çıkarlar.

Karşılıksız kimseye yardım etmezler. Kedi ve köpekleri kavga etti diye bile en yakın komşuları ile kavga ederler. Komşularının evlerine ancak ölümlerde ve düğünlerde giderler. Binlerce yıldır yeniliği kabul etmeden babalarından, dedelerinden nasıl gördülerse sadece öyle davranırlar. Bu nedenle geri kalmışlardır. Bu nedenle ellerindeki hazinenin kıymetini hiç bilememişler devamlı yoksul kalmışlar, kalkınamamışlardır. Her zaman aldanmak korkusu içinde sürekli birbirlerini aldatırlar.

Yoksulluktan kıvrandıkları halde bunun Allah’tan olduğuna inanır ve bir lokma yiyecekleri var diye şükür ederler. Tembeldirler, çalışmayı sevmez, akşamdan uyurlar. Kendi dünyalarından başka bir şeyi düşünmek gibi tutkuları yoktur. Hayal güçleri kıttır. Hiçbir yeniliğe inanmaz ve ilgi duymazlar. Hatta verimi yüksek bir tohum bile olsa sonucunu görmeden inanmazlar. Dünyanın gelişimine hiç bir katkıları yoktur. Mal, mülk düşkünüdürler. Ülke onlar için Küçücük topraklarının başladığı ve bittiği yerdir. Her şeye karşı, birer kaya parçası gibi sert, kaygısız, ilgisiz dururlar, yeter ki kendilerine zararı dokunmasın. Bizler hala daha bu şark kurnazlığını kafamızdan atamadık. Ne kadar, aydın, demokrat ve ilerici olduğumuzu iddia etsek de hala kafamızın içinde cin fikirler, kurnazlıklar bir köşede saklı. Bir zaman gelip bu fikirlere başvurmaktan kendimizi alamıyoruz.

Söylenenlere baksak ülkemizde ATATÜRKÇÜ olmayan yok. Bazıları Atatürk’ü hiç sevmiyor hatta nefret ediyor. Çünkü Atatürk, Padişahlığı ve halifeliği kaldırdı, Cumhuriyet rejimini, ve LAİKLİĞİ benimsedi, kadına seçme ve seçilme hakkı verdi, cahil halkı kandıran dini dernek ve tarikatları, kapattı şıhlığı, şeyhliği yasakladı, tek eşliliği, medeni nikahı getirdi, Osmanlı – Arap alfabesinden Latin alfabesine geçti, kılık kıyafet devrimi yaptı.

Hepsinden önemlisi DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİNİ yasakladı.

İşte bun nedenle Atatürk’ten yıllarca nefret ettiler. Bu kişiler Atatürk nefretlerini daha küçükten çocuklarına, torunlarına da aşıladılar.

Atatürk’e bu nefretlerini aşılayacak genelde cahil ve yoksul kesimlerden taraftar bulmuş olsalar da ülkede büyük çoğunluk Atatürk’ü seviyor, onu hürmetle anıyor ve onun yaptıklarını doğru buluyor. Bunun üzerine Atatürk’ü açıkça kötülemekten vaz geçtiler. ŞARK KURNAZLIĞINA, takiye yapmaya başladılar.

Kendilerinin de Atatürkçü olduklarını, kendi yaptıklarının da onun ilkelerine uygun olduğunu söylemeye başladılar.

Ama bazen ağızlarından kaçırıp gerçek amaçlarını dışa vurdukları, taraftarlarının Atatürk büst ve resimlerine saldırdıkları, gizli kuran kursları açıp şeriat propagandası yaptıkları, kadınları kara çarşafa sokmak ve dışarı çıkarmamak için çeşitli çareler aradıkları açığa çıktı, çıkıyor.

Bu gün ülkemizde en yetkili ve bilgili kimseler demokrasi ve Laikliğin tehlikede olduğunu söylüyorlar. TV de yazılı basında devamlı bu konular yazılıp konuşuluyor.

Peki bu günlere gelinmesinden kim sorumlu? Atatürk’e bağlı, onu gerçekten seven kişiler nerede? Gerçekten Laik cumhuriyete sahip çıkacak kimse yok mu? İnsanlar umursamıyorlar mı? Yoksa nasılsa birileri sahip çıkar bize gerek yok diye mi düşünülüyor?

Suçu kimsede aramaya gerek yok. Gerçek suçlu bizler değil miyiz Atatürkçüyüz dedikleri için oy verdiğimiz kişiler ülkemizde, işsizliği, yolsuzluğu yaygınlaştıran, ülke gelirini adaletsizce dağıtıp bir avuç zengine kazanla verirken çoğunluğa kırıntısını bile vermediği halde defalarca iktidara getiren? Bizler değil miyiz muhtıra ve darbelerle ve oylarımızla devrildikleri halde bir süre sonra yine oy verip iktidar ve muhalefet olarak ülke yönetimine getirenler? 2006

ŞERİAT TEHLİKESİ

Demokrasi, insan hakları ve özgürlük denilince sadece TÜRBANI anlıyorlarsa, Kültür ve sanat denince sadece İslam kültür ve sanatını anlıyorlarsa, TRT nin bütün kanallarında dini programlar her geçen gün artıyorsa, Bazı özel TV ler de hep dini programlar yapılıyorsa, her mevkide yönetim kademelerine ataması yapıların çoğunun eşi türbanlı ise, üst görevlere hiç bayan atanmıyorsa, İmam hatip Lisesi mezunlarının Askeri lise ve Harp okullarına girebilmesi için her yol deneniyorsa, kaçak kuran kursu açanlara ceza verilmesine karşı çıkılıyorsa ve bir çok somut gösterge varsa,
Cumhurbaşkanının söylediklerine katılmamak mümkün mü? Ben de Cumhurbaşkanının kaygılarını taşıyorum. 2006

VETO

Başbakan, devamlı olarak üst görevlere getirmek istedikleri kişileri Cumhurbaşkanının VETO ettiğinden yakınıyor. Hatta cumhurbaşkanını çok sert bir şekilde eleştiriyor. Halbuki, Başbakan kendi bakanlarının üst görevlere getirmek istediği kişileri devamlı VETO ediyormuş. Bu güne kadar bir, iki değil çoook sayıda atamayı veto etmiş. Yani bakan ataması yapılacak kişinin ismini kararnameye yazıyor. Başbakana imzaya gelince, Başbakan bu kişiyi beğenmiyor, değiştir diye bakana geri gönderiyormuş. Peki ilgili bakan, Başbakanın Cumhurbaşkanı için söylediklerini söylerse, Başbakan ne yapar? Tazminat davası açıp para mı ister, yoksa o bakanı görevden mi alır? 2006

ATIK

Evlerde tuvaletsiz ev şimdi kalmadı ama, yakın zamana kadar bazı köylerde evlerde tuvaleti yoktu. O zaman insanlar tuvaletini ya bir hendeğe, yada çalı kuytusuna yapardı. Kanalizasyonlar olmadan evlerin lavabo suları sokaklara akıyordu. Tuvaletler için ise herkes bahçesinde bir çukur kazar oraya akıtırdı. Bu çukur dolunca, bir gece kovaya, varile v.b doldurulur beygir arabaları ile götürülüp bir dereye atılırdı.

Kanalizasyonlar yapıldıktan sonra FOSEPTİK depoları olmadığı için kanalizasyonların ucu ya derelere veya denizlere açılır, atıklar oralara akıtılırdı. Fabrikalar ayni insanlar ve evler gibi. Onlarında atıkları var. Üstelik bir çoğu zehirli ve tehlikeli. Fabrikada işlenen malın işe yaramayan, kısımları, kullandıkları kimyevi maddenin kalan kısımları, hatta kullandıkları kirlenen suyu atmaları gerek.

Peki bunları nereye atacak? Eğer depolama tesisi yoksa ya dereye, ya denize akıtacak. Bunu yapamıyorsa varillere koyup toprağa gömecek. Ülkemizde kaç tane fabrika var? Bunlar üretimden sonra ne kadar ve nasıl bir atık çıkarıyorlar? Atık depolama veya işletme tesisi kurmuşlar mı? Ve atık işleyen tesise, atıklarını götüren var mı? YOK. Peki bu fabrikalar atıklarını ne yapıyorlar? NE YAPACAKLAR? Ya denize, ya derelere akıtacak veya toprağa gömecek.

Bu güne kadar bu fabrikalara KARDEŞİM SİZ FABRİKANIZIN ATIKLARINI NE YAPIYORSUNUZ? Diye hiç sormamışlar. Şimdi toprak altında çıkınca şaşırıyor ve kızıyorlar.

Aslında biliyorlar, çünkü bu gibi suçlara ağır ceza hükümleri getirilen yasa 2 yıl önce çıktığında “eğer yasa hemen uygulamaya girerse bütün belediye başkanlarımız (çoğu AKP li) ceza alır, hapse girer” diye yasanın yürürlülük ekim / 2006 tarihi diye belirlenmiş. 2006

FUTBOL TERÖRÜ

SPORDA ŞİDDET VE TERÖR polisiye önlemlerle önlenemez.

Futbolda her yıl neden hep 3 büyük takımdan biri şampiyon? Bu takımlar (özellikle FB) yenilgiyi hazmedemiyor. Yenilgilerinin nedeni ya hakem yakmıştır veya saha çok kötüdür. Rakibin çok iyi oynadığı bile düşünülmez.

Öyle kişiler bilirim ki kültürlü, olgun ve her zaman doğru karar verir. Ama tuttuğu takımın yenilgisini bir türlü hazmedemez.

Her hafta 4 gün (Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi) resmi özel tüm TV’ ler de FUTBOL MAÇLARI saatlerce tartışılır. Her kritik pozisyon her kameradan defalarca ağır çekimde izlenir. Sonra da fetva verilir. HAKEM GÖRMEMİŞ, YAKTI TAKIMI. Yenilen takımların Teknik direktörleri yerden yere vurulur. Yazdıkça, özellikle aykırı yazdıkça, TV de konuştukça para alıyorlar. “Gel takımı sen kur” deseler hepsi kaçar. Çünkü yazarken, konuşurken hiçbir sorumluluk yok. Takım kurarsan rezil olmak var ucunda.

Özellikle 3 büyük takımın teknik direktörünü eleştirmek hiç kimsenin harcı değildir. Çünkü bu kişiler Avrupa’da kendini kanıtlamıştır. Takımı yenilebilir, hatalı olabilir ama kimse onun işi bilmediğini söyleyemez. Başarısız olan işi bilmediğinden değil uyum sağlayamadığından Zaten böyle olunca gidiyor.

Her hafta TV de 4 gün, Gazetelerde her gün taraftarı kuracaksın, kışkırtacaksın, şartlandıracaksın sonra şiddetin suçlusunu arayacaksın.

Böyle okunca FUTBOL TERÖRÜ biter mi?

Belki de bazıları bitsin istemiyor.

Biterse haftada 3 gün TV ye çıktığı için, gazetede her gün ahkam kestiği için bilmem ne kadar para alan spor yazarları ne yapacak?

TV lar nasıl reklam alacak?

FUTBOLDA ŞİDDET biterse ilgi azalmaz mı?

Bazı iş adamları paralarını nasıl aklar?

İspanyayı 40 yıl FAŞİZM altında yöneten FRANKO bunu 3 F ile başardım (biri FUTBOL) demiştir.

En çok ağırıma gidende İSİMLERİ BİLE SATTILAR. TÜRKİYE BİRİNCİ LİGİ “TÜRKCEL”, TÜRKİYE KUPASI “FORTİS” OLDU. 2006

FB KESİN ŞAMPİYON

Diyarbakır sporun düşmesi kesinleşti. Birkaç gün önce bu yıl düşmenin kaldırılacağı, ligin 21 takımla oynanacağı konusunda yasal değişiklik yapılacağı medyada yer almıştı.

09.05.2006 Salı günü CHP gurup toplantısında Deniz BAYKAL, aflara hep karşı olduklarını, konulan kuralların sık, sık değiştirilmesine karşı olduklarını, herkesin kuralları bilerek yarıştığını ve kimsenin bundan şikayetçi olamayacağını söyledi.

Ama dedi, Diyarbakır ve Samsun spora çok üzülüyorum, özellikle Diyarbakır sporun ligde kalması gerekir. Evet futbol bir spor yarışmasıdır ama esas olan sevgidir diye ilave etti. Ve devam etti. Eğer Diyarbakır spor ligden düşerse başta FB, GS, BJK, TS gibi büyük takımlar ve batı Anadolu illerinin takımları maç için Diyarbakır’a gitmeyeceğinden kardeşlik duyguları zedelenir.

Kısaca BAYKAL bu yıl ligden düşme kalksın diye verilecek yasa teklifini CHP destekleyecek dedi.
Doğuda birinci ligde takımı olmayan sadece Diyarbakır mı var? Tunceli, Hakkari, Van, Şırnak ve diğer iller ne olacak? Anadolu’da da bir çok ile gitmiyor büyük takımlar onlar ne olacak?

Erzurum da doğunun en büyük illerinden değil mi? O düşerken neden yasa çıkarıp düşme engellenmedi? Bu ayrımcılık değil mi? Diyarbakır’ı memnun ederken diğer illeri darıltmış olmaz mısınız?

Eğer FUTBOL, doğu ve güneydoğudaki sorunları bitirecekse, her kesin kavgasız dövüşsüz, kardeşçe yaşamasını sağlayacaksa, kin ve nefret yerine sevgiyi aşılayacaksa, bir yasa çıkarın “3 BÜYÜKLERİN futbol takımları YILDA EN AZ BİR KEZ DİYARBAKIRDA MAÇ YAPSIN.” Hatta voleybol, basket takımları da gelsin.

Siyasetçiler ve siyasi partiler süslü laflarla insanları aldattıklarını sanıyorlar ama yanılıyorlar. Herkes biliyor ki bütün bunların yapmalarının amacı sadece ve sadece hep oy.

SİYASETÇİLER Bazı illere hava alanları da yapmıştı. Hiç uçak inmedi, yıllardır hayvan otlatılıyor. Bu hava alanlarını neden yaptılar? Hep oy için. Yıllar önce temeli atılan trilyonlar harcanıp bitirilemeyen ve çürüyen bir çok bina sık, sık haber oluyor medyada. Bu binalara hep seçimlere yakın başlanmıştı. Peki neden? Hep oy için. Yine yıllardır temeli atılıp başlanmayan, kabası olmuş ama bitirilemeyen ve bitirilemeyecek olan bir çok fabrikalara neden başlanmıştı? Yine oy için değil mi? Buralara harcanan paralar kimin paralarıydı? Milletin trilyonları. Kimseye hesap sorabildi mi?

Birçok ilçeyi il, bir çok köyü ilçe yapan, ilk ve orta öğretim için bile yeterli binası olmayan illere üniversite kuran ve bir çok ilçeye yüksek okul ve fakülte açan siyasetçiler bunları yine oy için yapmadılar mı?
Sorarım size bunları yapan siyasetçiler ve partileri şimdi nerede? Neden oy alamadılar? Halkı bir kandırdılar, iki kandırdılar, halk baktı ki bunların hepsini oy için yapıyorlar hepsini sandığa gömdü.

Halk bunları öğrendi, siyasi partiler, yıllanmış tecrübeli siyasetçiler öğrenemediler, halkı .hala kandıracaklarını sanıyorlar.

Ayni gün TV de 14.00 haberlerinde futbol federasyonunun, şampiyonluğu ve ligden düşmeyi etkileyecek 6 maçın ayni saatte başlatılıp ayni saatte bitmesi için tedbirler almış. Bu maçlara ikişer gözlemci gönderecekmiş.

Lig bitmeden Siyasi partiler “bu yıl ligden düşme olmayacak, bunun için yasa çıkaracağız” derlerse düşme sınırındaki takımlar maça asılır mı? Özellikle ligde kalması için en az 1 puana ihtiyacı olan ve şampiyon adayı FB ile oynayacak olan Denizli spor nasılsa yense de, yenilse de ligde kalacak acaba maçta ne yapar? Böyle bir durum FB nin şampiyonluğunu şimdiden garanti altına almak olmaz mı?

Federasyon hiç zahmet etmesin. Çünkü böyle bir yasa çıkarılacak olursa maçlarda olay halan çıkmaz. Sadece adaletsizlik olur. 2006

EN YAKICI SORUN

Evet; demokratik, laik cumhuriyet devleti yerine şeriat düzeninin egemen olacağı İslam devletini kurulması, irtica-gericilik tehlikesi var. Hatta değişik kimlik ve uygarlıkların temsilcisi olan ve binlerce yıldır birlikte yaşayan Anadolu halkının barış içinde birlik ve beraber yaşaması yani ülke bütünlüğünün tehlikede olduğu kaygısında olanlar her geçen gün artmakta. Peki bu tehlikeyi önlemenin yolu nedir?

Muhalefette bulunan partiler 4 yıldır iktidarda olan AKP zamanında bu tehlikelerin arttığını söylemekteler. Bu tehlikelerin ortadan kaldırılması için kendi partilerinin iktidara gelmesi gerektiğini söylemekteler. Özellikle ana muhalefet partisi CHP ve lideri laik, demokratik cumhuriyetin tehlikede olduğunu ve bunun için halkın ilk seçimde Atatürk’ün kurduğu CHP ye oy vereceğini ve iktidar yapacağını ummakta.

Ancak halk ise, irtica-gericilik, terör ve bölücülük tehlikelerini kabul etse de en yakıcı sorunun, İŞSİZLİK, YOKSULLUK, YOLSUZLUK olduğunu söylemekte. Yapılan anketlerde güvenilir kişi ve kurumlar arasında politikacılar ve siyasi partiler en altlarda çıkmakta. 4 yıllık iktidarı sırasında AKP yıprandı, oy kaybediyor, peki muhalefet partilerinin hiç biri neden oylarını arttıramıyor? Neden anketlerde oy oranları AKP nin üzerinde çıkmıyor?

Çünkü, muhalefet partileri, var olan sorunların çözümü için alternatif bir program üretemiyor. Çünkü, yaptıkları tek şey sadece iktidarın yaptıkları yanlışları dile getirmek. Çünkü, halkın en yakıcı sorunları içinde öncelikli olarak İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUK en acil olduğunu unutmaları.

Eğer, CHP ve diğer muhalefet partileri “HALK ARTIK AKP ye OY VERMEZ, BİZE VERİR” diye düşünüyorlarsa çok fazla yanılıyorlar. AKP kesinlikle oy kaybecek, ama kaybettiği oylar muhalefet partilerine gitmeyecektir. CHP, DYP; ANAVATAN, MHP, DSP ve diğer muhalefet partileri öncelikle İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUK sorunlarını çözeceklerine halkı inandıramazlarsa AKP den kaçan oylar ve önceki seçimde oy kullanmayan seçmenler sandığa gitmeyecektir.

AKP kendine oy verecek seçmenlerinin tamamını sandığa götürecek, oy kullanan seçmenin en fazlasının oyunu alacak, belki bu kez % 26 değil ama % 15 oy alacak ve en fazla milletvekilini çıkaracak, oyların dağılımına göre yine tek başına iktidar olacaktır. 31.10.2006

BU KADARDA İNSAFSIZLIK OLMAZ

Cumhurbaşkanının yasayı veto gerekçelerin okuyunca, kendilerine kıyak maaş ve emeklilik hakkını alırken işçiye, köylüye, çiftçiye, küçük esnafa, memura nasıl bu kadar insafsız olunur? Böyle bir yasaya vicdanları sızlamadan nasıl EVET dediler? Diye düşündüm. DAHA BİR İŞİ OLMAYAN milyonlarca çoğu genç insan şimdilik sessiz. Beki İŞ OLMADAN SOSYAL GÜVENLİK ZATEN OLMAZ diye düşünüyorlar. Belki NASILSA BİZ EMEKLİ OLUNCAYA KADAR 25 YIL İÇİNDE BU YASA DEĞİŞİR diye düşünüyorlar. Gerçekten bu gün en yakıcı sorun İŞSİZLİK. Çalışanların bir çoğu SSK’ lı bile değil ve iş güvencesi yok.

Fakat SOSYAL GÜVENLİK sadece emeklilik için veya yasal zorunluluk için gerekli değil. Sosyal güvenlik kapsamında olmasan kendin, eşin, çocukların hasta olduğunda milyarları bulan doktor, ilaç ve tedavi ücretlerine parayı nereden bulacaksın? Daha da önemlisi iş kazası geçirsen, çalışamaz hale gelsen senin, ailenin hali ne olacak? Bu gün işin olsa da, olmasa da çıkarılacak SOSYAL GÜVENLİK YASASI seni ilgilendiriyor. Çünkü bu yasa maaşından ne kadar kesinti olacak? Hasta olduğunda tedavi ve ilaç paranın ne kadarını kurum verecek? İş kazası geçirdiğinde durumun ne olacak? Her yıl ücretin ne kadar artacak? Kaç yılda emekli olacaksın? Emekli maaşın ne kadar olacak? Sen ölürsen eşine, çocuklarına nasıl ve ne kadar maaş bağlanacak? Bütün bunları bu yasa düzenliyor

Bu gün işsiz olanlar. Bu gün sigortasız olanlar. Bu gün BAĞ – KUR lu olmayanlar. Bu gün emekli sandığına tabi olmayanlar. Eğer sosyal güvenlik yasasını cumhurbaşkanı veto etmemiş olsaydı. diyelim 25 yaşında, SSK lı, BAĞ – KUR lu veya devlet memuru oldunuz, 25 yıl çalışacak, 9 bin iş günü prim ödeyecek ve emekliliği 50 yaşında hak edecektiniz ama emekli maaşını erkekseniz 20 yıl bekleyip 60 yaşında, kadınsanız 18 yıl bekleyip 58 yaşında ancak alacaktınız.

Yine yasa veto edilmeseydi; maaş ve ücretleriniz her yıl ocak ve temmuz aylarında ancak enflasyon oranı (TÜFE) kadar artacaktı. Bunda ne var? Demeyin. Sosyal devlette ücretler artarken enflasyona en az % 1 – 2 de refah payı eklenerek zam yapılır ücretlere. Yasa veto edilmeseydi bu gün milli gelir kişi başına 5000 dolar deniyor. 5 yıl sonra milli gelir kişi başına 20 bin dolara çıksa bile ve enflasyon %1 olsa, ülkede bir çok kişi kat ve kat zenginleşecek ama ücretli ve maaşlıların ücreti % 1 artacak. Ülke zengin, iş adamları zengin, milletvekilleri zengin ama ücretliler daha fakir olacak.

Eğer sosyal güvenlik yasası yürürlüğe girseydi, Tedavi ücretleri bugün sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenirken bundan sonra senden katılım payı alacaklardı. Hatta 18 ve 40 yaş arası dişin ağrısa çektirme parasını, dolgu yaptıracaksan dolgu parasının tamamını cebinden ödeyecektin. Sanki gençken insanın dişi hiç hastalanmaz. 40 yaşından sonra ise tedavi ücretinin yarısını sen verecektin.

Eğer bu yasa veto edilmeyip yürürlüğe girseydi kıdem tazminatı veya ikramiyen 2008 yılından itibaren işverenin tarafından ödenecekti. Peki hangi işveren çalışanlarının kıdem tazminatlarını tam olarak ödüyor? Seni emekliliğine az kala işten ata, iflas ettim diye işyerini kapatsa veya başkasına devrederse yılların alın terini nasıl alacaksın? Mahkeme kapılarında koştur dur? Mahkemeyi kazansan bile eski patronunun üzerinde kuruş para, bir evlek bile taşınmaz bulabilirsen belki alırsın.

Sosyal güvenlik kurumları batakta ise suçlusu ücretliler mi? Devlet memurlarından kesintiler ne yapıldı? Faizler % 100 e dayandığı zaman bile düşük faizlerle devlet bankalarında tutuldu, işverenlere kredi olarak verildi, hazinenin açıkları için kullanıldı. Para olmayınca da yüksek faizlerle de borç para alındı. Peki SSK neden açıkta? Çünkü KİT ve belediyeler, özel sektör işçilerden kestiği SSK primlerini SSK ya yatırmadı. SSK emekli aylıklarını, tedavi masraflarını, personel ücretlerini ödemek için yüksek faizle borçlandı. SSK borçlarına sık, sık af getirildi. Yasaya göre sigortasız işçi çalıştırmak suç olduğu halde sigortasız işçi çalıştırılmasına göz yumuldu. Bağ Kur primler yüksek, enflasyon yüksek, hayat pahalı olduğundan primler ödenemedi ama prim ödeyebilecek olan bir çok kişi de NASILSA YAKINDA AF ÇIKAR diye prim ödemedi. Bağ Kur ödeme güçlüğüne düştü. HİÇ BİR ÜLKEDE SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI SADECE ÇALIŞANLARDAN KESİLEN PRİMLERLE AYAKTA KALMAZ. AVRUPA ÜLKELERİNDE SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARINA DEVLET BİZİM ÜLKEMİZİN 10 KATI KATKI YAPIYOR. SOSYAL DEVLET BUDUR

Bize işsizliği , yokluğu, yolsuzluğu önleme, refaha kavuşturma sözü verip iktidara gelenler. . Vatandaş dilenci olmak istemiyor. Aşevlerinden karın doyurmak, yeşil kart peşinde koşmak, zekat marketlerde yiyecek dilenmek, fakir fukara fonundan para almak istemiyor. Evini geçindirecek, çoluk ve çocuğumuzla insanca yaşayabilecek emeğinin, alın terimizin hakkı olan bir ücret istiyor. Hastalandığımızda para sorulmadan tedavi edilmek istiyoruz. Yaşlandığımızda kimseye muhtaç olmadan yaşamak istiyoruz. Ülkenin milli gelirinin adil dağıtılmasını istiyor. IMF nin emirlerini değil ülke insanının istediklerinin yapılmasını istiyor. Bunu yapan yapar. Yapamayan gider, yapacak gelir diyor. 2006