28 Şubat 2008 Perşembe

MEĞERSE EKSİK OLAN !!!!

Sayın Belediye Başkanımız, yaptırdığı afişlerde, yerel ve bölge gazetelerine verdiği demeç, röportaj ve haberlerde, çıktığı radyo ve TV ler de hep “TRİLYONLARI HARCAYARAK BERGAMA’YI AYAĞA KALDIRDIĞINI” söylüyor.
Göreve geldiği 2004 mart ayından bu yana yaklaşık 4 yıldır yaptıklarını say, say bitiremiyor.
Yeni mezbaha binası tamamlanmış modern bir şekilde kullanıma açılmış!
Yeni pazar yerini tamamladı, modern bir hale getirdi, pazarcı esnafını sokaklardan, mahalle aralarından kurtardı!
Yeni otobüs garajını tamamladı, Çanakkale, İzmir kavşağına taşıyarak, Bergama’yı çıkmaz sokak olmaktan kurtardı!
Jeotermal kuyularından çıkan sıcak suyu Bayatlı kooperatifi ve civarındaki yüzlerce ev ve iş yerine bağlanmasını sağladı!
Bergama’yı yıllarca mahrum olduğu geyikli suyuna kavuşturarak büyük bir eksikliği giderdi. Böylece ayni zamanda en az 25 yıllık su sorununu çözdü!
Bir yağmur yağdığında ana caddeler dere yatağına dönüyordu. Yağmur suyu kanalları yaparak şehir içindeki ana caddesini yağmur yağdığında dere olmaktan kurtardı!
Başta arastadaki mescit olmak üzere, yine arastada bulunan çeşmeler, dükkanlar, çarşı ve küplü hamamını restore ettirdi ve ettirmekte!
Eski İzmir garajına Manisa’dan panayır esnafını getirip, panayır esnafının sevgisini kazandığı için, Manisalı panayır esnafı garajdaki WC nin kapısına “PANAYIR ESNAFI BELEDİYE BAŞKANINA TEŞEKKÜR EDER” yazılı pankart astı!
Kaymakam Kemal bey caddesini yeniden düzenleyip “SEVGİ YOLU” yaptı!
Bergama’nın sağlam bozuk tümden yol ve kaldırımlarını yeniledi! Bergama şehir içi trafiğini yeniden düzenleyip tek yön haline getirdi! Yeni yaptığı yollarda kaldırımları genişletip, cepler yaparak otopark sorununa el attı!
Bir zamanlar 1500 işçinin çalıştığı Bergama’nın tek ekmek kapısı TEKSTİL FABRİKASINI törenle, davul zurna çalarak Belediye olarak devir alıp yıllardır kapalı olan bu fabrikayı “ZENGİN” bir İstanbul’ lu tekstilciye kiraya verip çalışmasını sağladı!
Ülkemizin ilk kermesi olan BERGAMA KERMESİNİ şanına layık olarak bütün herkesin yıllardır özlemi (!) METHER TAKIMI GETİRİP kutlanmasını sağlamadı mı?
Şimdi de Turistlerimizin Bergama’mıza daha çok gelmesi, daha çok döviz bırakması, esnafımızın daha fazla kazanması için AKRAPOLE TELEFERİK yapmıyor mu?
Cumhuriyet meydanına “BERGAMADA YAŞAMAK AYRICALIKTIR” ve “BERGAMADA BU GÜN MİSAFİR, YARIN BERGAMALISINIZ” diye afiş astı!
Cumhuriyet meydanına Bergama simgesi diye TOP koydu!
Bunların hepsini yaptı yapıyor, yapıyor ama, ben yapmadığı büyük bir eksik var ama nedir, Yarabbim nedir diye aylardır düşünüyorum da bir türlü sayın başkanımızın neyi eksik bıraktığını bir türlü bilemiyordum.
Meğerse sayın başkanımız neyin eksik olduğunu biliyormuş da bana da, başkasına da kimseye söylemiyor muş. Tam zamanını bekliyormuş. Şimdi tam sırası geldiğine karar vermiş ki yakında bombayı patlatacaktır. Diyeceksiniz ki neymiş bu eksik olan şey? Sizde benim gibi çok safsınız.
Eksik olan şey “BELEDİYE BİNASINDA MESCİT, BEYLER MESCİT.”
Yukarıda saydığımdan çok daha fazla büyük BERGAMA’YA ve bizlere hizmetleri olan sayın başkanımız eğer bu Mescit’ i açmasaydı, bir çok kişi bu eksiklikten dolayı önümüzdeki seçimlerde ona oy vermeyebilirdi. Eğer büyük hizmetleri yanında birde belediye binasına bu mescit açtığı halde önümüzdeki yıl seçimlerde Bergama’ lılar büyük bir oyla yeniden başkanı seçmezlerse kaybeden kendileri olacaktı. Sayın başkanımız bunu bildiği için bu büyük hizmeti yapıyor.
Ama sayın başkanımız esas en önemli başka bir eksiğini unutmuşa benziyor. Yaptıklarını halka sormayı hiç aklına getirmiyor. Yaptım, dediklerinin çoğunu sizden önceki belediye başkanı Akif ERSEZGİN tarafından yapılmadı mı?
Bundan da önemlisi, Sayın başkanım, BERGAMALILARA BİR SOR BAKALIM. YAPTIKLARINA NE DİYECEKLER.
Bütün yaptıkların onların hayatını kolaylatırmış mı?
Yoksa zorlaştırmış mı? 28.02.2008

25 Şubat 2008 Pazartesi

SOSYAL DEVLET, SOSYAL GÜVENLİK ve MEZARDA EMEKLİLİK

DSP-MHP- ANAP koalisyon iktidarı sırasında emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60 a çıkarılmıştı. AKP iktidarı bunun yeterli olmadığını belirterek “emekli sandığı, Bağ – Kur ve SSK yı tek çatı altında birleştiren ve emekliliği zorlaştıran, emekli maaşlarını düşüren, bazı küçük haklar verilirken maaş ve ücretlilerin haklarından çok daha fazlasını alıp götüren sosyal Güvenlik Yasa (SGY) bir tasarısını REFORM diye çıkardı. Bu yasanın bazı maddelerini Anayasa mahkemesi iptal ettiği için şimdi bu maddeler TBMM de yeniden görüşülecek. TV ve basında biraz tartışılsa da sendikalar, meslek odaları ve demokratik örgütlerden ses çıkmıyor.

Ülkemizde genç, eğitimli, eğitimsiz çalışabilir çoğu kişi işsiz. Bu gün işsiz olanlar “daha iş bile bulamadık, ne sosyal güvencesi” diyebilir.

Şu anda çalışan bazısı oldukça iyi ücret alan yıllardır sigortalı, sendikalı işçiler “bizim durumuz iyi, şikayetimiz yok” diye sessiz olabilir. “Bizim hiç olmazsa geçim sıkıntımız yok çok kişiden durumuz iyi diye düşünen” meslek odası üyeleri sessiz kalabilir. Küçük çiftçilerin örgütü Ziraat odası yönetimlerinde genelde büyük toprak sahipleri olduğundan çiftçilerin eli kolu bağlı olabilir. Bu gün için işsiz milyonlarca kişi “BU YASA BEN İŞE GİRİNCEYE, hele EMEKLİ OLUNCAYA KADAR KİM BİLİR DAHA KAÇ DEFA DEĞİŞİR” diye düşünüyor olabilirler. Ama hukuk herkese nasıl gerekli ise sosyal güvencede o kadar gereklidir. Genç ve sağlıklı iken değil yaşlı, hasta ve sakat olduğunda sosyal güvenliğin ne kadar gerekli olduğu anlaşılır ama iş işten geçmiş olur. İnanmayanlar, YEŞİL KARTLI, sosyal güvencesiz, yaşlı ve hastalara sorabilirler.

SSK ve BAĞ – KUR neden batakta? Neden sigortasız işçi çalıştırmak yasak olduğu halde çalışanların bir çoğu sigortasız? Küçük Esnaf neden primlerini zamanında ödeyemiyor?

Başbakan; “emeklilik yaşı şok az, 2,5 çalışan bir emekliye bakıyor. Bu nedenle sosyal güvenlik kurumları batakta” diyor. Bütün bunlar doğru olabilir acı faturanın bu duruma gelinmesinde hiçbir suçu olmayan ücretli ve dar gelirlilere çıkarılması yanlış.

Ülkemizde çalışanların çoğunun sosyal güvencesi yok. Kendinin olmayınca eşi, çocukları, bakmakla yükümlü olduğu anne ve babasının da yok. Halbuki sosyal devlette, tüm çalışanlar sigortalıdır. Grevli toplu sözleşmeli sendikal hakları vardır. Milyonlarca yeşil kartlı olmaz. Bir emekliye 2,5 değil 7 – 8 çalışan düşer. Başbakanlar “8 MİLYON AİLEYE 6 MİLYON TON KÖMÜR DAĞITTIK” diye övünmez hatta bu durumdan utanır.

Çalışan ve işverenin ödediği primleri azaltılmalı, devlet YEŞİL KART harcamaların ayrılan paraların büyük kısmı sosyal güvenlik kurumlarına aktarılmalıdır. Vergiler gerçek kazanca göre alınmalıdır. Bu durumda özel sektör daha fazla yatırım yapar, daha fazla işçi çalıştırır, işsizlik azalır, esnaf prim ve vergilerini ödemekte zorlanmaz. Pirim ve vergilerini zamanında ödemeyen kurum ve kişilere ağır yükümlülükler (örneğin devletle iş yapması ve müteahhitlik yapmasını engellemek, para ve hapis cezası gibi) getirilmelidir. Primlerini zamanında alan SGK, vergisini zamanında alan devlet borç yükünden kurtulur. Çalışırken yetecek bir ücret alan işçi, memur ve ile vergi ve prim yükü azalan esnaf yaptığı işin zorluğuna göre bir de kendisine adil bir yıpranma hakkı tanınırsa, emekli olduğunda çalışmasına gerek kalmayacak bir emekli maaşı alırsa kimse erken emekli olmaz.

Bu güne kadar SSK ve BAĞ – KUR primleri zamanında toplanamadı. Devlet kurumları KİT ve Belediyelerin büyük çoğunluğu SSK primlerini ödemedi. Sık, sık prim borçları için af ve taksitle ödeme kolaylığı getirildi. Hiçbir ceza uygulanmadı. Bu nedenle faizlerin ve enflasyonun çok yüksek olduğu yıllarda hiç kimse primlerini zamanında ödemedi. SSK, Bağ – Kur ve primlerini düzenli toplayan Emekli Sandığı primleri uzun yıllar kar getirmeyen ölü yatırımlara yönlendirdi, faizlerin çok yüksek olduğu dönemlerde bile çok düşük faizlerle devlet bankalarında tutuldu ve iş adamlarına ucuz kredi olarak verilmesi sağlandı.

Halbuki SG fonları bir ülkenin en büyük yatırım fonlarıdır. Yabancı sermayeyi davet ettiğimiz bu günlerde Avrupa ülkelerinin bir çoğunda SG fonlarında biriken paralarla ülkemizde yatırım yapacaklarını basından öğrenmekteyiz. Bizim SGK ları ise batakta. Peki bunun sorumluları kimler? Neden sorumlulardan hesap sorulmadı, sorulmuyor da şimdi fatura zaten dar gelirli olan ve zorla geçimini sağlamaya çalışan işçi, memur ve küçük esnafa ödettirilmek isteniyor? Üstelik bu faturanın bedeli o kadar büyük ki, şimdiki çalışanlar olarak sadece bize ödetilenden çok ama çok daha fazlası bizden sonrakilere, çocuk ve torunlarımıza ödetilecek.

Peki bu fatura ne getiriyor?

Emekli yaşının kadınlarda 58, erkeklerde 60 olmasına kimse bir şey demiyor. Ama iş güvencesi olmayan ülkemizde 9000 gün prim nasıl dolduracak? Ülkemizde devlette bile yılda sadece 3 ay çalışan mevsimlik işçiler olduğu için sağlık yardımından yararlanma hakkı eskiden 120 gün iken 90 gün prim ödeme şartına bağlanmadı mı? Yılda 90 gün çalışan bir insan 9000 iş gününü ancak 100 yılda doldurmaz mı? İşe 18 yaşında girse kim 118 yaşına kadar yaşar? Kim 118 yaşında çalışabilir? Bu gün bile Devlet kurumları ve belediyeler işlerini taşerona verirken yapılan sözleşmelerde “40 YAŞINDAN BÜYÜKLER ÇALIŞAMAZ” şartı konulmuyor mu? Bu yasanın geri aldığı bir hak da “eskiden evlenmeyen veya evlenip boşanan ve sosyal güvencesi olmayan kız çocukları baba veya annelerinin emekli maaşlarını alıyorken bu yasa 25 yaşından sonra kız çocuklarının bu hakkını da ortadan kaldırması” dır. Bu yasaya oy veren Milletvekilleri kendileri ve çocukları hatta torunları için yüksek maaş, sınırsız ayrıcalık ve en iyi sağlık hizmeti “KIYAK EMEKLİLİK” için defalarca yasa çıkarmadı mı? Yetmiyor, daha, daha yeni ayrıcalıklar elde etmek için her yolu denemiyorlar mı?

Yeni yasa ile emeklilik yaşı kademeli olarak artacak. İşçi olarak çalışan biri için emeklilik yaşı 2075 yılında 68 olacak. Ama 9000 gün prim ödemek şartı ile. Eğer prim gün sayını doldurursan emekli olacaksın ama emekli maaşını ancak yaşında dolduktan sonra alabileceksin. Eğer primin eksik ise yaşın dolduğunda emekli olsan bile maaşın eksik prim gün sayına göre eksik olacak. Yani özetle “EMEKLİ OLMAK İÇİN HEM PRİM GÜN SAYISINI, HEM YAŞINI DOLDURMAN GEREKECEK.”

Bu şartlar belki bu gün çalışanları çok az etkileyecek ama eğer bu yasa tam olarak uygulanırsa, her zaman aile bağları çok güçlü olmakla öğünen bizlerin “çocukları, torunlarımız” için emeklilik hayal olacak. 2036 yılından sonra emeklilik yaşı her geçen yıl artacak ve 2075 yılında 68 olacak. Hiç biri 9000 prim gün sayısı dolduramayacak çünkü eğer kendi işi yoksa 40 – 50 yaşından sonra iş bulamayacak, prim ödeyemediği için de emekli olamayacak. “YEŞİL KARTA, SİYASİ İKTİDARLARIN DAĞITTIĞI KÖMÜRE, YİYECEK YARDIMINZA” muhtaç olacak. Bu yasa sadece Emekli olabilmeyi zorlaştırmıyor. Bazı kişiler yaşın ve gününü doldurmayı başarsa bile bağlanacak emekli aylıklarını için uygulanan katsayı % 2,5 iken 2016 dan itibaren % 2 olacak olacağından bağlanan emekli maaşı azalıyor.

Dahası da var. Bu gün için çalışanların çoğu kademeli geçişten dolayı emekli olabilecekler; ama emekli maaşı yetmiyor diye çalışmak isterler ve devlet kurumlarında ve belediyelerde bir işe girmek isterlerse emekli maaşları kesilecek. Yok kendi hesaplarına esnaf olarak çalışırsa zaten 400 – 800 YTL emekli maaşı alan (esnaf, işçi, memur emeklisi) ayda (bu günkü değerle) 300 YTL civarında bir prim ödemeleri gerekecek.

SOSYAL GÜVENLİK REFORM diye sunulan bu yasa hem emekli olmayı zorlaştırıyor, hem insanca yaşayacak bir emekli maaşı vermiyor, hem de “başka bir işte çalışma çalışırsan senden yine prim alırım” diyorlar. “EMEKLİ MAAŞINI TÜMDEN “VERMİYORUZ” diyecekler ama dilleri o kadarına varmıyor artık? 20.01.2008

SİGARA - KOAH – KRONİK AKCİĞER HASTALIĞI.

Adına halk arasında kısaca “SİGARA YASAĞI” denilen yasa kabul edildi. Bu yasa uygulanırsa en çok ben sevineceğim. Ama ben uygulanacağından emin değilim. AB ye uyum yasaları çıkardığımızda AB ülkeleri ne diyor? “BİR DE UYGULAMAYA BAKALIM.” Evet birde uygulamaya bakalım. Ama bu yasa aynen uygulanırsa AKP 2009 da ki yerel seçimlerde kesinlikle oy kaybeder.

KOAH size başkasından bulaşmaz. KOAH yetişkinlerde görülür, çocuklarda değil. KOAH lı kişilerin çoğu ya halen sigara içmekte olan ya da eskiden sigara içmiş olan kişilerdir. Her türlü tütün ürününü içmek KOAH ' a neden olabilir. Çoğu kişi ileri derecede nefes darlığından doktora gitmez. Nefes alıp vermedeki hafif zorlanmaları veya öksürüğü yıllarca ihmal ederler.

Artık 5 adımdan fazla yürüyemiyordu. Devamlı yorgundu, halsizdi, canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Son günlerde uyku uyuyamıyor, bütün eklemleri sızlıyordu. Yemek yedikten kısa süre sonra çıkarıyordu Öksürükten boğazı yırtılacak gibi oluyor, zorla çıkardığı balgamdan sonra bütün eklemleri sızlıyor, kıpırdayacak dermanı kalmıyordu. Öksürüp balgam çıkarmağa çalışırken nasıl olup da tıkanmadığına, nefessiz kalmadığına hayret ediyordu.

Bütün bunlara rağmen sigarayı içmeğe devam ediyordu. "SİGARAYI İÇME" diyenlere kızıyordu. "Üşüttüm" diyordu. "Bronşitten" diyordu. Ailesinin baskılarının da etkisi ile Ege Üniversite hastanesine gitmeğe karar verdi. Ege Üniversitesi önünde otobüsten indiler. Servise gidinceye kadar belki 10 kez dinlendi, 3 kez dinlenirken sigara içti.

Ege Üniversitesi Göğüs Hastalıkları bölümünde muayeneden önce ciğer filmi çekildi. Kan tahlili yapıldı. Doktor, muayene sırasında filme ve tahlil sonuçlarına baktı, "kaç yıldır ve günde kaç paket sigara içiyorsun?" diye sordu. Sonra "sigarayı bırakman lazım. Ciğerlerin ve kanın oksijensiz kalmış. Ciğerlerin büzülmüş. Ayaklarında şişlikler var. Parmak uçların ve dudakların mosmor. Rengin soluk. Seni hastaneye yatıracağım. Tedaviden sonra yine sigara içersen, ölmesen bile yanında oksijen tüpü ile gezmek zorunda kalırsın" dedi.

Zorunlu olarak "tamam" dedi. Odaya geçti. Yattı. Burnuna bir boru takıp oksijen, koluna serum takıp ilaç vermeğe başladılar. 4-5 çeşit hap verdiler. 2 gün hep uyudu. Ara sıra uyansa bile yataktan çıkmadı.

Hastaneye Cuma günü saat 14.00 de yatmıştı. Pazartesi olduğunda nispeten düzelmişti artık. Yatmaktan canı sıkılmağa başladı. Kalktı. Diğer hastalarla konuştu. Hepsinin de sorunu sigaraydı.

Doktor, Pazartesi saat 10.00 da muayene ettiğinde "yarı yarıya düzelmişsin, yarın kan tahlilini yapalım, sonuç iyi çıkarsa taburcu olursun" dediğinde sevindi. Hastaneye yattığından beri sigara içmemişti. Kendini iyi hissediyordu.

Ertesi gün kan tahlili sonucu olumlu çıktı. Taburcu olurken doktor "sigara içersen bir daha hiç gelme” dedi. Hastaneden çıkışta kuş gibiydi. Sanki gelirken 10 kere dinlenen o değildi. Kendini daha canlı, dinlenmiş hissediyordu. Bunun nedeni sigarayı içmemesi mi, yoksa kullandığı ilaçlar mı? İleride belli olacaktı. Bergama'da garajda otobüsten indiğinde hiçte hafif olmayan 2 torbayı aldı, eve kadar hiç dinlenmeden geldi. Kendi bile buna hayret etmiş, sevinmişti.

Rahatlıkla yol yürüyebiliyor, merdiven çıkabiliyor, öksürmüyor, geceleri rahat uyuyabiliyordu artık. Bütün bunları yaşadıkça daha da kararlı olarak "sigarayı artık içmem" diyordu. Her gün çarşıyı bir baştan bir başa yürüyor, yorulmuyordu. Sigaranın zararlarını şimdi anlıyordu.

Şimdi sigara içmiyor. Kuş gibi hafif, Mutlu ve sağlıklı. Fakat 30 yıldır içtiği günde 2 paket sigaranın etkisi hemen geçmeyecek, bunu biliyor. Sigarayı içmediği her gün biraz daha sağlıklı olacak, vücudundaki zehir biraz daha azalacak bunu biliyor. Her geçen gün biraz daha sağlıklı olacak bunu biliyor. 09.07.2001

Bu kişi benim. Bu yazıyı Bergama’da Kuzey Ege Gazetesindeki köşemde yazdım. Tam 15 ay ağzıma sigara koymadım. Canında istemiyordu. Bu süre içinde çok kilo aldım. Hiç 55 kiloyu bulmadığım halde 69 kiloya çıktım. Hangi akla hizmet ettimse “artık bundan sonra tiryakisi olmam. Akşamları yemekten sonra 1 tane sigara içeyim. Hem sigara keyfi yaparım hem de kilom biraz düşer” diye düşündüm ve tüm karşı çıkmalara rağmen bir akşam bir tane sigara içtim. Kaç gün geçti bilmiyorum ama çok kısa bir süre sonra yeniden paket taşımaya başlamıştım. Günde bir pakete yakın sigara içiyordum. Birkaç ay geçti yine yol yürüyemez oldum. Tabi yine hastane yolu göründü.

Hastanede 3 – 4 gün tedaviden sonra bu kez eve oksijen makinası verdiler. Bu kez 6 ay zor dayandım. Bir gün birinden bir sigara istedim, ertesi gün 3 – 4 kişiden. Her gün herkesten sigara istenmez ki. Paket taşımaya başladım yeniden. Gerçi günde 5-6 tane az içiyordum ama o bile dokunuyordu. Yine hastane yolu göründü. Artık utanıyordum ama yapacak bir şeyde yoktu.

Hastaneden çıktıktan sonra KUZEY EGE GAZETESİNDE BU İLANI YAYINLADIM.

35 YILDIR HİÇ AYRILMADIĞIM, ÖMÜR BOYU MUTLU, SAĞLIKLI VE SORUNSUZ
BİRLİKTE OLMAK İÇİN HER ÇABAYI GÖSTERDİĞİM ARKADAŞIM, SIRDAŞIM, DOSTUMUN
BANA İHANET ETTİĞİ, YAVAŞ, YAVAŞ ZEHİRLEDİĞİ GERÇEĞİNİ KESİN OLARAK ANLADIM. BÜTÜN BUNA RAĞMEN İHANETİNDEN VAZ GEÇMESİ, DOSTLUĞUMUZUN DEVAMI İÇİN KENDİSİNE 3 KEZ ŞANS VERDİĞİM HALDE BENİ SÜRÜNDÜREREK ÖLDÜRMEK İSTEĞİNDEN VAZ GEÇMEYECEĞİNE KESİN OLARAK İNANDIĞIM İÇİN
SİGARAMI TERK ETMEK ZORUNDA KALDIM. ÜZGÜNÜM AMA PİŞMAN DEĞİLİM.

Ama birkaç ay sonra yine sigaraya başladım. Ama artık hastaneye gitmeye utanıyordum. Akşamları oksijen makinasına bağlandığım halde durumum gün geçtikçe kötüleşiyordu. Artık karar verdim. KESİNLİKLE SİGARAYI BIRAKMALIYDIM.

Şimdi 7 aydır sigara içmiyorum. Canım da istemiyor. Biliyorum ki bir tane içsem arkası gelecek. Sizlere tavsiyem benim gibi hastalanmayı beklemeyin. SAĞLIĞINIZ BOZULMADAN SİGARAYI BIRAKIN.

İnanın sigara içmemek bir eksiklik değil. 20.01.2008

SEVİNELİM Mİ? ÜZÜLELİM Mİ?

Başbakan “bu yıl 8 milyon aileye 6 milyon ton kömür dağıttık” diyor. 8 milyon aile, bir aile 2 kişi olsa 16 milyon, 3 kişi olsa 24, 4 kişi olsa 32 milyon, ülke nüfusunun nerede ise yarısı, yardıma muhtaç, işsiz, yoksul, aç ve kışın kömür dahi alamayan insan demek. Ülkemizde bu kadar yoksul var diye üzülmemiz gerekmez mi? 5 yıldır iktidarda olan AKP iktidarı esas görevi “işsize iş bulmak, yoksulluğu önlemek, sosyal adaletini sağlamak” iken bunu yapmamış, işsiz, aç ve yoksul sayısı azalacağına artmış, 8 milyon aileye 6 milyon kömür yani SADAKA dağıttım diye gurur duyuyor.

Üstelik bunu bizlerden alınan, bize fabrika, yol, okul, hastane ve hizmet olarak geri dönmesi gereken vergilerle yapıyor ama konuşurken sanki kendi cebinden yapıyormuş gibi söylüyor. Hem de halka “Benim vatandaşım valime gelip kömür istemeyecek. Valim muhtarlar vasıtası ile (Bergama’da mahalle anneleri yapıyor bu işi) yoksulları tespit edecek, kamyona kömürleri yükleyecek, valimde kamyonun şoför mahalline binip kömürü kendi dağıtacak. O zaman Türkiye ne olur biliyor musun? Türkiye uçar, uçar” diyor. Peki nereye uçar? Tabi bunu yaptığı için halkın seçimlerde oyunu partisine vereceğine inanıyor. Bir ülkede 68 milyon insanın 32 milyonu işsiz, yoksul, evsiz, yardıma muhtaçsa, kışın kömür dahi alamayacak kadar yoksulsa sevinmenin gerekçesini bir türlü anlayamam. Böylece Valinin görevleri arasında Kömür dağıtmak olduğunu da öğrenmiş olduk.

Ama sayın başbakan bunu hep yapmıyor mu? “Benim bakanım, benim valim, benim genel kurmay başkanım, benim emniyet müdürüm, benim kaymakamım, hep benim, benim” diye konuşmuyor mu? Böyle derken “en küçüğünden en büyüğüne bütün devlet kadrolarının amiriyim” demek mi istiyor? Demokratik bir cumhuriyette böyle bir konuşma, böyle bir düşünce olabilir mi? Ama “kimin milletvekili, bakan hatta belediye başkanı olacağına, bakanların çalışacağı üst bürokratik kadrolara kimi atayacağına, hangi yasaların çıkarılacağına, hatta ve hatta uzmanlar dururken memura, işçiye, elektriğe, yağa, tuza v.b ne kadar zam yapılacağına, hemen her şeyde son kararın verilmesinde son söz lider – başbakanda olur, buna partisinden hiç kimse itiraz etmez ve doğru yanlış her konuştuğunda, her yaptığında onu alkışlarsa böyle de konuşur, devletin bir büyükelçisini yabancı ülkede herkesin içinde azarlar. Devletin valisine “BİN KAMYONA KÖMÜR DAĞIT” da der ve parti gurubunda ayakta dakikalarca alkışlanır.

Ama bu durumda “demokratik, laik bir sosyal hukuk devletinden” söz edilebilir mi? Ona da bilenler yanıt versin. 20.01.2008

AKP NE ZAMAN GİDER?

AKP iktidarı devletin bütün kilit noktalarında kadrolaşıyor. Sadece bürokratik kadrolarda değil kendisine muhalefet yapabilecek bütün demokratik örgütlerinin yönetimlerine de kendi yandaşlarını getiriyor. Örnek mi; ilk akla gelenler FİSKO BİRLİK, TÜRK İŞ.

Türk İş yeni yönetimi asgari ücrete 16 YTL zammın altına imza atmadı mı? Bütün Meslek odalarını ele geçirmek için yasa değişikliği yapmadı mı? Kendi yandaşı medya yaratıp, muhalefet yapanlara baskı uygulamıyor mu? Kendine muhalefet yapan sivil toplum örgütlerini devlet olanakları ile baskı altına almaya çalışmıyor mu?

Başarabilir mi? Başardığı anlaşılıyor. Ama nereye kadar?

Nasıl ki diğer partiler, işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa çare bulamadı, AKP ye oy verirseniz "ŞERİAT GELECEK, LAİK CUMHURİYET TEHLİKEDE, BUNLAR ATATÜRK DÜŞMANI" dedikleri halde halk onlara hatta ATATÜRKÜN PARTİSİ dendiği halde CHP ye değil AKP ye oy verdi ise, AKP de işsizliği yoksulluğu ve yolsuzluğu çözemeyeceği anlaşılınca gidecektir.

Ne yazık ki şu anda AKP dışındaki bütün partiler rüzgarda savruluyor. Ne yaptıkları ne de yapacakları belli değil. Halka inandırıcı bir vaadleri de yok. Sadece AKP iktidarının her yaptığını kötülemek. Peki sen olsan ne yapardın? Sor yanıt yok. Partiler AKP anayasasına karşı ama hiçbirinin taslağı yok.

CHP ve MHP, DP ve sol, sosyalist muhalefet güçlenir yeni alternatif politikalar üretir yeniden halk ile bütünleşirse AKP nin gidişi de daha çabuk olacaktır. Bütün temenni gidişin demokratik yollardan olmasıdır.

HATAYI DÜZELT.

Bir ressamın kalfası yıllarca ustasından ders aldıktan sonra “usta bana artık ustalık belgemi ver” demiş.

Ustası bir resim yapmasını, şehir meydanına asmasını, “hatalı olan yeri işaretleyin” diye bir not bırakıp bir hafta sonra resmi kendisine getirmesini ister. Kalfa deneni yapar. Bir hafta sonra remin yanına gittiğinde işaretlenmeyen yerinin kalmadığını görür ve morali bozuk olarak resmi ustasına götürür.

Ustası resme bakmaz bile. Şimdi yeni bir resim yap. Ayni yere as. Bu kez “hatalı olan yeri düzeltin” diye bir not bırak demiş. Kalfa denileni yapmış. Bir hafta sonra resmin yanına gittiğinde bir tek bile çizik olmadığını görünce sevinerek resmi alıp ustasına gitmiş.

Ustası sana son dersim; “HERKES ANLASA DA, ANLAMASA DA HER ŞYEDE HATA BULUR. AMA BULDUĞUN HATAYI DÜZELT DEYİNCE BİLGİSİZ OLDUĞU İÇİN DÜZELTEMEZ” demiş. 15.02.2008

DEMOKRATİK, LAİK, SOSYAL, HUKUK....

Eğer halk gerçekleri bilmiyorsa seçimlerde doğru tercih yapamaz. 5. Kuvvet olduğu söylenen basın (MEDYA) halka gerçekleri söylemek zorundadır. Medya yalan yazmasa bile bazı gizlerse, halk gerçekleri öğrenemez, derdinin nedenini, kimin sorumlu olduğunu bilemez.

Önümüzdeki yıl, mart / 2009 da yerel seçimler yapılacak. İktidar partisi AKP halkın oyunu nasıl alacak? Muhalefet partileri halktan kopmuş, darmadağınık halktan oy alamıyor. AKP anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla 6 yıldır iktidarda. İŞSİZLİK, YOKSULLUK, YOLSUZLUK önlenememiş, daha da artmış. Yani başarısız.

Başarısız olduğu, iktidarı kaybedeceğim diye korktuğu, 2007 genel seçimlerde % 47 oy aldı. Şimdi ayni taktikleri kullanarak, yeni seçim kazanmış bir iktidar gücüne de güvenerek, yerel seçimlerde oylarını arttırmak istiyor. Seçmen AKP ye neden oy verecek? 2007 de neden verdi? Haziran ayında kömür dağıtıldı. Devlet olanakları kullanıldı, muhalefet halka güven veremedi, yeni ekonomik politikalar geliştiremedi, meydanlarda AKP ye karşı miting yapanlar gitti yine AKP ye oy verdi. Yerel seçimlerde de neden vermesin? Değişen ne oldu? Bunu bilen başbakan “İZMİR, DİYARBAKIR ve TUNCELİ’ yi” muhakkak istiyorum” diyor.

AKP iktidarının yarattığı zenginler, bu düzenden memnun olup her gün servetine servet katanlar, bunu bildikleri için, yerel seçimlerde AKP oylarını arttırmak için işi sıkı tutuyor. Genel seçimlerde başarılı olan bu yöntem şimdi daha da ciddi bir biçimde uygulanmaya başlıyor. “Kazın geleceği yerden tavuk esirgenmez” diyerek kesenin ağzını açıyorlar. 6 yıllık AKP iktidarında kazandıkları paraları, holding kuracağız diye dindar ve masum insanlardan topladıkları paraların bir kısmını feda ediyorlar. Biliyorlar ki muhalefet partileri darmadağınık. Biliyorlar ki ülkede milyonlarca İŞSİZ , AÇ ve YOKSUL var. Öyleyse seçmenin oyunun nasıl alınacağı belli.

AKP yandaşı, dernek, vakıf, tarikat ve iş adamları şimdiden harekete geçmiş. “Deniz Feneri, Kimse Yok mu?, Can suyu, ve İnsani Yardım Vakfı” gibi kuruluşlar “Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği” (kısaca Sarmaşık deniliyormuş) birlik kurmuş. Diyarbakır’da fakir ailelere ayda 50 YTL lik çekler” dağıtıyormuş. Muhafazakar işadamları (adlarına Gönül köprüsü diyorlarmış) FETULLAH’ çı 400 sanayici ve işadamı özel uçakla Diyarbakır’a “taziye ziyaretine” gelip, Fakir mahallerine yardımlar dağıtıyormuş. “Kimse Yok mu?” Derneği’nin öncülüğünde Kurban Bayramı’nda da Diyarbakır’a gitmişler ve bölgede kesilen 80 bin hayvandan her aileye 3’er kilo et dağıttırmışlar. Başbakanın "Diyarbakır’ı istiyorum" demesinden sonra bu ziyaretler daha da artmış. Seçimler yaklaşsın daha neler dağıtılır neler. Hatta Diyarbakır da “fakir ailelere elektriği bedava” verilecekmiş. Amaç belli;”Diyarbakır kalesini almak.” Özeti “dincilik’ yapılarak Kürt halkı ile kucaklaşıyorum” deyip bölge halkının DTP ye değil AKP ye oy vermesini sağlamak.

AKP 6 yıldır iktidarda ama Alevilerin hiç bir sorununu çözmedi! Ayrıca hiçbir zaman Alevi inancına saygı duymadılar ve inanmadılar. ÇORUM, MARAŞ unutulmuş olabilir ama SİVAS hala taze. Sanki bütün bunlar yaşanmamış gibi başbakan ve AKP şimdi birden Alevileri fark ediyor. Başbakanın milletvekili yaptığı bir Alevi derneği başkanı MUHARREM ayında iftar yemeği verip kendini davet ediyor, o da katılıyor. Amaç Alevi açılımı deyip, Alevilerin AKP ye oy vermesini sağlamak.

Böylece AKP oylarını arttıracak, sonrada demokratik bir seçim yapıldı, ben kazandım diyecek. “Genel seçimlerde oyum % 47 idi, şimdi daha da arttı. Millet bize güveniyor, muhalefet ne derse desin inanmıyor, onlara değil bize oy veriyor. Öyleyse biz istediğimiz yasayı çıkarırız, anayasayı bile istediğimiz gibi değiştiririz, özelleştirmeleri de yapar, istediğimiz her şeyi babalar gibi satarız.” Deyip her şeyi yapacak.

AKP nin 2007 de oyu % 47. 1982 Anayasası % 92 “ oyla kabul edildi. AKP nin oyu Türkiye seçmeninin oyu da, 1982 anayasasına EVET diyenlerin oyu “MERİHLİLERİN OYU MU?” Eğer her şey halkın oyu ile ölçülüyorsa: 1982 anayasası, AKP oyunu 2 ye katlıyor. O zaman başbakan ve AKP den 2 kat fazla oy alan 1982 anayasasını neden değiştirmek istiyor?

Herkesin uymak zorunda olduğu Anayasamızın;

1. Maddesinde, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”

2. Maddesinde, “Türkiye cumhuriyetinin, “insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu, bu maddelerin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olduğu belirtmektedir.

Anayasamızın 24. Maddesinin son paragrafında;

KİMSE, DEVLETİN SOSYAL, EKONOMİK, SİYASÎ VEYA HUKUKÎ TEMEL DÜZENİNİ KISMEN DE OLSA, DİN KURALLARINA DAYANDIRMA VEYA SİYASÎ VEYA KİŞİSEL ÇIKAR YAHUT NÜFUZ SAĞLAMA AMACIYLA HER NE SURETLE OLURSA OLSUN, DİNİ VEYA DİN DUYGULARINI YAHUT DİNCE KUTSAL SAYILAN ŞEYLERİ İSTİSMAR EDEMEZ VE KÖTÜYE KULLANAMAZ.” Demektedir.

25. maddede, “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” der.

“DEMOKRASİ SADECE OY, ÇOĞUNLUĞUN İSTEDİĞİNİ YAPTIĞI BİR İKTİDAR” değildir. Bunu da çok yakında öğrenecekler. 20.01.2008

İŞ, EKMEK ve ÖZGÜRLÜK

Ülkemizde büyük çoğunluğun talebi bu üç kelime ile kolayca dile getirilir. İŞ, EKMEK, ÖZGÜRLÜK.

Bu gün partilerin, liderlerin ve politikacıların halkın gözünde saygınlıkları ve güvenilirlikleri çok düşük. En büyük neden ülkemizin bugünkü durumudur ki bu da üç kelime ile özetlenebilir.

İŞSİZLİK, YOKSULLUK VE YOLSUZLUK.

Bu gün hangi parti topluma İŞ, EKMEK ve ÖZGÜRLÜK vaat eder, İŞSİZLİĞİ, YOKSULLUĞU ve YOLSUZLUĞU ortadan kaldıracağını söyler ve halkı buna inandırabilirse tek başına bile iktidar olabilir.

Ne yazık ki bu gün bunları söylemlerine alan ön plana çıkaran, halkın inanacağı parti, lider yok. İşte toplumdaki huzursuzluk, siyasi belirsizlik bu nedenledir. Ülkemizde işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk ayyuka çıkmışken, yoksulların, emekçilerin, ücretlilerin köylülerin, dar gelirlilerin sözcüsü ve savunucusu olması gereken sol partilerin ülkemizde etkisizleşmesi, oylarının azalması, bunun yerine dini söylemleri ön plana çıkaran (RP, FP, şimdi de AKP) partilerin yoksul kesimlerin oyunu alması çok tartışıldı, tartışılıyor.

Sol, (CHP ve Sosyalist Sol) son yıllarda halkın en yakıcı sorunu işsizlik ve yoksulluğu söylemlerinde dile getirmedi. Her gün binlerce kişi işsizler ordusuna katılırken bir şey yapmadı. Ülkemizde uygulanan ve bunalıma dönüşen Ekonomik politikaların alternatifini halka sunmadı.

Sol daha çok özgürlük ve insan haklarını ön plana çıkardı. Evet en az hava kadar, su kadar insan hakları da gerekli ama aç insana, işsiz insana önce özgürlük dersen seni dinler mi?

Dini söylemleri olan parti işsizlik ve yoksulluk edebiyatı ile yoksul halkın oyunu alabilmektedir. Kendi yandaşlarına ait .çoğu zaman bedava dağıttıkları gazeteler ve TV de işsizlik ve yoksulluğu acıklı senaryolarla gündemde getirmekteler. Kurdukları vakıf ve dernekler eliyle yiyecek, yakacak v.b yardımlar da yapıp TV de göstererek yoksul kesimin sempatisini kazanmaktalar. Ayrıca bunları yaparken halka "bunlar çok dindar insanlar, namazlarında niyazlarındalar. Yalan söylemezler, yolsuzluk yapmazlar" intibaını verebilmek için her türlü çabayı harcamaktalar.

Aslında onların da toplumu refaha çıkaracak, herkese iş, ekmek ve özgürlük verecek ekonomik programlarının olmadığı iktidarları döneminde anlaşıldı. Ülkede işsizliği, yoksulluğu ve yolsuzlukları önlemeyecekleri görüldü. Hayır kurumu, vakıf ve zenginlerin yaptığı ianelerle, ramazanlarda iftar çadırları kurup yemek yedirmekle ülkemizdeki yoksulluk ve işsizliğin ortadan kalkmayacağını kendileri de halk da bilmekte.

Ancak diğer partiler halkın arasına hiç girmediği halde, onlar devamlı halkın arasındalar. Yalanda söyleseler, yanlış da yapsalar halkla birlikteler. İnsanlar onları tanıyorlar, biliyorlar. Bireysel de olsa, halkın sorunları ile ilgileniyorlar. Çok büyük parasal destekler bulabiliyorlar. Yılın her günü gece gündüz, hiçbir çıkar amacı gütmeden inançla, yaşlı genç, erkek kadın çalışan üyeleri var.

"Demokrasi istiyoruz" demelerine rağmen bir yandan da "demokrasi bizim için amaç değil araçtır" derlerse onlara nasıl inanırız? Demokrasiyi sadece kendileri için istediklerini düşünmez miyiz? Eğer erki ele geçirirlerse bize düşünce ve inançlarını zorla kabul ettirmeyeceklerine nasıl inanacağız?

İşte bu nedenle halk bu kaygıları taşıdığı için çoğunluğun oyunu alamıyorlar. Deniliyor ki Tayyip ERDOĞAN değişti. Acaba gerçekten değişti mi? Eğer değişti ise Milli Nizam (MNP), Milli selamet (MSP), Refah (RP) Fazilet (FP) partisine oy veren seçmenler şimdi Tayyip Erdoğan'ın lideri olduğu Adalet ve kalkınma partisine (AKP) neden oy versin?

Yoksa onlarda mı değişti?

1961 anayasa referandumunda açıkça "hayır oyu verin diyemeyenler "hayır diyelim de hayır olsun" diyorlardı. Esas söyleyeceğini dile getiremedikleri dönemlerde "gözümün içine bak ne dediğimi anlarsın" diyorlardı.

Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan ve diğerleri ne derse desin gönüllerinden neler geçtiğini, ne yapacaklarını, değişip değişmediklerini bilmezler mi?

Değiştiklerine inanmak için 40 yıllık tabanlarının bu partiye oy verip vermediklerine bakmak lazım.

Eğer gerçekten değişmiş olsalar o seçmen kesinlikle eski partiye üye olmaz, çalışmaz ve oy vermez. En kısa zamanda kendilerine yeni bir parti kurarlar.

Ancak o zaman kesinlikle "değiştik" dediklerinde inanabiliriz. 26.01.2008

KAYNAĞINI GÖSTER !

Gelir vergisi kanunu değişecek ve lüks yaşayanlara "KAYNAĞINI GÖSTER" denilecekmiş. Yani “hizmetçisi, aşçısı, yatı, kotrası ve son model uçağı olanlardan, lüks yaşamın kaynağını göstermeleri istenecekmiş! Vergileri hep işçi, memur, küçük esnaf, vergi mükellefleri veriyor. Adam krallar gibi yaşıyor ama hiç vergi vermiyor. Şimdi çok para kazananlardan da vergi alınacak, “OH İYİ OLACAK” diye hemen sevinmeyin. Çünkü kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Bu yasa çıkarılırsa “servetinin kaynağını göster” diye kime soracaklarmış biliyor musunuz?
Gelir vergisi mükelleflerine. Peki “Gelir vergisi mükellefi” olanlar kim? Bakkal, kasap, manav, terzi, ayakkabıcı, köfteci, çiçekçi, kitapçı, kırtasiyeci, tamirci, yani küçük esnaf ve sanatkar . Peki siz hiç hizmetçisi ve mürebbiyesi olan bakkal, özel aşçısı olan manav, Yatı olan terzi, kotrası olan tamirci, son model uçağı olan köfteci gördünüz mü? Hayır. Peki, “HOLDİNG PATRONU” gördünüz mü? Tabi ki gördünüz. Ama bu soru Holding patronlarına sorulacak mı? Hayır. Çünkü onlar kişisel ticari ve mesleki faaliyetleri nedeniyle, “gelir vergisi mükellefi” değiller. Onlar şirket ortağı. Son model uçakları, yatları ve kotraları var ya hepsi şirketin malı. Üstelik evlerinde çalıştırdıkları, hizmetçi, aşçı ve özel şoförleri şirket elemanı gösterilip, şirkete masraf yazıyor, vergiden düşüyorlar. “Holdinglerin ve anonim şirketlerin yönetim kurulu başkanları, üyeleri ve ortakları” şirketten ücret ve kar payı alıyorlar. Kira ve faiz gelirleri var ama vergi mükellefi değiller. Bunun için onlara "LÜKS YAŞAMIN KAYNAĞI NE?" diye sorulamayacak. Dahası, büyük holding, anonim şirketlerin ortaklarının lüks içinde yaşayan eş ve çocukları da vergi mükellefi olmadıklarından kapsam dışında kalıyor, onlara da, LÜKS YAŞANTININ KAYNAĞINI GÖSTER denilemeyecek.
Kısacası eski tas eski hamam. Anlaşılan yine “KÜMESTEKİ KAZLAR” yolunacak.
Çıkarılacak yasa “NEREDEN BULDUN” yasası olmayacakmış. Yani bu yasa çıkarsa "Bu cipi, MERCEDESİ ya da BMW’ yi nereden ve nasıl aldın? Bu villayı, yatı, kotrayı hangi kazancınla aldın?" diye sorulmayacak. Böyle olursa, DSP iktidarında Maliye bakanı ZEKERİYA TEMİZEL’ in çabası ile çıkarılan ve AKP nin iktidara gelir gelmez iptal ettiği ( 9.01.2003 Tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 4783 sayılı Kanun). “NEREDEN BULDUN?” yasası gibi olurmuş.
Keşke olsa. O yasa küçük esnaf ve sanatkar, küçük tasarruf sahiplerinde değil, çok büyük harcamalar yapanlara “NEREDEN BULDUN?” diye soracaktı. O güne kadar nereden kazanmış olursan ol, Milat denilen bir tarihte TL veya döviz bütün paranı bir bankaya yatırırsan, mücevherlerini bir kurumcuda kayıt altına aldırırsan, para edecek ama adına kayıtlı olmayan kıymetli eşya (tablo, koleksiyon gibi) kayıt altına aldırırsan bunlardan hiçbir şekilde hesap sorulmayacaktı. Bu tarihten sonra satın almak istediğin şey (o gün için) 3,5 milyar liradan daha değerli ise o zaman “BU PARAYI NEREDEN BULDUN?” diye sorulacak, milat tarihine kadar bankaya yatırdığın para, miras, piyangodan kazanç, vergili kazanç yani nereden geldiği belli bir para olduğunu kanıtladığında kuruşuna dokunulmayacak, eğer nereden geldiğini kanıtlayamaz, kaynağını gösteremesen bu paranın sadece vergisi alınacaktı, gerisi yine sana verilecekti. .
Ama gelirinin nereden geldiğini açıklayamayacak olan zenginler öyle bir karşı koydular ki, ECEVİT hükümetini ve Maliye bakanı ZEKERİYE TEMİZEL’ i öyle topa tuttular ki, yasanın uygulanması ertelendi. ZEKERİYA TEMİZEL “AFOROZ” edildi. Bu yasayı çıkaran koalisyon hükümetinin ve başbakan ECEVİT’ in partisi DSP, önce parçalandı, parlamento erken seçime zorlandı, yapılan ilk seçimde bu yasayı çıkaran DSP, MHP, ANAP sandığa gömüldü. İktidara gelen AKP hükümetinin ilk işi de bu yasayı iptal etmek oldu.
Çıkarılacak bu yasada "ince bir nokta" varmış. Bu yasa çıkarsa “PARAYI NEREDEN BULDUN” diye sorulmayacakmış. Sorulacak olan “lüks yaşantının kaynağı” olacakmış. Peki ikisi arasında ne fark var? Bu yasa çıktığında zararı “Gelirinden fazla harcama yapanlar” yanacakmış. Devlet, kredi kartı dahil harcamaları inceleyecekmiş. O zaman “Kartsız harcama ve faturasız alış-veriş ya da başkalarının adına fatura alma yaygınlaşacak.” Vatandaşı banka sistemine sokmak gerekirken, dışına çıkartılıp, kayıt dışı körüklenecek, kayıt dışı daha da artmayacak mı?
Yapılacak şey belli. Adil bir vergi sistemi için herkesten, ama herkesten kazancına vergi almak. ÇOK KAZANANDAN ÇOK. AZ KAZANANDAN AZ. Ama bizde çok kazananlar vergi vermiyor. Gelsin diye yalvardığımız yabancı sermayenin zaten ilk şartı vergi kolaylığı. Yurttaşlık dersinde bize vatan için en kutsal ilk 2 görevin “ASKELİK YAPMAK ve VERGİ VERMEK” olduğu öğretilmişti. Şimdi zenginlerin bir .çoğu askerlik yapmak da, vergi vermekte istemiyorlar. Vatandaşa “bu yasa sizin için, ülke için kötü, yabancı sermaye kaçar, ekonomi batar diyor, ellerindeki medya ve parasal güç ile halkı kandırıp, kendilerinden vergi almaya kalkan partileri parçalıyor, hükümetleri düşürüyorlar. 20.01.2008

HABERLER, YORUMLAR, TEPKİLER

“Bir benle ne olur” demeyelim. Herkes ayni şeyi söylerse hiç kimse olmaz. Halbuki hepimiz “ben yoksan bir eksiktir” demeliyiz. Yasal haklarımızı çok iyi bilmeliyiz. Öncelikle sendika, meslek, çevre, hayvanları koruma, insan hakları, daha iyi gelecek gibi demokrasinin yasal hak arama kurumları örgütlere üye olmalı, yönetime katkı sağlamalı hatta katılmalıyız.
Bireysel olarak da bir şeyler yapabiliriz. Bilgi ve iletişim çağındayız. Her gün gazete okuyoruz. Okuduğumuz İNTERNETTE yorumlar yapabiliriz. İlgili kurumlara elektronik posta ile kınama veya destekleme mesajları gönderebiliriz. “Kimse umursamaz” demeyin. O mesajlar kesinlikle yerine ulaşacaktır. Ancak ne kadar örgütlü ve çok sayıda olursa umursamaları o kadar çabuk olur. Düşün, Mezarda Emeklilik, milletvekillerine kıyak emeklilik, Siyasi partilerde lider sultası, Türban yasası, özelleştirmeler gibi çok önemli konularda örgütlü olarak ayni anda tepkiler olur, üstelik bu tepkiler bir seferlik değil sonuç alınıncaya kadar devam ederse etkili olmaz mı? İşte birkaç satırlık gazete haberlerine bazı yazarların yorumlarına bireysel tepkilere örnek.
HABER 1 : Perihan Maden, bir yazısı için Başbakanın tazminat davası açmasına kızmış, “ben seni panterler gibi savunmuştum” demiş.
HABER 2 : Türban konusunda başbakanı eleştiren yazıları nedeniyle liberal – solcu yazarları azarlaması nedeniyle, Ahmet ALTAN’ ın GAZETEM NET’ te ki yazısı
YORUM : Sizin gibi kendine solcu, özgürlükçü, liberal diyen yazar ve aydınların desteği ile AKP iktidara gelmedi. Sizin desteğinizi AB, ABD ye örnek gösterip onların desteğini aldı. Siz sadece EGONUZU tatmin ettiniz. Mademki o kadar gücünüz var, ÖDP yi meclise taşıyın görelim
Size tazminat davası açmış diye kızıyorsunuz. Siz saf mısınız? Gözünüzü öyle bir hırs bürümüş ki kör olmuşsunuz. AKP yerini sağlamlaştırdığı anda sizi hapse bile atar hatta ülkeden bile kovar Bekir Coşkuna git demedi mi?
Ahmet ALTAN’ NOT : NOT: 10 yıl kadar önce Bergama kermesinde düzenlenen panele geldiğinizde "bak ne kadar güzel. Neden bu park da genç kız ve erkekler öpüşmüyor? Özgürlük yok mu?" demiştiniz.
Bu sorunuzu yadırgamış, "Sizin özgürlükten anladığınız bu mu?" diye sormuştuk.
AKP iktidarında park da kız ve erkekler el ele tutuşarak bile gezemediğine göre AKP nin nasıl özgürlükleri savunduğunu iddia ediyor ve destekliyorsunuz? Saygılar sunarım.
HABER : Türban için gözler Gül' de. Süre 26 Şubatta doluyor...
YORUM : Hayal. Bir çok kişi gerçekten tarafsız oldu geri gönderecek diye bekliyor. Ama bekletmesinin nedeni tepkilerin yatışması, “bak kaç gün inceledi ondan sonra imzaladı” intibaı uyandırmak. Geri göndermesi mucize olur. Onların 85 yıllık rüyası değil mi?
Cumhurbaşkanı Gül' ün türban çıkmazı. İmzalar. Bilenler biliyor ki geri çevirmeyip imzalayacak. Cumhurbaşkanı dindar olacak denmedi mi? Toplum hop oturup hop kalksa da imzalayacak. Ama sevinmeyin, imzalasa da elinize bir şey geçmeyecek, aksine huzur bozulacak.
HABER : Tapu Kadastro Müdürü'nden ilginç savunma: Bahşiş rüşvet sayılıyor
YORUM : Bahşiş mi? Tapu Sicil Müdürlüklerinde yeterli memur verilmeden önüne gelenin Emlak cı, takipçi olmasını önlemeden, Tapudan rüşveti yok edemezsin.
Genel müdür bir kaç yıl önce de buna RÜŞVET değil BAHŞİŞ demişti.
Milyonlarca yoksul ve dar gelirli babasından kalan taşınmazı üzerine geçirmek, zar zor parayı denkleştirip ev alanlar işini yaptırabilmek için para veriyor. Yoksa günlerce bu gün git yarın gel diyorlar buna da BAHİŞİŞ değil RÜŞVET denir
HABER : MHP önünde arbede.
YORUM: Oy. Dinlemezler. Kimseyi, babasını, anasını, kardeşini, eşini bile dinlemezler. Gözlerini oy bürümüş. Ülkeyi geriye dönüşü olmayan bir yola soktular götürüyorlar. Birde bu ülkeyi seviyoruz demezler mi? Acaba kendilerini mi? Partiyi mi? Yoksa ülkenin geleceğini mi daha çok seviyorlar?
HABER : ANITKABİR’E SIĞMADILAR
YORUM : Kalabalık. TANDOĞAN da mitingi sırasında 14.04.2007 de Anıtkabire girenlerin 370 bin kişi olduğu gazetenizde yazdı, Bu gün gazeteniz önce 15 - 25 bin yazdı, sonra “askeri yetkililer 126 bin diyor” yazdınız. Bence Anıtkabirde en az geçen yıl ki kadar 350 bin kişi vardı. Sayıyı azaltmaktaki amaç sadece halkı kandırmak olabilir. Çünkü yetkililer gerçek sayıyı biliyor.
HABER : Bülent ARINÇ, sessizliğini türban konusuyla bozdu
YORUM : Konuşmak. Sayın Bülent ARINÇ konuşmasa da biz onun ne düşündüğünü ne söyleyeceğini biliyorduk. Bayramlık ağzını açınca artık duramaz arkasını getirir ve tekrar ağız dalaşı başlar.
HABER : Bahçeli, türban konusunda sert çıktı. Meclisin akıl hocalarına ihtiyacı yok.
YORUM : Oy alamazsın. Sanıyor musun ki, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirdin diye, Türban yasağını kaldırdın diye halk sana oy verecek? Vermezler, vermeyecekler. Onların adresi zaten belli, o adres de AKP veya SP. Sen havanı alırsın. Zaten bu yüzden oy veren seçmen % 8 - 10 u geçmez. Bu seçmenden sana mama yok.
Eğer halkın oyunu almak istiyorsan YOLSUZLUK, YOKSULLUK ve İŞSİZLİĞİ NASIL ÖNLEYECEKSİN ONU HALKA ANLAT, sana inanırlarsa işte o zaman oy verirler. 24.02.2008

GENÇLER

Gençlik her zaman kendinden önceki kuşakla anlaşmazlığa düşmüştür. Gençlik hep daha fazlasını ister, daha iyisini ister.

Bunları kimden, neden, nasıl isteyecektir? İsteklerini elde edemeyince, kime kızacaktır? Beklentilerinin neden gerçekleşmediğini araştırıp, o sorunları aşmak için mücadele mi edecektir? Nedenini bulmak için okuyacak, araştıracak, inceleyecek, düşünecek, irdeleyecek midir?

Yoksa istedikleri yapılmayınca ana-babasına mı kızacaktır?

Bizim ve bizden önceki gençliğin de ailesi ile, büyükleri ile birçok uyumsuzluğu vardı. Bu uyumsuzluk, genelde, serbest olmak, bazı şeyleri yapabilmek, kısaca özgürce davranabilmek içindi Gençlik ailesinden yapabileceğinden fazlasını istemezdi. Bazı isteklerini yerine getirmek için kendisi çaba harcardı.

Özellikle kentlerde yaşayan gençlik çelişkileri çok iyi görür, bazılarının her şeyi varken birçok kişinin neden olmadığını sorgulardı. Ancak bunu sorgularken nedenini araştırır, kime karşı geleceğini de öğrenirdi. Bu nedenle ailesi ve büyükleri ile değil bozuk düzenle kavgalı olurdu.

Önüne hedefler koyardı. Ülküsü olurdu. Ne istiyor, ne yapmalı, beklentilerini nasıl gerçekleştirmeli bunları arkadaşları ile tartışır ve bunun için mücadele ederdi. Ailesinin tüm karşı çıkmasına rağmen mücadelesinden vazgeçmezdi. İnanmıştı. Bilinçli bir inanıştı. Toplumda bilinçlenme arttıkça, düzene karşı muhalefet de artıyordu.

Gençler bu mücadeleyi verirken, demokratik örgütlerle, sendikalarla birlikte hareket ediyor, yalnız olmadıklarını kendisi gibi düzenden memnun olmayan binlerce kişinin varlığını görüyor, başaracaklarına dair inancı cesareti artıyordu.

Ancak bu bozuk düzenin devamından yana olanlar da vardı ve ülkenin yönetiminde söz sahibi idiler. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu düzeni değiştirmek isteyenlere izin veremezlerdi.

Ve vermediler.

Gençliğin toplumsal olaylarla değil başka şeylerle ilgilenmesi gerekirdi. Örneğin müzik, futbol, aşk yani egemen güçler için tehlikeli olmayan şeylerle. Eğer rahat yaşamak istiyorsan, eğer çok para kazanmak istiyorsan bunun yolu vardı. Köşeyi dön de nasıl dönersen dön, sana kim ne diyebilirdi? Para kazanmak için çalışmana bile gerek yoktu. Benim memurum işini bilir dendi. Rüşvet alabildiğine yaygınlaştı. Yolsuzluk arttıkça arttı. Köşeyi dönmecilik kurtuluş için bir yöntem kabul edildi.

Eskiden toplum için mücadele edenlerin bir çoğu da bu yöntemi kısa sürede benimsedi. “Gemisini kurtaran kaptan” zihniyeti ile bencillik toplumda yerleşti. “Ben kendimi kurtarayım da başkası ne olursa olsun” düşüncesi yerleşti. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dendi.

Bütün bu politikalar sonucu, insanlar kurtuluşun toplumla birlikte değil kendi başına olacağı inancına kapıldı. Ülkeyi yönetenlere, köşeyi dönenlere hiç kızmadı.

Bende ne yaparımda köşeyi dönerim diye düşündü.

Günümüz gençliği işte bu düşüncelerle yetişti. TV, magazin basın, her türlü yöntemle yapılan propagandalar sonucu gençlik tüketime yönlendirildi.

Ancak milyonlarca dar gelirli aile gençliğin bu isteklerini nasıl karşılayacak?

Gençlik bunu düşünmüyordu artık. Gençlik araba istiyor, cep telefonu istiyor. Gezmek, eğlenmek istiyor. İyi giyinmek, değişik giyinmek istiyor.

Birçok aile çocuklarının bu isteklerini karşılayabilmek için ne kadar çaba harcarsa harcasın yerine getiremiyor. Okuyan gençlik en iyi okullarda okumak istiyor. Bunun için pahalı dershanelerden, özel ders veren öğretmenlerden ders almak istiyor. Aileler çocuklarının isteklerini yerine getiremediği için üzülüyor, kahroluyor. Ancak gençler mazeret dinlemiyor. İsteği yapılıncaya kadar susmayan bir bebek gibiler.

Gençler okumuyor. Araştırmıyor. Olduğunla yetinmek ama daha fazlasını elde etmek için çalışmak çaba harcamak gerektiğini akıllarına bile getirmiyorlar. Neden istediklerinin yerine gelmediğini bilmiyorlar. Kendi kurtuluşlarının toplumun refahı, zenginliğinin artmasına bağlı olduğunu bilmiyorlar. Ülkeyi iyi yönetmeyenlere karşı, rüşvete, talana, adam kayırmaya, yolsuzluklara karşı mücadele etmeden hiçbir şeyin düzelmeyeceğini bilmiyorlar.

Kendilerine "oku, TV da iyi programları seyret" deyinde kızıyorlar. TV da her türlü pembe diziyi, magazin programını seyrediyorlar da, gençlikle ilgili tartışma programlarını bile izlemiyorlar. 22.01.2008

BAŞ ÖRTÜSÜ,TÜRBAN, TESETTÜR

“KADINLARIMIZ, KIZLARIMIZ DİNİ İNANIŞLARI GEREĞİ BAŞINI ÖRTÜYOR” diyorlar. Sorun gerçekten böyle olsa kimse kaygı duymayacak. Ama sorunun bu olmadığı açık.

TV de bir tartışma programında gayet modern giyinmiş bir bayan gazeteci “bu ülkede Hıristiyan, Yahudi, Ermeni dinini korkmadan söylüyor ama bir Müslüman ben MÜSLÜMANIM diyemiyor” diyordu.

Bu kadar büyük yalan olmaz. Ben bu güne kadar hiç kimseye “ORUÇ TUTTUĞU, NAMAZ KILDIĞI, MÜSLÜMANIM DEDİĞİ” için bir şey denildiğini duymadım, görmedim.

Ama oruç tutmayan, namaz kılmayan, içki içenlerin bırakın ayıplanmasını dövüldüğünü hatta öldürüldüğünü duydum.

Son günlerde Atatürk’ ün bir vasiyetinden söz ediliyor. Sözde Atatürk öleceğini anlayınca noteri çağırmış “50 YIL SONRA SSCB DAĞILACAK BURADAN AYRILAN MÜSLÜMAN VE TÜRK ÜLKELERLE MÜSLÜMAN ARAP ÜLKELERİ BİR ARAYA GELİP YENİDEN HALİFELİK SİSTEMİNE GEÇİN” diye vasiyet bırakmış.

Vasiyet verede? Yok.

Ama ne diyorlar “SAKLIYORLAR veya YOK ETTİLER.” Yalandan kim ölmüş? Hedeflerine varabilmek için bazı kişilere yalan, iftira her şey serbest. Peki Müslümanlıkta da bunlar günah değil mi? Hadi bu dünyada hesap vermekten kurtuldular, öbür dünyaya inanmıyorlar mı? Orada hesap vermekten korkmuyorlar mı? Ülkenin % 95 veya 99 u Müslüman ise ve AKP dindar bir parti diye seçimde % 47 ( o bile şüpheli) oy alıyorsa, AKP ye oy veren Müslüman, vermeyenler GAVUR MU?

KİM MÜSLÜMANDIR?
Müslüman bir ana babadan doğan her çocuk Müslüman’ dır. (Bazı din adamları her doğan kişinin Müslüman olarak doğduğunu söyler. Hatta “ne zamandır Müslümansın?” sorusuna verilecek doğru yanıtın “KAVLÜ BELADAN BERİ” (yani dünya kurulduğundan bu yana) olduğunu söylerler.) İnsanlar belli yaşa gelince kendi kararı ile hangi din, inancı benimseyeceğine karar vermesi daha doğru olmaz mı?

SONRADAN MÜSLÜMAN NASIL OLUNUR?

İslam dinine göre, eskiden hangi Dini inancda olursa olsun bir insan son nefeslerinde Kelime i şehadet getirse Müslüman olarak ölmüş sayılır. Normal zamanda Müslüman olmak isteyen insan; ilk önce KELİME İ ŞEHADET getirecektir. (AMENTÜ). Yani, “ALLAH’ ın birliğine, Meleklerine, Kitabına (KURANA), Peygamberine ve Hz. Muhammet’ in onun peygamberi olduğuna, Ahrete (öbür dünyaya), hayır ve şer’ e (iyilik ve kötülüğün Allah’ tan geldiğine) inandığını kabul edecektir. “namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek” Müslüman bir kişinin yerine getirmesi farz olan şeyler (ibadet) dir. Yani Müslüman olmak için ne farz olan şeyler ne de kadınların örtünmesi (tesettür), erkeklerin şalvar giyip sarık takması, sakal bırakması diye bir şart söz konusu değildir.

Müslüman olmanın ilk şartı KELİME İ ŞEHADET şartını yerine getiren bir kimse başka hiçbir şart aranmadan Müslüman olmuş sayılır. Müslüman olan bir kişi “oruç tutmaz, namaz kılmaz, “gücü varsa” hacca girmez ve zekat vermezse yine Müslüman’dır ama “İBADETİNİ YAPMAMIŞ, GÜNAH İŞLEMİŞTİR.” Yine örneğin, harama el uzatırsa, (haram; hem hak edilmeyen kazanç, hem de başka kadınların namusuna el uzatmak anlamındadır). Kul hakkı yerse, (En büyük günah kul ve yetim hakkı yemektir. Allah her suçu affedebilir ama kul ve yetim hakkı yiyenleri kesinlikle af etmeyeceği belirtilmiştir.) Namuslu olmazsa, iyilik değil kötülük yapar, maddi gücün varda yoksullara yardım etmezse Müslümanlıktan çıkmaz, dinen günah işlemiş sayılır. Yaşadığı sürece yaptığı her şey bir deftere yazılır. Dinen yasaklanan şeyleri yapmışsa günah, İyilik yapmamışsa sevap işlemiş kabul edilir. Ölünce, yaşamı boyunca yaptıkları “SADECE İBADETİ DEĞİL BÜTÜN YAPTIKLARI” tek, tek incelenir, hesaplanır ve ona göre CENNETE, devamlı veya cezasını çekinceye kadar CEHENNEME gider.

Kuranda farz olan ibadetini yapmamış, yerine getirmemişse “örtünme ile ilgili ayetler varsa onu da yapmamışsa bile yine ”MÜSLÜMANDIR” ama günah işlemiştir. Yani Başını örtmüyor “TÜRBAN” takmıyor “TESETTÜRE GİRMİYOR” diye kimseye “ sen Müslüman değilsin” denilemez. Bundan çok daha önemlisi İslam dininde kimin daha iyi Müslüman, kim günah işliyor, kim CENNETE gideceğini hiç ama hiç kimse “Hz. Muhammet bile” bilemez. Müslümanlıkta Allah ile kul arasında kimse yoktur.

Ama kendini (HAŞA) ölen insanlara HESAP SORAN Melek yerine koyan bazıları “YETİM HAKKI YİYEN, YOLSUZLUK YAPAN, YALAN SÖYLEYEN, HAKSIZLIK VE ADALETSİZLİKLERE GÖZ YUMAN” insanları görmezden, duymazdan geliyor, hatta bunlara kendide ortak oluyor, sonra da sade vatandaşlara gidip “TÜRBAN” takmasan Müslüman değilsin, şunu, şunu yapmazsan CEHENNEME gidersin diyorlar. Cahil ama iyi niyetli gerçekten dindar insanları kandırıyorlar. Öyle bir ağ ve sistem kuruyorlar ki, bir çok din alimleri söylenenlerin yalan, hurafe, dinle hiç ilgisiz olduğunu, İslam’da örtünme şartının olmadığını söylediklerinde susturulmakta, din düşmanı, hatta Ermeni olmakla suçlanıp karalanmakta halkın gerçekleri öğrenmesini engellemektedirler.

Tıpkı Avrupa’da ENGİZİSYON döneminde GALİLEO’ nun DÜNYA, YUVARLAKTIR ve DÖNÜYOR dediği için KİLİSE ENGİZİSYON MAHKEMESİ tarafından cadılıkla suçlanıp yakılmak istenmesi gibi. GALİLEO nun dediklerine Kilise ve papazlar karşı çıkmasa yüzlerce yıldır İNCİL’ de böyle yazıyor dinimize göre böyle diye halkı aldatan Hıristiyan din adamlarının halkı kandırdığı meydana çıkacaktı. İşte Ülkemizde bunun benzerleri yaşanmaktadır.

Kimin doğru, kimin yanlış, yalan söylediği konusunda insanlara gerçeği söylemek zorunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı bile sessiz kalıyor. Taraf olmak istemiyor. Diyanet İşleri Başkanlığının atadığı bir çok cami imamı kendine bağlı ya cemaat veya tarikat kuruyor. Fethullah GÜLEN dahil ülkemizde cemaat liderlerinin bir çoğu daha önce Diyanet İşleri başkanlığına bağlı bir cami de imam değil miydi? Bu cemaat veya tarikat liderleri insanlara sadece kendi söylediklerinin doğru, kendinden farklı söylenip, öğretilenlerin yanlış olduğunu söyleyip bir çok iyi niyetli gerçek dindar insanı inandırmıyor mu? Bu tarikat veya cemaat liderleri kendilerine inanan iyi niyetleri insanlardan şahsi maddi veya manevi çıkar sağlamıyorlar mı?

Eğer bütün bu olanlar Atatürk zamanında olsaydı “LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETE KAST EDİYORLAR” diye kesinlikle İSTİKLAL MAHKEMELERİ hemen kurulurdu. 18.01.2008

16 Şubat 2008 Cumartesi

GERÇEKLER, YOKSULLUK, İŞSİZLİK

İnsanların en cahili bile doğru tercih, doğru seçim yapabilir. Ancak onlara gerçekler söylenirse.
Ama hem onlardan gerçekleri gizleyeceksiniz, hem kutsal dini inançlarını kullanarak bir çok yalanlar söyleyeceksiniz, ondan sonra da onları yaptıkları seçime “DOĞRU” diyeceksiniz, onların seçimi ile oluşan sonuca "MİLLET İRADESİ" diyeceksiniz.
Doğu ve güneydoğu Anadolu’da halk yıllarca kime oy verdi? Şimdi kime oy veriyor? Ya toprak ağasının veya aşiret reisinin aday olduğu veya istediği partiye, Yada cemaat lideri, şıh ve şeyhin istediği partiye değil mi? Böyle bir seçim demokratiktir, halkın özgür iradesi ile yapılan bir seçimdir denilebilir mi? Ülkemizde sağ partilerin oyları neden çoktur? Çünkü bütün sağ partiler, oy alabilmek için insanların kutsal din duygularını kullanmaktadır. Tarikatlarla iş birliği yapmaktadır. Bu gün “laiklik elden gidiyor, kaygılıyım” diyen sayın Süleyman DEMİREL’ e başbakanken her hafta cuma namazı çıkışında Kuran hediye edilmiyor muydu? O da öpüp kabul etmiyor muydu? Sağcılar bana cinayet işliyor dedirtemezsiniz demiyor muydu? Tespih tutan elle silah tutan el bir olur mu demiyor muydu? ÖZAL farklı mıydı? ERBAKAN' ın yaptıkları saymakla biter mi? Her biri her yıl onlarca imam hatip okulu açılmadı mı? AKP hepsinde daha fazlasını yapmıyor mu?
Eğer tarafsız, halka gerçekleri söylemesi gereken medya bunları yolsuzluğu, haksızlığı yazmıyor, dile getirmiyorsa halk nasıl öğrenecek, doğru kararı nasıl verecek? Seçim yaparken doğru lideri, partiyi, adayı nasıl bilecek?
Ülkemizde bu gün en yakıcı sorun İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUK iken gündem hep türban. İktidar partisi bunu ekonomik sorunlar gündeme gelmesin diye yapıyor olabilir. Ama bu en yakıcı sorunlar gazetelerin iç sayfalarında birkaç satırla, TV de hiç yer alıyor. Son olarak açıklanan resmi istatistiklere göre ülkemizde işsizlik oranı % 10, işsiz sayısı da 2,5 milyon kişi imiş. Peki doğru mu?
Eskiden İş ve işçi bulma kurumu yeni TUİK e iş arayanlar başvururdu. Ya şimdi? Hayır. Öyleyse ülkemizdeki işsiz sayısı tam olarak bilinmiyor. Ülkemizde üniversite eğitimli gençlerin en az yarısı, eğitim gördüğü dalda değil nerede iş bulursa orada çalışıyor. Ama bunların büyük çoğunluğu işinden memnun değil. Büyük çoğunluğunun da iş güvencesi yok. Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşına kadar ve 7000 gün (her yıl 100 gün artacak) pirim sayısını dolduracak kadar işte kalabileceğinden emin değil. Geri kalanı ise iş bulamadığı için ya işsiz veya babasının, kardeşinin işinde çalışıyor.
Yeni genç işsizlerde ayrı bir de işini kaybedenler var. İşsiz kalmaktan korkanlar var.
Günlerdir Tekel işçileri İstanbul, İzmir, Adana’da her yerde eylemde. Neden? Özelleştirmeye karşı oldukları için. Peki özelleştirmeye neden karşılar? En büyük korkuları özelleştirme sonucu büyük olasılıkla tekel yabancıya satılacak, alan şirket onları işten çıkaracak, işsiz kalacaklar. Başka bir iş bulmaları da mümkün olmayacak. Peki işçilerin direnişi basında yer alıyor mu? Hayır.
Bu hafta DİSK’ in genel kurulu var. Hangi gazetede haberini okudunuz? Hangi TV haberini verdi? Cuma günü çalışma bakanı gidip konuşma yaptı diye 1-2 dakika TV de yer aldı. O da bakanı protesto ettiler yani olay oldu diye.
Eğer gerçekten eğitimli işsiz sayısını öğrenmek istiyorsanız KPS ye başvuranların sayısına bakın. Özel sektörün, şirketlerin, bankaların iş arama sitelerine bakın. Eğitimsiz işsizlerin sayısını öğrenmeniz mümkün değil. Çünkü onlar hiçbir yerde kayıtlı değil. Yinede yaklaşık bir sayı elde etmek istiyorsanız, birkaç ay süre ile Belediyelere, kaymakamlıklara, valiliklere iş için başvuranları takip edin. Ayrıca Ticaret ve sanayi odalarından yaklaşık bir sayıda öğrenebilirsiniz. Pazarcılık, sergicilik yapanların sayısı ne kadar artmış ona bakın. Bütün bunlarda ülkemizdeki işsiz sayısını bilmeye yetmez. Şehirde iş olmadığından zorunlu olarak karnını doyurabildiği, başını sokacak bir yeri olduğu için babası ile bir arada köyünde, kasabasında küçük topraklarını işleyen işsiz gençler var.
Dahası iş koşullarının çok kötü olduğu, sigortasız çalışan binlerce insan var.
Bütün bunların hiç biri devletin işsizler oranında, işsiz insanlar listesinde yer almıyor.
Son yıllarda özelleştirme adı altında aşağıdaki her şey yabancılara satıldı. Bu satılan yerlerde çalışanların bir çoğu işsiz kaldı. İşte 5 yıl kadar önce MİLLİ SERMAYE, bu YABANCI SERMAYE olanlar. Hepside zarar değil kar ediyordu. Bir çoğu birkaç yıllık karına satıldı.
Şimdi: PETKİM?-ERMENİLERİN. (KAZAK'A SATTIK, DEDİLER. KAZAĞI Bİ ÇIKARDIK.. ERMENİ...), FİNANSBANK- ALTERNATİF BANK-YUNANLILARIN, RAKI- TGRT(FOX)- BEYMEN'İN YARISI-AMERİKALI'NIN, TÜRK TELEKOM-ARAPLARIN, ADABANK- TÜRKİYE FİNANS-KUVEYTLİLARİN, AVEA- MNG BANK-LÜBNANLILARIN, KUŞADASI LİMANI- CBANK-İSRAİLLİLARİN, TELSİM-İNGİLİZLERİN, ARAÇ MUAYENE İŞİ- DEMİRDÖKÜM-ALMAN'IN, BAŞAK SİGORTA- TEB- DÖKTAŞ- İZOCAM-FRANSIZ'IN, OYAKBANK- DIŞBANK-HOLLANDALI'NIN, İZMİR LİMANI-HONG KONGLULARIN, İETT GARAJI-DUBAİLİLERİN, DENİZBANK-BELÇİKALILARIN, ŞEKERBANK-KAZAK'IN, YAPI KREDİ'NİN YARISI-İTALYAN'IN, TURKCELL'İN YARISI-FİNLİ'NİN, RUS'UN, ENERJİSA'NIN-YARISI AVUSTURYALI'NIN, ECZACIBAŞI İLAÇ-ÇEK'İN,.SÜPER FM-KANADALI'NIN,
Bunları biliyor muydunuz? İyi bir şey yapılmış diyebiliyor musunuz? 15.02.2008

15 Şubat 2008 Cuma

YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI

Anayasamız kuvvetler ayrılığını benimsemiş.

YASAMA TBMM'nin görevi.

Yasaları çıkarmak, hükümeti denetlemek.

YÜRÜTME, TBMM den güven oyunu almış Başbakan ve bakanlardan oluşan hükümet.

YARGI;

ANAYASA MAHKEMESİ: Yasaların Anayasaya uygun olup olmadığını denetler.

YARGITAY: Yargının yasalara uygun ve adil karar verip vermediğini denetler.

DANIŞTAY: Yürütmenin her kademesinde yaptığı uygulamaların anayasa ve yasalara uygun olup olmadığını denetleyen,

SAYIŞTAY: Devletin tüm harcamalarının yasalara göre yapılıp yapılmadığını denetleyen.

Bütün bu kurumlar demokratik hukuk devletinde bağımsız olmalıdır. Çünkü her biri hiçbir etki altında kalmadan görevini tarafsız olarak yapabilmelidir.

Ancak gerçekte böyle midir? Günümüzde yargının bağımsız olmadığı en uzman hukukçular, hatta siyasetçiler tarafından dile getirilmektedir.

Öncelikle Yargıç ve savcıların atama ve yer değiştirmeleri ile özlük haklarına bakan "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda" Adalet bakanı ve müsteşarının bulunması bağımsızlığı zedeleyen bir durum olduğu belirtilmektedir.

Yürütme her ne kadar "biz kurulun işine karışmıyoruz" deseler: de yargı mensuplarının görev yerlerinin değiştirilmesinde her zaman yürütmenin ağırlığının olduğu kabul ediliyor.

Ayrıca bütçede yargıya ne kadar ödenek ayrılacağı, personel, bina, her türlü ihtiyaçları, yargıç ve savcıların korunması dahil hep yürütmenin alacağı kararlara bağlı.

Yargı bağımsız olmadan, siyasetçilerin ve üst bürokratların dokunulmazlıkları kalkmadan ülkemizde "temiz toplumun" kurulamayacağı hala bazı kesimler tarafından kabul edilmiyor. "Bozuk düzen dayanağını kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlememesinden, yönetenlerin yargı denetimi dışında kalmasından alıyor. Yasama, Yürütme ve yargı bu üç kuvvet bilinçli olarak öylesine birbiri içine sokulmuş ve öyle akıl almaz bir kaos yaratılmış ki, suçlular cezalandırılamıyor, kimseden hesap sorulamıyor. Bu ülkede bir kez yönetim kadrolarına sızmayı başarmışsan; yargı senin için yok; Yasalar senin için işlemiyor. Soygun yap, kurtuluyorsun. Partizanlık yaparak Devleti zarara uğrat, kurtuluyorsun. Kamu bankalarını iflas ettir, kurtuluyorsun. Belediyelerde korkunç rüşvetler al, bir iki yıl içinde karun gibi zengin ol, kurtuluyorsun.

Çünkü yönetenler kendilerini yasa denetimi dışına çıkarmışlar. Türkiye'nin en büyük yarası yargı. Anayasa ve yasalarda bu konuda yapılması gerekli değişiklikleri, iktidarı, muhalefeti ile siyasetçiler yapmıyorlar.

Bu değişiklikleri TBMM, yani milletvekillerinden başka kimse yapamayacağına göre bu değişiklikler nasıl olacak? Halkın baskısı desek böyle bir talep güçlü şekilde yok. Eğer bir siyasi parti programına "dokunulmazlıkları kaldıracağım" dese oyu ne kadar artar? Eğer halk dokunulmazlıkları kaldırma sözü vermeyen partiye oy vermeyeceğim derse umut olabilir. Ancak. bir AKP milletvekili seçimlerden önce “halktan bize DOKUNULMAZLIKLARI KALDIRIN diye bir talebi yok” diyor. Öyleyse Bu değişiklikler nasıl olacak?

Bu sorunun yanıtı, “HEPİMİZ, HANGİ PARTİYE OY VERECEK OLURSAK OLALIM” oy istemeye gelen, lider, parti yöneticisi, milletvekili, belediye başkanı, il ve belediye meclis adayları, il, ilçe yöneticilerinden önce “seçildikleri taktirde dokunulmazlıkları sınırlandır” sözü alalım. 22.01.2008

YENİKENT, AYASKENT, BÖLCEK

Başbakan Tayyip ERDOĞAN, anlaşıldığı üzere, Ankara - Çankaya, İstanbul - Şişli gibi sol ve solun kalesi büyük ilçeleri alabilmek için Bergama YENİKENT, BÖLCEK ve AYAS kent gibi 900 tane belediyelik yerleri feda ediyor.

DİYOR Kİ BU KAPANAN BELEDİYELERİN ÇOĞU BİZİM PARTİMİZİN ELİNDE.

Demek istiyor ki; “Bak kendi belediyelerimizi bile kapatıyoruz, Şişli, Çankaya gibi sol ve sosyal demokrat oyların çok olduğu ilçelerde de değişiklik yaparsak söz söylemeye hakkınız yok.”

Bu gibi şeyler için atalarımız “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” derlermiş.

Kapatılan belediyelerde kaç seçmen var ki? Onlar AKP ye oy vermese de olur. AYASKENT, BÖLCEK, YENİKENT belediyelerinde AKP seçim kazansa ne olur? kazanmasa ne olur?

Ama İzmir, Çankaya, şişli, Diyarbakır’da belediye başkanlıklarını kazanırsan!

Bak o zaman neler olacak?

Bak o zaman anayasanın hangi maddeleri değişecek?

Bak o zaman yaptıklarına, söylediklerine kimse itiraz edebilecek mi?

Rektörler, hukukçular bildiri yayınlayabilecekler mi?

Ondan sonra Alevi, sol, demokrat kökenli milletvekillerine ihtiyaç kalacak mı?

O zaman haydi kadınlar evinize, kocanızın dizinin dibine, çocuk yetiştirmeye, kadının çalışması da ne demektir, derseler hiç şaşırmayın.

Haydi kolay gelsin. bakalım bu oyunu kim kazanacak?

Bu oyunu oynayanlar meydanın sandıkları kadar boş olmadığını görecekler.

Daha önce ayni şeyi Turgut ÖZAL yapardı.

Bir seçim bölgesinde az oy almış, az milletvekili çıkarmışsa, diğerinde çok almış fazla milletvekili çıkarmışsa bir dahaki seçimde ikisinden de daha fazla milletvekili nasıl çıkarırım hesabı ile seçim bölgelerini hemen değiştiriverirdi.

Yani sayın başbakanın bu oyunu yeni değil.

Bu oyun daha önce de oynanmıştı.

Biliniyor. 02.02.2008

NEDEN KORKUYORLAR?

Deniliyor ki; Avrupa ve ABD de üniversitede baş örtülü kızlarımız rahatlıkla okuyor.
Şimdi ülkemizde de TÜRBANIN üniversitelerde serbest olması için anayasada değişiklik yapılıyor. Toplumun önemli bir kesimi bundan rahatsız oluyor? Eğer bu değişiklik yürürlüğe girerse DEMOKRATİK LAİK DEMOKRASİYİ CUMHURİYETİMİZİN tehlike altında gireceği kaygısına kapılıyor.

Batılı ülkelerde, ABD ve Avrupa ülkelerinde sistem konusunda hiçbir kaygı yok. Bu ülkelerde hiçbir parti veya kişi Demokratik, laik Cumhuriyeti, özgürlükçü hukuk devletini değiştirmeyi, yerine din kurallarının geçerli olacağı bir düzeni getirmek diye bir programı ve çabası yok. Bazı partilerin “ırkçılık” üzerine politika yaparak belli bir sayıda milletvekili çıkarsa bile, bırakın iktidar olmasını, koalisyon hükümetlerinde bile yer almasına izin verilmiyor.

Hiçbir parti, anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla iktidar olsa bile seçim yasasını, anayasayı kendi amaçlarını gerçekleştirmek için değiştirmek aklının ucuna bile gelmiyor. İktidarla ayni görüşte olan Cumhurbaşkanı veya devlet başkanları anayasa ve yasaları değiştirip daha fazla görevde kalmak için çaba harcamak bir yana bunu aklına bile getirmiyor. Hiçbir iktidar “halk bana yetki verdi her istediğimi yaparım. Bana kimse karılamaz” demiyor. Bütün yetkilerini diğer kurumlarla birlikte kullanıyor. Bu ülkelerde HUKUKUKA çok önem veriliyor. Yasalara göre kim olursa olsun suç işlemişse yasalar o kişiden hesap soruyor. Kimse haksız yere suçlanmıyor. Ama kimsenin de dokunulmazlığı yok. Suçlu, hatta hatalı olduğu açığa çıkan yetkili kimse görevden almayı beklemeden görevinden ayrılıyor.

Bu ülkelerde şiddet içermiyorsa, fikirlerini başkasına zorla kabul ettirmek istemiyorsa hiç kimse başını örttü, kutsal günlerde içki içti, ibadet etmedi, farklı dini inançları, fikirleri, düşünceleri var ve bunları açıkladı diye suçlanmıyor, yargılanıp ceza verilmiyor, hapse atılmıyor. İktidar partisi devlet olanaklarını kullanarak seçimlerde avantaj saylayamıyor.

HİÇ KİMSE, DEVLETİN SOSYAL, EKONOMİK, SİYASÎ VEYA HUKUKÎ TEMEL DÜZENİNİ KISMEN DE OLSA, DİN KURALLARINA DAYANDIRMA VEYA SİYASÎ VEYA KİŞİSEL ÇIKAR YAHUT NÜFUZ SAĞLAMA AMACIYLA HER NE SURETLE OLURSA OLSUN, DİNİ VEYA DİN DUYGULARINI YAHUT DİNCE KUTSAL SAYILAN ŞEYLERİ İSTİSMAR EDEMİYO VE KÖTÜYE KULLANAMIYOR.”

Batı ülkelerinde ve Avrupa da lider önemlidir ama esas önemli olan ideoloji, ilkeler ve hukuk tur. Parti liderinin partinin bütün yetkilerini kendi elinde toplamasına izin verilmez. Kimin milletvekilli olacağına kesinlikle lider karar vermez bunu teklif dahi edemez. Hiçbir parti lideri seçilmiş bir parti yöneticisini, il, ilçe başkanını görevden alamaz.

Türkiye’de de böyle mi?

Dindar bir Cumhurbaşkanı seçilecek denmiyor mu? Yolsuzluk yapanlar yargılanabiliyor mu? Lider sultası yok mu? Seçim yasası, Anayasa ve yasalar sayısal çoğunluğu elde eden siyasi iktidarlar tarafından istendiği gibi değiştirilmiyor mu? Kimin milletvekili olacağına liderler karar vermiyor mu? Seçim harcamalarında partilerin kullandığı paraların ne kadar olduğu, nereden geldiğini kim biliyor? Başarısız olan lider kendiliğinden gidiyor mu?

Anayasamızın 24. Maddesinde;

HİÇ KİMSE, DEVLETİN SOSYAL, EKONOMİK, SİYASÎ VEYA HUKUKÎ TEMEL DÜZENİNİ KISMEN DE OLSA, DİN KURALLARINA DAYANDIRMA VEYA SİYASÎ VEYA KİŞİSEL ÇIKAR YAHUT NÜFUZ SAĞLAMA AMACIYLA HER NE SURETLE OLURSA OLSUN, DİNİ VEYA DİN DUYGULARINI YAHUT DİNCE KUTSAL SAYILAN ŞEYLERİ İSTİSMAR EDEMEZ VE KÖTÜYE KULLANAMAZ.” Yazdığı halde bu kesin hükme uyuluyor mu?

Eğer ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi gerçekten “demokratik, laik bir hukuk devleti” olmadığımız için anayasamızın 24, maddesinde sayılan istismarlara engel olamadığımız için, özellikle kadınlarımız olmak üzere ülkemizde eğitim sorununu çözemediğimiz, feodal yapıyı engelliyemediğimiz, işsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu önleyemediğimiz için;

Kadınlarımız ve genç kızlarımız hep erkekler tarafından kullanıyorlar ve kullanılacaklardır. Onları bazen din kurallarını bahane ederek olacak, bazen kapitalist sistem gereği meta (mal) olarak sunularak olacaktır. Erkeklerle eşit haklar için mücadele eden kadınlarımız, erkeklere tarafından yorumlanan din kurallarına göre ve yetmezse şiddet kullanarak baskı altına alınmaktadır.

Eğer ülkemizde demokratik laik hukuk devletini yerleştirirsek, siyasette din istismarını tam olarak önlersek işte o zaman zaten üniversitede de, kamuda da, günlük yaşamda da türban diye bir problem olmayacaktır. 01.02.2008

NE YAPMALI?

Muhalefet partileri AKP nin yıprandığını, oy kaybettiğini, bir daha iktidar olamayacağını söyleseler de, yapılan anketlerde hala en büyük partinin ve iktidar adayının AKP olduğu sonucu çıkıyor. Acaba anket sonuçları doğru mu? AKP yine tek başına iktidar olabilir mi? Neden AKP nin alternatifi yok?

4,5 yıldır iktidarda olan AKP verdiği sözlerin tutmadı, işsizliği, yoksulluğu, yolsuzlukları önleyemedi. Kendi iktidarları döneminde özelleştirmelerde, belediyelerde bir çok yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı.

Çevremizde her meslekten bir çok kişi bir daha AKP ye oy vermeyeceğini söylüyor. Buna rağmen yapılan bütün anketlerde AKP oylarını koruyor ve hala birinci parti görülüyor. Anketlerde AKP oyları doğru değilse bile Muhalefete özellikle CHP ye halk da bir yöneliş yok?

2002 de AKP ye oy verip bu seçimde vermem diyenlerin oyları nereye gidecek? .

Eğer bu kişiler oy kullanmazsa ne olacak?

AKP kendisine oy verecek ölüm döşeğinde yatan kişiyi bile sandığa götürecektir. Bunu başaracak inanmış genç seçmeni vardır.

1980 den önce sol partilerde de seçmeği sandığa taşıyan ve sandığı koruyan binlerce gençleri vardı. Şimdi var mı?

Görünen o ki, başta CHP oyları artmıyor, DYP ve MHP barajı ancak geçebiliyor.

2002 seçimlerinde kullanılmayan ve geçersiz oylar toplam seçmenin % 25 şi. Barajı aşamayan partilerin aldıkları oylarda birlikte seçmenin % 50 sinin oyu boşa gitmiş.

AKP ye küsen seçmenin kendisine oy vereceğini sanan muhalefet partileri ise büyük bir yanılgı içinde. İKTİDAR PARTİSİ YIPRANDI DİYE MUHALEFET HİÇBİR ŞEY YAPMADAN HALK OYLARINI ONLARA VERİR Mİ? Muhalefet partilerinin hiç biri halka güven veremezse AKP den kaçan seçmen sandığa gitmeyecektir.

Muhalefetin özellikle CHP liderinin en büyük yanılgısı TV ile daha fazla kişiye ulaşılabildiği, mitinglerin artık pek önemi olmadığı inancıdır. Belki TV ile çok daha fazla kişiye ulaşılabilir ama halk siyasetçiyi TV ekranında değil yanında görmek istiyor. Onun konuşmalarını dinlemek değil, ona içini dökmek, öfkesini boşaltmak istiyor. Eğer muhalefet partileri seçimlere kadar halkın güvenini kazanamazsa, kitleleri peşine takamazsa iktidar partisi oy kaybedecek ama muhalefet partilerinin de oyları artmayacaktır. Seçimlere katılım oranı belki de % 50 nin altında kalacak, sonuç çok daha antidemokratik olacaktır.

Seçmenin birlikte ve bilinçli davranması örgütlü olup olmadığına bağlıdır. Her ne kadar toplumun büyük kesimi sendika, meslek ve ziraat odalarında örgütlü görülse de bu örgütlenmeler kağıt üzerindedir. Ülkede gerçek ve etkili örgütlenme TÜSİAD, TOBB, GENÇ İŞ ADAMLARI adları altında işadamları tarafından yapılmakta. İktidar, muhalefet bütün partiler üzerinde etkili olmakta, istekleri çoğu zaman yapılmaktadır.

Halbuki milyonlarca insanı çatıları altında barındıran sendika, meslek odaları ve ziraat odaları iktidar veya muhalefet hiçbir parti üzerinde ağırlığını hissettirememektedir. Üyelerinin sayısal gücünü kullanıp siyasette, partilerin yönetiminde söz sahibi olamamaktadır. Bu örgüt yöneticileri üyeleri ile birlik ve beraberlik içinde olup oy ve eylem gücünü demokratik yollarla kullanıp siyasi partileri etkileyememektedir. Bunun yerine bir çok örgüt yöneticisi bu gücü kendi çıkarları için kullanmaktadır. Üstelik meslek örgütlerinin başında yıllardır ayni kişiler oturmakta, geçim, işsizlik, ürününü satamama gibi tabanındaki üyesinin sorunlarını kendisi yaşamamaktadır. Çoğu varlıklıdır. Bir çoğu hakkında yolsuzluk iddiaları ileri sürülmektedir. Böyle olunca tabandaki üyeler örgütlerinin yöneticilerine güvenmemektedir.

Demokratik bir hak olduğu halde ülkemizde, özellikle çiftçi ve esnaf örgütlü mücadeleye alışkın değildir. Alanlara çıkıp miting ve yürüyüş yaparak isteklerini haykırdığında DEVLETE KARŞI GELME düşüncesini kafasından atamamaktadır. Sadece bir kez eylem yapıp her sorununun çözüleceğini düşünen ve bu olmayınca umutsuzluğa kapılan kesimler çaresiz, ne yapacağını bilememektedir.

Sendikalı işçiler kendileri iyi ücret, daha iyi çalışma koşullarına sahip olduğundan hiçbir şeyle ilgilenmemektedir. Bana dokunmayan bin yaşasın düşüncesi yaygınlaşmıştır. Kanları pahasına, açlık, dayak, hapisleri göze alarak yıllarca süren mücadeleler sonucu elde edilen sendikal haklara bile sahip çıkmak için parmaklarını kıpırdatmamaktadırlar.

Milyonlarca sigortasız ve sendikasız düşük ücretle çalışanlar ise örgütsüzdür. Sendikalar bu işçileri örgütlemek yerine sendikal hakları var olan, her geçen gün sayıları azalan sendikalı işçileri paylaşma kavgası yapmaktadır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, sözleşmeli hale getirme yoluyla her gün sendikalı işçi sayısı azalmaktadır.

Her şeyi göze alarak haksızlıklara karşı eylem yapan SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ (STÖ) üyesi eli öpülesi bir avuç kişiye bırakın destek vermeyi sahip dahi çıkılmamaktadır. Sol ve sosyal demokrat partiler nerede dert varsa orada halkla birlikte mücadele etmek, bunun mücadelesini yapan STÖ lerine destek vereceğine genelde duyarsız kalmaktadır.

Siyasi partilerden ve örgütlerinden destek göremeyen halk kitleleri çaresizdir. Seçimlerde kendine göre çözüm olarak tepki oyları vermekte seçim sisteminin de demokratik olmaması nedeniyle seçimler sonunda kimsenin memnun olunmadığı sonuçlar doğmaktadır.

Yapılacak seçimlerde de sonuç değişmeyecektir. (06.03.2007 tarihli Kuzey Ege. Haksız olmak isterdim.)

14 Şubat 2008 Perşembe

YENİ YIL

Yıllarca oy verip seçtiğimiz, siyasetçilerin ülkeyi toplumsal olarak zenginleştireceğinden umudu kestikçe, bireysel kurtuluşa yöneliyoruz. Ülkede yaşayan herkes çalışarak, alın teri ve emeği ile refaha kavuşmaktan hatta yoksulluktan kurtulma umudunu kaybediyor ve şans oyunlarına yöneliyor. Ülke yönetiminde olanlar, bu bozuk , her yıl zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu sömürü düzeninden, memnun olan egemen güçler de bunu teşvik ediyor. Çünkü halk, adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluktan kurtuluş için hak arama yolunu seçer, siyasal mücadeleye yönelirse egemen zenginlerin, siyasetçilerin çıkarları bozulur. Egemenlikleri, zenginlikleri sona erebilir. Bu nedenle insanların önüne kişisel zenginlik umutları koyarlar. Artist, futbolcu, şarkıcı olma hayali gibi. Şans oyunları yaygınlaştırılır. Piyango, at yarışı v.b oyunlardan para kazanıp köşeyi dönme peşinde koşulur. İşini bilmek, gemisini yürütmek hüner sayılır. Böylece toplumda çalışarak değil bir anda, kısa yoldan zengin olma ama çok zengin olma hayallerini halk umut olarak görmeğe başlar.

Pazartesi günleri10 numara, Çarşamba 5 + 1, Cumartesi sayısal loto, Perşembe süper loto, her hafta sonu toto, her ayın 9, 19, 29 unda piyango, her gün at yarışları, bir de iddia. İşimiz hep kumar. (Üstelik faizi bile haram sayan, kumarın dinen hiç yeri olmadığını savunan, her şeyi “ALLAH İÇİN” yaptığını söyleyen, Her söze “ALLAHIN İZNİ İLE” diyerek başlayan, dindar bir iktidar varken.) Diyanet işleri başkanlığından; “devlet eliyle yapılan bu şans oyunları (kumar) oynamak, günah mı değil mi? kazanılacak para helal mi, haram mı ? diye fetva isteniyor ki, “ oynamak Günah değilmiş, kazanılan para haram olmazmış” diye Türban takanda, takmayanda, oruç tutanda, hacısı da, bu oyunları oynasın. Memur, işçi Hükümetlerden zam isteyeceğine, Aç, işsiz, yoksul insanlar siyasi iktidarlardan iş, aş isteyeceğine bu kumarları oynasın, umudunu buradan çıkacak paraya bağlasın diye.

25 yıldır hepimize köşe dönme, gemiyi kurtarma sevdası aşılandı. Kanaatkar olan kendine yetecek kadarını, hadi biraz daha fazlasını isteyen toplum şimdi aç gözlü oldu. Kimse umurumuzda değil. Ana, baba, çocuk, eş, dost, ahbap kimse bizi ilgilendirmiyor. En fazlasını, hepsini ama hepsini ister olduk. Başkası ne olursa olsun umursamaz olduk. Öyle doymaz bir nefsimiz oldu ki. İlla büyük ikramiye çıksın istiyoruz. UMUT FAKİRİN EKMEYİ YE MEMET YE.” En büyük ikramiye işsiz, yoksul birine çıksa belki çıldırır.

Bilet alanlara “büyük ikramiye çıkarsa ne yapacaksınız?” diye sorduğunuzda birde “hayır kurumlarına vereceğim, yardım edecek o kadar yoksul var ki onlara yardım edeceğim” demez mi? Güler misin ağlar mısın? Külliyen yalandır. Büyük ikramiyeyi kazananı ara ki bulasın. İkramiyeyi bir bankacı alır. Belki yıllar sonra parayı bitirince kim olduğunu öğrenebiliriz. O zamanda “kıymetini bilemedim, o kadar para bitmez diyordum, bitiyormuş” der, aklı sıra kendinden sonrakilere ders verir.

YILBAŞINDA “BÜYÜK İKRAMİYE BU KADAR BÜYÜK” olmasa verilecek para 1 kişi yerine 20, 30 hatta 100 kişiye dağıtılsa, olmaz mı?” Olmaz. O zaman bu kadar kişi bilet alır mı? Büyük ikramiyeyi kazanmak için bir çok zengin, fabrikatör, tüccar, bankacı, sanayici, iş adamı bile bilet alıyor hayalini kurmuyor mu?

Eğer bir ülkede, bir avuç kişi KARUN kadar zenginse, büyük çoğunluk yoksulsa, iş ve aş bulamıyorsa, hastalandığında tedavi olamıyorsa, bazı insanlar çöplükten yiyecek topluyorsa, gelecekten umutları yoksa, insanların ya ALLAHA veya (KUMARA) şans oyunlarına yönelmesi normal değil midir?

ABD de Kızılderili şefi Oturan Boğanın dediği gibi; Sahip olma isteği bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama fakirlerin bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirlerle güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor..."

Yeni yılda hepimizin, ülkemizde ve dünyada yoksulluğun, savaşların sona ermesi, barış ve kardeşliğin egemen kılınması için daha fazla çaba harcayacağımız umudu ile yeni yılımız kutlu olsun. 2007

YAĞMUR DUASI

Bilim insanları yıllardır uyarıyor. Dünyayı çok fazla kirletiyoruz. Ormanları kesiyoruz, tarla açmak için yakıyoruz, dikkatsizlikten dolayı yangın çıkmasına neden oluyoruz. Ormanlar azaldıkça yağmurlar daha az yağıyor. Yer altı ve yerüstü tatlı su kaynakları azalıyor.

Sanayileşme sonucu fabrikaların zehirli atıkları dere, çay ve nehirlere, yer altı sularına karışıyor suları zehirliyor. Fabrika bacalarından çıkan zehirli dumanlar atmosferi kirletiyor. Ozon tabakası deliniyor. Güneşin ısısı dünyaya geliyor ama atmosfer zehirli gazlarla kirlenmesi nedeniyle sıcaklık atmosfer dışına çıkamıyor. Dünyanın ısısı her yıl artıyor.

Dünya ısısı arttıkça kutuplardaki buzullar eriyor, denizler yükseliyor. Denizler yükselince birçok ada sulara gömülüyor. Bir çok kıtada sahil kasabaları sular altında kalıyor. Soğuk sularda yaşayan bir çok deniz canlısı ölüyor. Doğanın dengesi bozuluyor.

Dünyada ısı artınca yer üstü su kaynakları buharlaşma yoluyla, yağışlar az olduğu için de yer altı tatlı su kaynakları azalıyor. Kuraklık artıyor. Topraklar çölleşiyor. Doğal yaşamını sürdüren ve dünyanın doğal dengesine katkısı olan hayvanlar yok oluyor. Ormanlar kuraklık nedeniyle yok oluyor. Ürün yetiştirilemiyor. Su ve yiyecek kıtlığı yaşanıyor. İnsanlar susuzluk ve yeteri gıda olmadığından yaşamlarını yitiriyor.

Bütün bunlar bilindiği halde dünyayı ve atmosferi en çok kirleten sanayisi gelişmiş ülkeler başta ABD buna duyarsız kalıyor. Alınması gereken tedbirleri içeren anlaşmayı imzalamıyor.

Bilim insanlarının açıkladığına göre en çok kuraklık ve susuzluk tehlikesi çekecek ülkelerden biri ülkemiz Türkiye. Yıllardır görüldü ki, ülkemizin bazı yörelerinde kuraklık çekilirken, bazı bölgelerinde aşırı yağış ve seller oluyor.

Bilimsel araştırma ve uyarıları dikkate alan bazı yerel yöneticiler önlem olarak susuzluğu önlemek için barajlar yapıyor, ağaçlandırmaya önem veriyor, ağaç kesilmesine karşı duruyor. Eskiden devlet ormanları vatandaştan korurken şimdi vatandaş ormanlara kendi sahip çıkıyor. Ülkeyi yöneten bazı merkezi ve yerel yöneticiler ormanların yok olmaması için yeterli önlemleri almıyorlar. Yerleşim yeri açılması için ormanların yok olmasına izin veriliyor. Sanayi tesisleri kurulacak diye binlerce, milyonlarca ağaç kesimine izin veriliyor. Yanarak yok olan orman alanlarının yaslara göre yasak olmasına rağmen yerleşim yeri veya fabrika yapılması için izin veriyorlar. Su kaynakları yakınlarına fabrikalar veya yerleşim alanı kurulmasına izin verilip dere, çay ve nehirlerin hatta yer altı sularının kirlenmesine izin veriliyor. Fabrikaların derelere veya toprak altına akıttığı zehirli atıkları suları kirletiyor, bacasından çıkan zehirli gazlar havayı ve atmosferi kirletiyor. Buna karşı çıkanlar suçlanıyor “siz sanayileşmeye karşısınız. Atık tesisi kurmak, bacalara filtre kurmak ne kadar pahalı biliyor musun? Fabrika kapansa, yüzlerce binlerce işsiz kalsa daha mı iyi?” diyorlar ve bunları söyleyen kişileri vatan haini ilan ediliyor, göz altına alınıyor tutuklanıyor, yargılanıyorlar.

Ama şimdi İstanbul için Melen çayından, Ankara için Kızıl ırmaktan su getirmek istediklerinde bu çay ve nehrin sularının fabrikaların zehirli atıkları nedeniyle kullanılamayacağı açığa çıkıyor.

Şimdi yangın bacayı sardı. Ülkemizde susuzluk yaşanıyor. Bazı belediyeler az çok bu tehlikeyi gördükleri için yeni barajlar yapmışlar ve kentlerinin, insanlarının susuz kalmasını engellemişler. Ama başkent Ankara ve bazı kentlerde bütün paralar yollara, gösterişe, reklama yatırılmış önlemler alınmamış. Şimdi bu kentler susuz. Hastalıkların baş göstermesinden korkuluyor.

Peki yetkililer ne diyor? “BU ALLAH’ IN İŞİ, YAĞMUR DUASINA ÇIKALIM.” Başbakan dahil bir çok kişi mübarek Cuma günü yağmur duasına çıkıyor. Yağmur duası toplu halde yapılıyor ki, herkesin duası kabul olmayabilir, katılanlardan biri Allah’ın sevgili bir kulu, dinine, diyanetine bağlı, hiçbir başka amaç gütmeden gerçek iman ve inanç sahibi kişilerin olabilir onun duasının kabul edilebilir. Ayrıca bundan başka yağmur duasına küçük çocuklarda götürülüyor, çünkü çocuklar sübyandır, günahsızdır. Bu nedenle bu masum, günahsız çocukların duası Allah indinde kabul edilmesi daha fazla mümkün.

Yıllar önceden bilim insanlarının yaptıkları bütün uyarılarına duyarsız kalan yöneticiler insanlara bu “Allah’ın taktiri” diyorlar.

Sorunlarımız Allah’a dua edilerek çözülecekse onları neden seçtik? Bizi yönetenlerin görevi sorumlulukları ne? 12.08.2007 - İbrahim BAYTAK - BERGAMA

VİTRİN

2002 seçimlerinde "BEN DEĞİŞTİM" dediler. Milli görüş gömleğini çıkardık dediler. Halkın tamamını kucaklayacağız dediler. Yoksulluk, yolsuzluk ve işsizliği ancak biz önleriz dediler. Halk diğer partilere ders vermek için onlara oy verdi. Tek başlarına anayasayı bile değiştirecek bir çoğunlukla iktidar oldular.

Ancak 5 yıla yakın iktidarları zamanında yaptıkları uygulamalarla değişmedikleri görüldü. Ancak devletin bütün kademelerinde örgütlendiler.

Ayni zamanda iş adamı olan gazete ve TV patronları üzerinde baskı yaparak başarısızlıklarını gizleyip, her şeyi toz pembe göstermeğe çalıştılar. Yine kendi yaptırdıkları kamuoyu anketlerinde seçimlerde tek başlarına iktidar olacaklarını medyada sık, sık yayınlattılar. İstikrar var, işsizlik, enflasyon düştü dediler. Ulusal gelir arttı 5500 dolar oldu dediler. Köylüye ucuz kredi verdik herkes halinden memnun dediler. İşçi, kamu çalışanını pahalılık karşısında ezdirmedik dediler. Küçük esnafa ucuz kredi verdik dediler. Refah arttı dediler. AB ye gireceğiz, demokratikleşeceğiz dediler.

Medya her gün onların propagandasını yaptı.

Gerçekte anketlere göre iktidar olamayacakları gibi ikinci parti bile olamayacaklarını görüyorlardı. Öyleyse bir şeyler yapmaları gerekti. AB, ABD, uluslar arası sermaye ve onun yerli ortakları büyük sermaye bu iktidarın devamını istiyorlardı.

İstiyorlardı çünkü onlara göre paranın dini, vatanı olmazdı. KÜRESLLEŞME vardı. Yerli büyük sermaye her gün yabancı sermaye ile ortaklıklar kuruyor varlıklarını kat ve kat arttırıyorlar.
Özelleştirme adı altında yok pahasına 80 yıllık cumhuriyet ile özdeşleşmiş dev kuruluşları veya büyük şehirlerdeki en güzel arsaları yok pahasına alıyorlar. Ancak biliyorlardı ki onlar zenginleştikçe halkın büyük çoğunluğu daha da yoksullaşıyordu.

İlk seçimde bu iktidar gidecek, değirmenin suyu kesilecek. İktidarın devamı için bir şeyler yapılmalı. O zaman birileri feda edilmeli, vitrin yenilenmeliydi. Milli görüş geleneğinden gelen partinin kuruluşunda yer alan, 5 yıldır liderinin her isteğini yerine getiren, hiç ama hiç itiraz etmeyen, iktidarı koşulsuz destekleyen 200 civarında milletvekili ya aday gösterilmedi veya seçilemeyecek sıralara kondu.

Bu da yetmezdi. VİTRİN yenilenmeliydi. Sosyal demokrat hatta ondan daha sol kanatta yer almış, ancak son yıllarda bu partilerde kendilerine yer bulamamış bazı kişileri, farklı dini inanışı olan birkaç kişiyi ve çağdaş kadınlardan bazı kişileri seçimlerde aday göstererek "BAK BENİM DEĞİŞTİĞİME ARTIK İNANIN" demek istiyorlar.

Ama "DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY OLMAYACAK."

Peki neden? Çünkü partiden kimi aday gösterirsen göster, eğer partinin yönetim kademelerinde kim söz sahibi ise parti onun kontrolündedir.

Yeni milletvekilleri, il, ilçe yönetimleri yine ayni zihniyetten olan kişilerde olursa değişen ne olacak? Bütün kararları parti yönetimleri bile değil sadece lider veriyorsa ne değişecek? Yarın uygulamalara karşı çıkarsan "İŞİNE GELMİYORSA GÜLE, GÜLE" demeyeceklerini nereden biliyorsun?

Ayrıca vitrine konan bu kişiler partinin ekonomik politikalarını, demokratik yapısını, programını beğendikleri için değil milletvekili olmak için bu partiye geçtiklerine herkes sanki bilmiyor mu? Fakat şu unutulmasın ki bu kişiler bu partide kendilerini hep yabancı gibi hissedeceklerdir.

Medyada öyle bir propaganda bombardımanı var ki; AKP sivil siyaseti savunan, halk çoğunluğuna dayanan, demokrasi aşığı bir parti. Halkın büyük çoğunluğunun oyu ve desteği ile TBMM de büyük oranda çoğunlukları olduğu halde, Devletin bütün kurumları istediklerini yapmalarını, bazı yasaları çıkarmalarını engellediğini, Cumhurbaşkanını seçtirmediklerini söylüyorlar. Halka mağdur olduklarını inandırıp seçimlerde halk bize daha fazla oy verecek çok daha büyük çoğunlukla iktidar olacağız diyorlar.

Kendilerine yandaş gazete ve TV ler zaten hazır. 2. Cumhuriyetçi aydın, bilim insanı, sol, sosyalist, insan hakları savunucusu olduğunu söyleyen kişilerden de destek buluyorlar. Medyada sokaktaki vatandaşa soruluyor 10 kişiden 8 i AKP ye oy vereceğini söylüyor. Yine büyük farkla AKP iktidar olacak.

Amaç halkı "AKP iktidar olacak" diye şartlandırmak, halka umutsuzluk aşılamak.

Ama unutuyorlar ki alanlara çıkan o milyonlarca insan buna inanmıyor. Korkunun ecele faydası yok. Ne yaparsanız yapın iktidar artık AKP için hayal. Ve herkes 5 yıldır bütün yaptıklarının hesabını verecek. 23 temmuzda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Hiçbir şey yapanın yaptığı yanına kar kalmayacak. Öbür dünyayı beklemeden herkes yaptıklarının hesabını bu dünyada verecek. 2007

TÜRBAN

Son günlerde Atatürk’ün annesi Zübeyde hanımın başının örtülü olduğunu söylüyorlar. Doğrudur. Atatürk’ün annesi Zübeyde hanımın başı örtülü idi ama annemin, ninemin başını örttüğü gibi örtüyordu. Bu baş örtüsü kesinlikle türbanlı olmadığı gibi bunu siyasi bir simge olsun diye yapmıyordu. Eski örf ve adetlere göre örtüyordu.

Atatürk’ün eşi hanıma gelince. O fotoğrafı yayınlayanlar Atatürk’ün başındaki kalpağa da baksınlar. O fotoğrafın çekildiği, Latife hanımın başını örttüğü dönem kılık, kıyafet, medeni kanun ve kadın hakları hakkındaki yasasının daha çıkmadığı yıllar olduğu kolayca anlaşılacaktır. Ki Atatürk ile evlenmeden önce başının örtülü olmadığında herkes hemfikir.

Atatürk, bir yanda, medeni kanunu çıkararak, Avrupa’nın bir çok ülkesinde olmayan kadınlara erkeklerle eşit hakları ve kadınlara seçme seçilme haklarını verecek, ama onun eğitimli, kültürlü ve modern eşi başını örtecek hem de türbanla. Kim inanır?

Kadınları kara çarşafa, türbana hapseden, birden fala kadınla evlenmeyi, 9 yaşında küçük kız çocukların dahi evlenebileceğini savunan, erkeğin kadını dövebileceğini söyleyenler, kendilerine başka tanık bulsunlar, Atatürk’ü rahatsız etmesinler.

Türbanın şimdi ABD, AB ve gibi ülkelerde de gündeme geliyormuş. O ülkelerde türban veya baş örtüsü siyasi bir simge değil. Türban, baş örtüsü takan kadın ve kızlar ile bunu savunanların, ülkeyi dini kurallara göre yönetme isteği (şimdilik)yok.

Ama ülkemizde öyle mi? Hem kadın ve kızlarımız din ve inancım gereği takıyorum diyor ve erkeklerde onlara destek veriyorlar ama kadınları ikinci sınıf vatandaş olarak görüyorlar. Hiç kadınları partilerinin il veya ilçe başkanı yapıyorlar mı? Hiçbir kuruma yönetici olarak atıyorlar mı? Kendi kurdukları holding ve şirketlere hiçbir bayanı en alt kademeden en üst kademeye kadar yönetici yapıyorlar mı?

Deniyor ki; hizmet alan kişinin türbanına karışılmaz. Örneğin, öğrenci hizmet alan, öğretmen hizmet veren.

Doğru diyelim. Bu kızımız Üniversitede türban takmasına izin verilince;

1 - Üniversite ve okullarda Türban serbest olursa takan, takmayana karışacak. Karışmaz demeyin, karışır. İHL de oldu. İlk önceleri sadece kuran dersi dışında sadece isteyenler başını örtüyordu. Şimdi tamamı örtünüyor. Peki neden? Oruç tutana karışan var mı? Yok. Ama bir çok yerde oruç tutmayanlar dövülmüyor mu? İçki içmeyene kimse bir şey diyor mu? hayır. Peki içene karışılmıyor mu? Bütün bu örnekler çok, siz benden iyi bilirsiniz.

2 - Türbanlı kızımız Üniversite bitince, öğretmen, doktor, avukat, yargıç, mühendis olmaya hak kazandı. Bu kez hizmet veren olacak. Devlet kurumunda işe girdi diyelim, ya başımı açmam derse, doktor oldu erkeği muayene etmem, derse, Kadın, erkek, çalıştığı her yere mescit, cami istese, Mesai saatlerini namaz zamanlarına göre ayarla derse, İşi ne kadar önemli olsa da namaz vakti işini bırakıp namaza giderse, Yasalar şeriata uygun olsun derse ne olacak?

Pek sorarım size, İslam’ın, Müslümanlığın tek şartı kadın ve kızların baş örmesi mi? Allah katında en büyük günah KUL VE YETİM HAKKI YEMEK değil mi? Ne kadar tövbe etseniz bile bu suçun Allah tarafından af edilmeyeceği doğru değil mi? Türban için ortalık ayağa kaldırılıyor da Bütün bunları neden kimse söylemiyor?

Gurbetçilerin paralarını yiyen İslamcı holdinglerin yöneticileri için neden bir şey denmiyor? "Kuraklık Cumhurbaşkanı yüzünden" diyerek insanları aldatanlara ne demeli? Yolsuzluklardan hesap sorulmasına izin vermeyenlere söz neden söylenmez? Müslüman, dindar, dürüst görünen, 5 vakit namaz kılıp, oruç tutan, ağzından Allah, elinden tespih düşmeyen, Allah için diye milletten para ve oy isteyen, Ama Kul ve yetim hakkı yiyen, yalan söyleyen,ama sözünde durmayan kişiler bu dünyada ceza almaktan korkmuyor olabilirler.

Peki Dindar olduklarını Allah’tan korktuklarını, öbür dünyada inandıklarını söyleyen bu kişiler Ahrette yaptıklarının hesabının sorulacağından da mı korkmuyorlar? Yoksa bu konuda da yalan söylüyorlar? 2007

BAŞ ÖRTÜSÜ,TÜRBAN, TESETTÜR

TV de bir tartışma programında gayet modern giyinmiş bir bayan gazeteci “bu ülkede Hıristiyan, Yahudi olanlar, dinini korkmadan söylüyor ama bir Müslüman bunu yapamıyor” diyor. Bu kadar büyük yalan olur mu? “ORUÇ TUTTUĞU, NAMAZ KILDIĞI” için kim hor görülmüş? Ama oruç tutmadığı, namaz kılmadığı, içki içtiği için dövülen hatta öldürüleni çok duyduk.

Son günlerde Atatürk’ ün bir vasiyetinden söz ediliyor. Sözde Atatürk öleceğini anlayınca noteri çağırmış “50 YIL SONRA HALİFELİK SİSTEMİNE GEÇİN” diye vasiyet bırakmış. Bu vasiyet nerede? Yok, Ama gören var, saklıyorlar diyorlar. Yalandan kim ölmüş? Yalan, iftira Müslümanlıkta da günah değil mi? Hadi bu dünyada hesap vermekten kurtuldular, öbür dünyaya inanmıyorlar mı? Orada hesap vermekten korkmuyorlar mı?

Kimler MÜSLÜMANDIR? Müslüman bir ana babadan doğmuşsan nüfusuna hemen “İslam” (hatta Mezhebin bile bellidir) yazılır. Kendine din alimi diyen bazıları herkesin “KAVLÜ BELADAN BERİ” (yani dünya kurulduğundan bu yana) Müslüman olduğunu söylerler.

Sonradan MÜSLÜMAN nasıl olunur?

İslam’ın ilk şartı, “KELİME İ ŞEHADET”, “Allah’ın birliğine, Meleklerine, Kitabına (KURANA), Peygamberine ve Hz. Muhammet’ in onun peygamberi olduğuna, Ahrete (öbür dünyaya), hayır ve şer’ in (iyilik ve kötülüğün Allah’ tan geldiğine) inanacaksın. Hangi din ve inanıştan olursa olsun hatta ATEİST bile olsa son nefeslerinde bile Kelime i Şehadet getirenler başka bir şart aranmadan Müslüman olmuş sayılır.

Müslümanlığın farz (zorunlu) kabul edilen ibadetleri vardır. Bunlar, Kelime i Şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmektir. Bunların dışında yasaklanmış bazı şeyler vardır. Harama (hem hak edilmeyen kazanç, hem de başka kadınların namusuna el uzatmak anlamındadır) el uzatmayacaksın. Kul hakkı yemeyeceksin. (En büyük günah kul ve yetim hakkı yemektir. Allah tek affetmeyeceği suç kul ve yetim hakkı yemektir. Namuslu olacaksın. İyilik yapacaksın. Gücün varsa yoksullara yardım edeceksin.

Müslümanlığın ilk şartları içinde tesettür, baş örtüsü, giyim, kuşam yoktur.

Bir çok din alimleri de İslam’da örtünme şartının olmadığını söylemektedir. Ama bunu söyleyenler din düşmanlığı ile suçlanıp karalanmakta halkın gerçekleri öğrenmesini engellemektedirler. Tıpkı Avrupa’da yüzlerce yıl önce ENGİZİSYON döneminde olduğu gibi. GALİLEO, DÜNYA YUVARLAKTIR ve DÖNÜYOR dediği için KİLİSE ENGİZİSYON MAHKEMESİ yakılmasına karar veriyor. Çünkü insanlar yüz yıllardır “DİN KİTAPLARINA GÖRE DÜNYA DÜZDÜR, GÜNEŞ DÜNYANIN ETRAFINDA DÖNÜYOR” diye yalan söylemişler. GALİLEO yalan söylediklerini açığa çıkarmış.

Bu gün ülkemizde benzerleri olmuyor mu? Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz “Türban MİKROFAŞİZMİN kaynağıdır, Kuran da başörtüsü ifadesinin yer almıyor. Yahudi geleneğidir. İslam'da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir” dediği için hakkında 'izinsiz televizyona çıkmak' suçu bahane edilerek soruşturma açılmış.

Diyanet İşleri Başkanlığı bile bu konular da sessiz kalıyor. Diyanet İşleri Başkanlığının atadığı bir çok cami imamı kendine bağlı ya cemaat veya tarikat kurmuyor mu? Yeni bir çok DİN kuralı icat etmiyor mu? Bir çok cemaat liderleri daha önce cami imamı değil miydi? Bu imamların cemaatine bağlı olan insanlar Diyanet İşler başkanlığının dediğine mi, cemaat veya tarikat liderinin dediğine mi inanıyor?

Yapılan bir araştırmada; Plajda mayo ile dolaşmak günah mıdır? AKP' lilerin yüzde 83'ü "Evet", Evreni (Dünyayı) algılamak (anlamak) için bilimsel buluşlar mı, din kitapları mı önemlidir? AKP'lilerin yüzde 59'u "Din kitapları", Ramazanda lokantalar kapalı olsun mu? AKP'lilerin yüzde 53'ü evet demiş. TESEV araştırmasında: “Müslümanların başlıca görevi İslam i yaşam tarzını hâkim kılmak için çalışmaktır” diyenler yüzde 58.6 çıkmış. Nerede kaldı fikir inanç özgürlüğü, İslam hoşgörüsü? Farklı inanç ve düşüncede olanlara saygı. Farklı inanç ve düşüncede olanları da kendileri gibi yaşamaya zorlamayacaklarına nasıl inanalım?

Ahmet HAKAN ; “TÜRKİYE’ nin yarısından oy almayı başaran AKP, biricik atama kriteri "İlle de bizden olsun. Ortak payda aynı kültürel çevreden, aynı sınıfa ait olmak, aynı dili konuşmak, aynı ahlak anlayışına sahip olmak, aynı töreye inanmak, aynı kıyafeti giymek, aynı yaşam tarzını benimsemek, Bütün bu özelliklerden bir cemaat yapısı çıkmaktadır” diyor.

Bazı çocuklar birtakım yarışmalarda dereceye giriyor. Türbanla kürsüye çıkıp ödüllerini yetkililerin elinden alıyor. Adana'da Garnizon Komutanı ve kaymakam türbanlı öğrenciye ödül vermeyince olay oluyor. Rize'de okul müdürü öğrenciye türbanını çıkart deyince hakkında soruşturma açılıyor. Başbakan telefon açıp her iki türbanlı öğrenciye destek veriyor. TÜBİTAK'tan da türbanlı bir ilkokul öğrencisi ödül alıyor. MEB Çelik küçük kızın türbanla sahneye çıkarılmasına tepki gösteriyor ama kıza ödülü MEB Müsteşar Vekili veriyor. AKP Milletvekili türbanlı öğrenciyle resim çektiriyor. Başbakan türbanlı ilkokul öğrencilerini desteklerken Milli Eğitim Bakanı'nın gösterdiği tepkinin samimiyetine inanılabilir mi? Diyarbakır'da özel ilkokula türbanlı öğrenci sokuyor. Karamürsel Kaymakamı ilçe protokolü ve kamu personeli ile bayramlaşma randevusunu camiye veriyor. Bu olaylar basına yansıyınca soruşturmalar açılıyor.

Peki bu soruşturmalar sonucunda ceza alan var mı?

AKP neden hiç kadın vali, kaymakam, genel müdür, müsteşar, danışman ve yönetici atamıyor? kadın milletvekili de sırf vitrin için olmasın? Cumhurbaşkanı, Başbakan, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Dışişleri Bakanı ve bakanların çok büyük bir bölümü, müsteşarların yine çok büyük bir bölümünün eşlerinin başı örtülü. Peki şimdi ne olacak?

“LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETİN GELECEĞİNDEN KAYGILIYIZ” diyenler haksız mı? 2007

ÜLKEYİ TERK ETMELİ Mİ?

Fazıl SAY' ın bir konuşması ülkemizde bütün gündemi değiştirdi, gelecekten kaygı duyan herkesi ayağa kaldırdı.

Demokratik, Laik Cumhuriyeti korumak için illa milyonları meydanlara toplamak gerekmediği anlaşıldı.

Ülkenin saygın, siyasete bulaşmamış, sanatçı ve aydınlarının toplum üzerindeki gücü de görüldü.

Bütün basında günlerdir Fazıl SAY' ın söyledikleri tartışılıyor.

AB, batı, demokratik ülkeler, bir ülkenin saygın, dünyaca tanınan sanatçı ve aydınlarının söyledikleri varken, siyasi iktidarın söylediklerini, yaptıklarını dikkate bile almaz.

Fazıl SAY' ın sözlerinin sadece ülkemizde değil bütün dünyada yankılandığından eminim.

AB, batı ülkeleri iktidar ve egemen güçleri Türkiye gerçeklerini bildiği halde çıkarları için sessiz kalmış olsa da bu ülke halkları şimdi Ülkemiz gerçeğinin kendi ve bizim ülkemizin iktidarının söylediği gibi olmadığını düşünmeye başlamışlardır. Bunu araştıracaklar ve gerçeği öğrenince ülkemiz siyasi iktidarına yardım ve destek vermemesi için kendi ülke iktidarlarına baskı yapacaklardır.

Ülkemizde siyasetin kirliliklerine bulaşmamış saygın, sevilen bir çok aydın ve sanatçının olduğunu, Ülkemizde bütün olanları kaygı ile izlediklerini, ülkemizin geleceğinden kaygı duyduklarını biliyorum.

Onları Fazıl SAY' ın yaptığı gibi duyarlı olmalarını DEMOKRATİK, LAİK CUMHURİYETE sahip çıkmak için halkı aydınlatmasını, gerçekleri görmeleri için bir şeyler yapmasını bekliyorum. Fazıl SAY' ın açtığı yoldan birçok aydın ve sanatçının yürüyeceğinden eminim.

Fazıl SAY' ı kutlarım.

Başarılar dilerim. 2007

TAZMİNATLAR KURULACAK BİR FONDA TOPLANSIN

OKTAY KONYAR biz bunun için mücadele etmedik diyor. Ben dava açmadım diyor. Bir gün olsun mücadelede yer almayanlar, hatta maden çalışsın diyenler şimdi dava açıp para alacak diyor. Madem bu davalar açıldı, açılıyor öyleyse bu paralar bir fonda toplansın BERGAMA için harcansın diyor. Ve yine diyor ki, bu davalar sonucunda Avukatlar zengin olacak.

Onun sözlerine aynen katılıyorum ve dava açanlar ve avukatlar en azından alacakları tazminatın yarısını bir fona aktarsın ve oluşturulacak bir kurul fonda toplanan paralar Bergama için harcansın.

Örneğin öğrenci yurdu yapılsın.

Ayak üstü bu kısa konuşmadan sonra Oktay KONYAR' a bu konuyu yazmaya söz verdim. İlçemizde, Ovacık' da Altın madeninin kapanması için en üst mahkemelerin kararları var. Buna rağmen maden çalışıyor. Mahkeme kararına rağmen Altın madeninin çalışmasına izin verenler hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) dava açan 10 kişiye 2004 yılında 3 er bin euro toplam 30 bin euro tazminat ödenmesine karar verildi. Bu paraları dava açılanlar aldı. Tabi avukatlar da yüzdeliklerini aldılar.

AİHM şimdi de 315 kişiye 3 biner euro tazminat ödenmesine karar verdi. Onlarda alacak. Ama önce avukatlar yüzdelerini daha önce aldıktan sonra. Sırada 1479 dava varmış ve onlar için de ayni karar verilebilirmiş. Bu durumda tazminat toplam 4,5 milyon euro olacakmış. Bu durumda tazminat tutarı 5 milyon euro civarında olacak. Bu para yaklaşık 1700 kişi arasında paylaşılacak. Avukatlar % 10 alsalar toplam 500 bin euro eder. Kaç avukat var? 5 avukat olsa her birine 100 bin euro düşecek.

Peki dava açanlar ne kadar alacak?

Avukatların % 10 düşünce 2700 euro.

Kim kazanacak? Avukatlar.

Sefa TAŞKIN diyor ki bütün BERGAMALILAR, HATTA DİKİLİ VE KINIK' da oturanların dava açma hakkı var.

Parayı duyunca eskiden maden çalışsın diyenler, kapansın diyenlere düşman olanlar, pankartlı destek verenler, madene mal satanların tazminat için dilekçe vermeyeceğini kim söyleyebilir?

Bu işsizlik ortamında hiç masraf ve emek sarf etmeden 3000 euro almak isteyecek çok kişi çıkacaktır. Bu davaların da kazanılması durumunda avukatların alacağı paraya parayı düşün.

Küçükken Annemin söylediği bir fıkra vardı. Bu durum tam ona uyuyor. Bir kadının 6 çocuğu varmış. Evde de 6 yumurtadan başka yiyecek yokmuş. Kadın 6 yumurtayı da kaynatmış her çocuğuna birer tane vermiş, kendine kalmamış. ÇOCUKLARINA DÖNMÜŞ, BOYNUNU BÜKEREK ÇOCUKLAR YARIMŞAR VERİN ANNENİZ DERT YESİN demiş. Aslında anne bütün 3 yumurta, her çocuk yarımşar yemesine rağmen birde ANNENİZ DERT YESİN diyor.

Bu olayda da ayni değil mi? Dava açan vatandaş 2700 euru, her avukat 100 bin euro. kim karlı çıkıyor anlayın artık. Peki yıllar süren mücadelenin amacı neydi? Tarlaları pahalıya satmak, devletten tazminat almak mı?

Yoksa SİYANÜRLÜ ALTINA HAYIR MI?

Sefa TAŞKIN binlerce köylüye Çam köyde bakanların, milletvekillerinin önünde "BU SİYANÜRLÜ ALTINI İSTİYORMUSUNUZ?

Diye Sorduğunda hep birlikte yeri göğü inleterek HAYIR demiyor muydunuz?

Siz değil miydiniz İstanbul, Ankara ve bir çok il ve ilçede soyunarak SİYANÜRLÜ ŞİRKET BERGAMAYI TERK ET DİYENLER.

1 mayıs da, her mitingde alanlar SİYANÜRCÜ ŞİRKET BERGAMAYI TERK ET DİYE İNLEMİYOR MUYDU?

Hakkınızda casusluk davası açıldığında, dışarıdan para geliyor dediklerinde yılmadan mücadeleye devam edenler, dava açılan arkadaşları için adliye önünde saatlerce bekleyenler siz değil miydiniz?

Şimdi ne oldu? Bu davalar neden açıldı?

Amaç, ZENGİN OLMAK MI?

MADENİN KAPANMASI MI?

Avukatları zengin etmek mi? 2007