28 Mart 2008 Cuma

15 – 16 HAZİRAN

Yunanistan’da çalışanların haklarını geriye götüren yasayı kabul etti. Yunanistan’da tüm çalışanlar sendikalı, dayanışma ve genel grev dahil bütün hakları var. Bu nedenle yasa gündeme geldiğinde ve mecliste görüşülürken tüm çalışanlar (bizdeki gibi iktidar yanlısı veya karşıtı demeden) genel grev yaptı. Yine de yasa kabul edildi. Ancak bizde olmayan bir şey İŞ GÜVENCESİ Yunanistan’da var. Dahası Yunanistan’da sigortasız işçi çalıştırılmaz, çalışanların hepsi sigortalı ve sendikalı. Hiçbir çalışanı işveren nedensiz yere işten çıkaramaz. Çıkarırsa çok büyük cezaları var.
Bizde ise İŞ GÜVENCESİ YASASI yok. Çalışanların bir çoğu SİGORTASIZ, ÖRGÜTSÜZ, SENDİKASIZ. Sendika hakları güvenceye alınmamış. Kamu çalışanları dahil bir çok çalışanın grev hakkı yok. Hatta yüzlerce işçi çalıştıran bir çok işyeri RUHSATSIZ, yani KAÇAK. Başbakan ve çalışma bakanı diyor ki; bizde 2 çalışana 1 emekli düşüyor. HAYIR bu doğru değil. 10 çalışana 1 emekli düşüyor ama, 10 ÇALIŞANDAN 8 i SİGORTASIZ olarak çalıştığı için, 2 SİGORTALI çalışana 1 EMEKLİ düşüyor. İlk önce yapılacak şey RUHSATSIZ, KAÇAK ÇALIŞAN İŞYERLERİNİ RUHSATLI, KAYIT altına almak, bütün çalışanları SİGORTALI yapmaktır. Ayrıca toplanan vergilerin bir kısmını sosyal güvenliğe aktarılmalı, işçi ve işverenin prim ve vergilerdeki payını azaltılmalı, primleri zamanında toplamalıdır. SOSYAL GÜVENLİKTE hiçbir zaman toplanan primler yeterli olmaz. Devletin muhakkak sosyal güvenlik kurumuna her yıl bütçeden bir pay ayırması gerekir. Bir devletin SOSYAL DEVLET olup olmadığı sadece ve sadece SOSYAL GÜVENLİK, SAĞLIK ve EĞİTİME bütçeden ayırdığı pay ile ölçülür.
Sendikalar son görüşmede UZLAŞTIK diye ÇALIŞANLARA çok büyük kötülük yapmıştır. Aslında prim gün sayısı 9000 günden 7200 güne ineceğine, emeklilik yaşının 58–60 da kalması istenecekti. Çünkü 9000 gün prim dolduramasa bile 58-60 yaşında emekli olacaktı.
Emekçiler haklarını kolay elde edilmedi. 8 saatlik iş günü, sendika ve grev hakkı, insanca bir ücret ve sosyal haklar için çok bedeller ödendi. Ülkemizde de ta ki 12 eylül faşist askeri yönetimi hakları zorla geri alıncaya kadar korumak ve geliştirmek için çok bedeller ödendi.
15 – 16 İŞÇİ DİRENİŞİ tek değil ama çok güzel bir örnektir.
1967 yılına kadar sendikalar TÜRK–İŞ de örgütlü. Türk-İş yöneticileri siyasi iktidarla uzlaşmacı bir politika (SARI SENDİKACILIK) sözde “partiler üstü sendikacılık” yapıyor. Buna karşı çıkan bazı sendikalar Türk-İş’ ten ihraç edilince bazı sendikalar da kendileri ayrılarak 1967 yılında DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARINI (DİSK) kurdular. Dünyada 2 sınıf vardır, 1- işçi sınıfı (tüm emekçiler) 2 – işveren sınıfı diyen, Sınıf sendikacılığını savunan, İşçi haklarını savunması, koruması, sendikasız işçileri sendikalı yapmak için verdiği mücadelesi, işçileri eğitip, bilinçlendirmesi DİSK’ i çekim merkezi haline getirdi.
DİSK, ülkemizin sömürülmesine, EMPERYALİZME karşı bir politika izliyor, demokratik, hukuk devletini, ülke yönetiminde işçi ve emekçilerinde söz ve karar sahibi olması için mücadele ediyordu. PETROLLERİN MİLLİLEŞTİRİLMESİNİ, NATO üslerinin kapatılmasını savunuyordu. DİSK in bu duruşundan, her geçen gün bilinçlenip güçlenen ve ülke bağımsızlığını ve haklarını savunan işçi sınıfından korkmaya başlayan egemen güçler DİSK’ i tasfiye etmek istediler.
13 haziran 1970’de, ADALET PARTİSİ, (şimdi de ADALET VE KALKINMA PARTİSİ) tek başına iktidar. Başbakan Süleyman DEMİREL. Hükümet grevli toplu sözleşmeli sendikalar hakları kısıtlayan yasa tasarısını meclise sundu. İşçilerin istedikleri sendikaya serbestçe üye olmayacak, toplu sözleşme ve grev hakları kısıtlanacak. Ülke genelinde bir konfederasyonun faaliyet gösterebilmesi için sigortalı işçilerin üçte biri kadar üyeye sahip olması isteniyor. Yani amaç DİSK’ i tasfiye edip,.toplu sözleşme yapma hakkı elinden alınacak.
DİSK’ e hatta TÜRK – İŞ’ e bağlı bazı sendikaların işçileri 15 haziran 1970 de İzmit Gebze'den Kadıköy'e Levent'ten Mecidiye köy ve Taksime Bakırköy'den Top kapı ve Edirne kapıya kadar İstanbul'un dört bir yanında sokaklarda taleplerini "Anayasa çiğnenemez" "DİSK kapatılamaz" sloganları ile sokaklara çıktılar. Kadı Köyde polisin açtığı ateş sonucu üç kişi hayatını kaybetti. 16 haziranda, Kocaeli ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi.
Eyleme 15 haziranda 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçi, 16 Haziranda 168 fabrika ve 150 bine yakın işçiyi katıldı. ( o zaman işçi sayısı ve işyerleri düşünülünce çok büyük bir eylem) İstanbul, Gebze, İzmit’te fabrikalar durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenledi.
Buna rağmen yasa kabul edildi ama "Anayasaya aykırı olduğu" için Anayasa mahkemesi iptal etti. 15-16 Haziran 1970 direnişi, işçi-emekçilerin ilk kez kendi gücünün muazzam boyutlarını göstermiş, işçi sınıfı tarihinde yerini aldı.
Bu gün çıkarılmak istenen sosyal güvenlik yasasına gelince;
“ESNAF, İŞÇİ, MEMUR, ÇİFTÇİ, EMEKLİ, ÇALIŞAN, İŞSİZ, YENİ DOĞMUŞ, DOĞACAK, KADIN, ERKEK HERKESİ İLGİLENDİRİYOR.
Yok eğer EMEKLİ OLUNCAYA KADAR BU YASALAR KİM BİLİR DAHA KAÇ DEFA DEĞİŞİR” diyorsan, o zaman ÖDENECEK BEDEL ÇOK DAHA FAZLA OLACAKTIR. 28.03.2008

22 Mart 2008 Cumartesi

SON BÜYÜK HESAPLAŞMA

Ahmet ALTAN, Taraf gazetesinde son günlerde “AKP’ ye kapatma dersleri..., Sayın Yargıtay Başkanı, bakın sonunda hukuk ne hale geldi..., Hukuk, öyle bir şey değil..., Darbe hazırlığı ya da Kemalizm’i kapatmak,” başlıklı yazılarını yazdıktan sonra 21.03.2008 tarihli yazısının başlığı da “Son büyük hesaplaşma” idi.
Peki ne ile ve kiminle hesaplaşacaktı? Anlaşıldığı kadarı ile Kemalizm ile hesaplaşacak.
Son yazısında, “ERGENEKON çetesine karşı derinleştirilen soruşturma sadece adli bir olay değil, Büyük hesaplaşmanın önemli parçalarından biri. AKP’ yi kapatma girişimiyle, ERGENEKON soruşturması, aynı satranç oyununun karşılıklı iki çarpıcı hamlesi. Devlet, toplumsal değişime her müdahale ettiğinde, kökleri devletin içindeki kadrolara ulaşan ERGENEKON soruşturması da biraz daha derinleştirilecek.... Çok şaşırtıcı olaylar yaşayacağız sanırım. Bana bu yaşadıklarımız, son büyük hesaplaşma gibi geliyor.... İşler daha da sertleşebilir. Daha önce görmediğimiz şeyler görebiliriz. Ama sonuç değişmez. Türkiye yeni bir yapıyı mutlaka kurar. Bütün mesele... Bunu mümkün olduğu kadar kısa zamanda ve mümkün olduğu kadar acısız bir şekilde halledecek adımları atacak zekâyı göstermekte. Ve, toplumsal ittifakı güçlendirmekte. Akılsızlık, kurnazlık, çıkarcılık çok pahalıya patlar bu sefer. Bilmem AKP bunun farkında mı...” diyor.
Bunun üzerine Ahmet ALTAN’ a yanıt vermek zorunda hissettim kendimi. Ve aşağıdaki yazımı kendisine gönderdim. İşte mesajım.
Sayın Ahmet ALTAN
Mesajımı okur musunuz bilmem. Ben sizin yazılarınızı sonuna kadar okuyorum. (yazdıklarınıza katılmasam, kızsam bile) Ama yinede size yazacağım.
Bundan 7 - 8 yıl önce Bergama'da Kermes festivalinde panele geldiğinizde sizle tanışmış, konuşmuştuk. O zaman "bak Bergama ne güzel, park, ağaçlar, hava ne güzel. Neden bu park da öpüşen, birbirine sarılmış gençler yok, yoksa özgür değil misiniz?" demiştiniz.
Bu gün yine yok. Üstelik ülkenin bir çok yerinde kız erkek gençler el ele bile dolaşamıyor. Çünkü birileri ayıplıyor veya yasaklıyor.
Ve siz bu iktidarın ÖZGÜRLÜKÇÜ olduğunu savunuyorsunuz.
Susurluk kazası ile Devlet - Siyaset - Çeteler ilişkisi açığa çıktığında bu gün iktidarda olanlar o zaman "BÜTÜN BUNLAR FASA FİSO" dememişler miydi?
Bizler, Milyonlarca kişi gece, gündüz meydanlara çıkıp, her gün saat 21 de ışık söndürme eylemi yapıp her şeyin açığa çıkarılmasını, sorumlulardan hesap sorulmasını istemedik mi?
Bu gün iktidarda olanların ve destekçilerinin hiç biri ne ışık söndürdü ne de alanlara çıkıp hesap sorulmasını istediler.
Bizler hep darbelere karşı olduk. Çünkü 27 mayıs hariç hepsi sol, sosyalist, demokratları, aydınları ezdi geçti. İlhan Selçuk 12 mart ve 12 eylülde de bundan çok daha kötülerini gördü. Ama bu gün İlhan Selçuk hala saygın bir yazar ya ona işkence yapanlar nerede?
Şimdi yine sırf AKP iktidarına karşı diye, darbecileri destekliyor iddiası ile İlhan SELÇUK askeri dönemi aratmayacak şekilde göz altına alınıyor. Ama yine aynisi olacak İlhan Selçuk tarihe saygın biri olarak geçecek Ona bunu yapanlar kara sayfalarda yer alacaklar
Bu gün küresel sömürücü emperyalist bir düzende işçi ve emekçi hakları, demokrasi için mücadele etmek gerekmez mi? Peki AKP sömürüye karşı mı? İşçi hakları için ne yaptı?
Demokratikleşiyoruz diye kendinden başkası için ne yaptı? "AB, ABD dünya AKP yi destekliyor, çünkü demokrasiyi AKP savunuyor, ona karşı olanlar darbeyi" diyorsunuz. AB, ABD nin desteği AKP onların her dediklerini yaptığı için, BOP' a destek verdiği, Türkiye’nin bütün varını yoğunu yabancılara sudan ucuza sattığı için olmasın?
Bizler sizin dediğiniz gibi darbeyi desteklemiyoruz. Ama AKP ye de karşıyız. Çünkü AKP de emperyalizme, sömürüye karşı bir şey yapmıyor. Yolsuzlukların üstüne gitmiyor. Demokrat, özgürlükçü, insan haklarına saygılı değil. Ne yaparsa kendi için devleti ele geçirmek için yapıyor.
Saygılarımla. 22.03.2008 – İbrahim BAYTAK

16 Mart 2008 Pazar

DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE PARTİLER KAPATILAMAZ (MI?)

Demokratik bir hukuk devletinde parti kapatılır mı? Diye soruluyor.
Demokratik bir hukuk devletinde, hukukun eksiksiz uygulandığı bir ülkede, Siyasi partiler kapatılmaz. Çünkü siyasi partilerin hepsi, demokrasiyi, insan haklarını, laik, hukuk devletini benimsemiştir. Demokrasinin tam olarak uygulandığı bir hukuk devletinde; Demokrasinin “halkın 4 yılda bir sandığa gidip oy kullanması” olmadığı herkesçe bilinir. Toplumun bütün kesimleri örgütlüdür ve herkesin en küçük azınlıkların bile hakları Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmıştır.
Hiçbir parti ne kadar çoğunlukla iktidar olmuş olursa olsun, anayasa ve yasaları ancak ve ancak HALKIN EKONOMİK, DEMOKRATİK HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİ GENİŞLETMEK için değiştirir, kendi çıkarı için, iktidardan gitmemek için değişiklik yapmaz hatta bunu aklından bile geçirmez.
Demokratik hukuk devletinde; milletvekilleri halkın temsilcileridir. Kimin halkın temsilcisi olacağına halk yerine parti liderleri karar vermez. Milletin vekilleri yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını liderine değil halka verirler. Herkesin yetki, hak ve sorumlulukları Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Hiç kimse Anayasa ve yasalarla kendisine verilmeyen hak ve yetkileri kullanamaz. Ülkenin çimentosu ANAYASA ve yürürlükteki yasalara herkes uyar. Hiçbir parti, kurum, kişiye ayrıcalık yapılamaz. Hiçbir parti ne kadar fazla oy almış olursa olsun, parlamentoda ne kadar büyük bir çoğunluğa sahip olursa olsun hukuka, yüksek yargı kararlarını yok sayamaz, uymazlık yapamaz, eleştiremez, saygı gösterir ve uyar.
Ama bir ülkede bir siyasi parti tek başına iktidara geldikten sonra bu ilkelere uymak istemezse ne olacak?
Üstelik: eğer halk gerçekleri bilmiyor, 5. Kuvvet olduğu söylenen basın (MEDYA) halktan gerçekleri gizliyor veya gerçekleri yazıp söylemiyorsa,
Bu ülkede siyasi partiler ve seçim yasası demokratik değilse ve partilerin tamamında bütün yetkiler parti liderlerinin elinde toplanmışsa,
Yasama yani parlamento çoğunluğu ayni zamanda iktidar partisince temsil ediliyor, kimin Milletvekilli olacağına halk değil, siyasi parti liderleri karar veriyorsa, "YASA ÇIKARMA ve DENETİM" sırasında milletvekilleri oylarını kendi vicdanlarına göre değil “bir daha beni milletvekili adayı göstermez diye” liderin istediği şekilde kullanmak zorunda kalıyorsa, bütün yasalar yürütme yani siyasi iktidarın “hükümetin, hatta sadece iktidar partisi liderinin” istediği gibi çıkıyorsa, Parlamentoda çoğunluk iktidar olan siyasi partide olduğu ve sınırsız dokunulmazlık zırhı nedeni ile yolsuzluk yapan, yasalara uymayan, haksızlık ve adaletsizlik yapan hükümet üyelerinden, yerel yöneticilerden, iktidar tarafından atanan bürokratlardan hesap sorulamıyorsa, dahası siyasi iktidar tarafından yargı kararları uygulanmıyor. Yargı kararları uygulanmayanlara bir yaptırım uygulanamıyorsa,
Yürütme (hükümet), yasama (meclis çoğunluğu) yanında devlet başkanlığı da iktidar yanlısı olduğu zaman, yıllar geçtikçe yüksek yargı dahil devletin bütün yüksek kademeleri iktidarın partisinin eline geçme tehlikesi varsa, ne yapılacak?
Anayasanın 24, maddesinin son paragrafında belirtilen “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Denildiği halde uyulmuyorsa,
Sadece merkezi iktidarla değil, yönetiminde bulunduğu belediyeler eli ile de, ülkedeki aç, işsiz ve yoksul insanlara devlet olanakları ile kömür ve yiyecek dağıtıyor, elektrik, su paralarını almayacağını sözünü vererek, bütün bunları karşılığı seçimlerde oylarını arttırıyorsa,
Böylece seçimleri kazanarak iktidar olup, “halkın büyük çoğunluğu beni seçti, istediğim her şeyi yaparım, istersem anayasayı bile tümden değiştiririm” diyorsa,
İktidar partisinin uygulamaları ve aldığı kararlar, çıkardığı yasalarla, Anayasanın başlangıcında yer alan “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerinden olan LAİKLİK ilkesini değiştirmek istediği açıkça görülüyorsa,
Anayasasında yer aldığı halde, kuvvetler ayrılığı ilkesi tam olarak uygulanamıyorsa,
Yargı siyasi iktidardan bağımsız hale getirilemiyorsa,
Yüksek yargı o siyasi partiye YASALARA UY diyemeyecek mi?
Büyük bir çoğunlukla iktidarda diye bu partinin kapatılması için ANAYASA MAHKEMESİNE dava açılamayacak mı?
Anayasa mahkemesinde yapılan yargılama sonucu iddiaların doğru olduğu anlaşılsa bile, ANAYASA MAHKEMESİN BU PARTİNİN KAPATILMASINA VE SORUMLULARIN CEZALANDIRILMASINA KARAR VEREMEYECEK Mİ? 15.03.2008

11 Mart 2008 Salı

REFORM MU? MEZARDA EMEKLİLİK Mİ?

Sosyal güvenlik yasası kimleri ilgilendiriyor? Toplumda sosyal güvenlik yasası sanki sadece “memur ve işçileri” ilgilendiriyor gibi bir intiba var. Çünkü bu tasarıya karşı çıkan kesimler işçi ve memurlar. Ama bu yasa işçi ve memurlar kadar esnafı, çiftçiyi Bağ – Kur luları yani ülkenin büyük çoğunluğunu da ilgilendiriyor. Üstelik bu yasa sadece emekliliği, primleri değil çalışanların ve emeklilerin hastalandıklarında sağlık ve tedavi harcamalarını da düzenliyor.

REFORM NEDİR? Eskilerin dediği ile “İSLAHAT, İYİLEŞTİRME” değil midir?

Peki AKP nin hazırladığı SOSYAL GÜVENLİK YASA TASARISI tüm çalışanların haklarını iyileştiriyor mu? Yoksa var olan kazanılmış bir çok hakkını geri mi alıyor?

Belki sen çoktan emekli olmuşsundur. Belki başbakanın dediği gibi “bu yasa beni ilgilendirmez, yasa çıktıktan sonra işe girenlere uygulanacak” diye düşünüyor olabilirsin. Belki primlerin 9000 iş gününe çıkması, emeklilik yaşının kadın, erkek önce 65 daha sonra 68 e çıkması bizi ilgilendirmiyordur. Peki daha ilköğretim, lise veya üniversite de okuyan çocuklarımız yok mu? Hadi çocuklarımızda büyük ve sigorta girişleri var. Torunlarımızın durumu ne olacak?

Bu çıkarılan yasa “BEN İŞE GİRİNCEYE veya EMEKLİ OLUNCAYA KADAR KİM BİLİR DAHA KAÇ DEFA DEĞİŞİR” diye düşünüyor olabilirsiniz. Anayasa ve yasalardaki çalışanların aleyhine yasalar yıllardır neden değiştirilemiyor? Bu yasa çıkarsa kolay, kolay değişmeyecektir. Değişmeyeceği şundan da anlaşılmalı ki, bu yasa 2075 yılını bile hesaplamış.

SOSYAL GÜVENLİK YASASI inanmasak da, inanmasak da emekli, çalışan, işsiz, işçi, memur, esnaf, çiftçi herkesi ama herkesi ilgilendiriyor.

Bu yasa tasarısına iktidar partisi AKP Milletvekillerinin hiç birinin itirazı yok. Bütün maddelerine itirazsız evet diyecekler. Onların derdi, fırsat bu fırsat deyip maddeler arasına gizlice ilaveler yapıp kendilerinin emekli maaşlarını 2 katına çıkarıp kıyak yapmağa çalışmak. Bu durum açığa çıkınca da GAZİ ayrıcalıklarını kendilerine de uygulanmasını sağlamak.

NEDEN BU YASAYI ÇIKARMAK İSTİYORLAR?

Başbakan; “emeklilik yaşı çok az diyor. Şimdi kadınlarda 58, erkeklerde 60 az mı? 2,5 çalışan bir emekliye bakıyor. Bu nedenle sosyal güvenlik kurumları batakta” diyor. Peki başka bir çözüm yok mu? Var. Peki neden KAYIT DIŞIYI ÖNLEMEK, Sigortalının işverene maliyetini düşürmek, yeni iş yerleri açmak, işsizliği azaltmak ve BÜTÜN ÇALIŞANLARIN SİGORTALI OLMASINI, Sigorta primlerinin zamanında yatırılmasını sağlamak böylece sigortalı sayısını çoğaltmayı düşünmüyorlar? Çünkü bu emekliliği zorlaştıran, sağlık da katılım payını getiren yasanın çıkarılmasını MF istiyor. Başbakan bir yandan “IMF ye borcumuz kalmadı diyor ama, IMF her yıl birkaç kez gelip ekonomimiz hakkında rapor veriyor. Eğer dediklerin yapmazsak, kredi, yabancı sermaye gelmez diye AKP iktidarı, milyonlarca vatandaşına emekliliği zorlaştıracak yasayı çıkarmak istiyor. Belki nasılsa fazla tepki yok, muhalefette halka güven vermiyor. Halk yine bana oy verir diye düşünüyor.

SOSYAL GÜVENLİK YASASI ÇIKARSA NE OLACAK?

İş güvencesi olmayan ülkemizde 9000 gün prim nasıl dolduracak? Ülkemizde devlette bile yılda sadece 3 ay çalışan mevsimlik işçiler olduğu için sağlık yardımından yararlanma hakkı eskiden 120 gün iken 90 gün prim ödeme şartına bağlanmadı mı? Yılda 90 gün çalışan bir insan 9000 iş gününü ancak 100 yılda doldurabilir. Bu gün bile Devlet kurumları ve belediyeler işlerini taşerona verirken yapılan sözleşmelerde “40 YAŞINDAN BÜYÜKLER ÇALIŞAMAZ” şartı konulmuyor mu? Diyelim devamlı iş buldu 65 yaşına kadar herkes çalışabilecek mi?

Baba veya annesinin maaşını alan çalışmayan, bekar kız çocukları bu yasa çıkarsa 25 yaşından sonra maaşları kesilecek. Yeni yasa ile emeklilik yaşı kademeli olarak artacak. Tüm çalışanlar için emeklilik yaşı 2075 yılında 68 olacak. Buna rağmen 9000 gün prim ödeyememişsen emekli maaşı eksik prim gün sayına göre eksik olacak.

Bu yasa sadece Emekli olabilmeyi zorlaştırmıyor, emekli maaşını da düşürüyor. Emekli maaşı hesaplanırken uygulanan katsayı % 2,5 iken 2016 dan itibaren % 2 olacak. Dahası da var. Bu gün için çalışanların çoğu kademeli geçişten dolayı emekli olabilecekler; ama emekli maaşı yetmiyor diye çalışmak isterler ve devlet kurumlarında ve belediyelerde bir işe girmek isterlerse emekli maaşları kesilecek. Yok kendi hesaplarına esnaf olarak çalışırsa zaten 400 – 800 YTL emekli maaşı alan (esnaf, işçi, memur emeklisi) ayda 300 YTL civarında bir prim ödemeleri gerekecek.

Bu yasa ile sadece emekli olmak zorlaşmıyor, emekli maaşı düşürülmüyor. Ayni zamanda sağlık haklarımızda geri alınıyor. Hem 9000 gün, 65, daha sonra 68 yaşına kadar yüksek primler ödememizi istiyorlar, hem de tedavi olurken sağlık harcamalarına katılmamız isteniyor. Hastanede yatarak tedavi olursak “OTELLEME” ücreti almak istiyorlar.

SOSYAL GÜVENLİK REFORM diye sunulan bu yasa hem emekli olmayı zorlaştırıyor, hem insanca yaşayacak bir emekli maaşı vermiyor, hem de “başka bir işte çalışma çalışırsan senden yine prim alırım” diyorlar. Ama unutmasınlar ki bu yasa sadece bizlere değil, bu MEZARDA EMEKLİLİK YASASINA EVET diyen MİLLETVEKİLLERİNİN çocuklarına, torunlarına, akrabalarına, tanıdık dost ve arkadaşlarına ve onların çocuk ve torunlarının da uygulanacak. Bu yasaya evet diyen milletvekilleri öbür dünyada bunun hesabını verirler mi bilemem ama, onların arkasından hayır dua değil beddua edeceklerdir.

“EMEKLİ MAAŞINI TÜMDEN “VERMİYORUZ” diyecekler ama dilleri o kadarına varmıyor artık? 10.03.2008

6 Mart 2008 Perşembe

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
1. Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor.
2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak %10’una sahipler.
3. Dünyadaki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
- Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor.
- Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
- Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
8 Martın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.
Kadınların mücadelesinin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlerin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunmaktadır.
TÜRKİYE'DE 8 MART KADINLAR GÜNÜ
İlk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlayan 8 Mart, 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı.
Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programında Türkiye de etkilenmiş, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapılmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl anılmadı 8 Mart. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü kutlanmaya başlandı.
Kadınlar 80'li yıllarda 8 Martı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar mütevazi kutlamalarını sürdürdüler. 90'lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katılımla kutlanılır oldu. (kaynak:memoco.com) 06.03.2008
HOŞ GELDİN KADINIM
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
NAZIM HİKMET

3 Mart 2008 Pazartesi

YA ÇALIŞIN, YA BIRAKIN

Ülkemizde kimde, nerede sorun yok ki? İşçi, köylü, çiftçi, memur, esnaf hep yakınıyor. Nereye gitsen bir konuş bin ah işit. Siz ana muhalefet partisi ve tek iktidar alternatifi partinin (öyle olmalı) liderisiniz. Ama Ankara’da ne gibi işleriniz var bilemiyorum ki hiçbir yere gittiğiniz yok.
Her salı günü TRT 3 de naklen verilen gurup toplantınızda çok ateşli konuşmalar yapıyorsunuz. Sanıyor musunuz ki herkes sizi izliyor? Başbakanın “ulusa sesleniş” konuşmalarının bile bir çok dizinden daha az dinlendiği basında yer alıyor. Vatandaş söze değil icraata bakıyor.
Birde HALK TV var. Ülkede yer yerinden oynuyor bu kanalda 40-50 yıl önceki eski filmler.
Sizin Ankara’yı bırakıp demir çarık, demir baston ile Anadolu’yu karış, karış gezmeniz lazım. İl, il, ilçe, ilçe, köy, köy adım, adım dolaşmanız lazım. Cumhuriyet, laiklik neden elden gidiyor, AKP iktidarı neler yapıyor, anlatmanız lazım. Mevsim yaz hava sıcak, kış, her taraf kar bahanesine saklanamazsınız. İstendiğinde her yere gidilebiliyor artık. Belki bir iki gün hava şartları izin vermiyor ama her zaman her istediğiniz yere gidebilirsiniz. Bak Bu hava şartlarında asker Kuzey Irak’a savaşa gitmedi mi? Doğu ve güney Anadolu’ya bile gidilemez mi? Akdeniz, Ege, İç Anadolu, kara deniz bölgesine ise her zaman gidilebilir.
Sorarım size sayın BAYKAL, GERÇEKTEN Ankara’da işiniz bu kadar çok mu? İşlerinizden başınızı kaşıyacak zamanınız kalmıyor mu? Yoksa yaşlandınız enerjiniz mi kalmadı? Sayın BAYKAL, lütfen odanızdan, Ankara’dan çıkın. İşçi sendikalarına, meslek odalarına, çiftçi örgütlerine, kamu çalışanların sendikalarına, işsiz kahvehanelerine, banka önlerinde emekli maaşı kuyruklarına, her yere gidin. Ama arkanda basın ordusu ile değil çat kapı git. Vatandaş, fabrikada, tarlada, iş yerinde, mahallesinde, sokağında görünce şaşırsın. Varsın senin bu gezilerin medyada yer almasın varsın. İnan yaptıkların kulaktan kulağa öyle bir yayılır ki, öyle ballandıra, ballandıra anlatırlar ki sen bile şaşarsın. Anlara da işin ne gez dolaş, her yere bir kez değil defalarca gidin. Pazar yerlerini gezin. Halka AKP nin neyi nasıl yanlış yaptığını anlatın. Ülkeyi nasıl bir uçurum kenarına getirdiğini açıklayın. Çiftçiyi neden tüccarın insafına terk ettiklerini anlatın.
Sosyal güvenlik yasasının nasıl çalışanların aleyhine olduğunu, emekli sandığı, Bağ – Kur ve SSK yı tek çatı altında birleştiriyorum diye emekliliği nasıl imkansız hale getirdiğini, emekli maaşlarını nasıl düşürdüğünü, ve buna bir de REFORM dediğini anlatın. Emeği ile geçinen işçi memurlarla, kendi işinde çalışanların 9000 iç günü prim ödese, 25 yılını doldursa bile, emekli olabilmek içim 65 yaşına kadar beklemesi gerektiğini anlatın. Yılda 90 gün çalışan bir kişinin 9000 iş gününü ancak 100 yılda doldurabildiğini, işe 18 yaşında girse kim 118 yaşında emekli olabileceğini anlatın. Hatta emeklilik yaşı kademeli olarak artarak. 68 yaşına çıkacağını açıklayın. Bu gün bile Devlet kurumları ve belediyeler işlerini taşerona verirken yapılan sözleşmelerde “40 YAŞINDAN BÜYÜKLER ÇALIŞAMAZ” şartı konulduğunu söyleyin.
Bütün bunları açık, açık anlatın. Kimse hastane kapılarında beklemeyecek derken sağlığı nasıl özelleştirdiklerini, bizlerden katkı payı diye ne kadar para isteneceğini söyleyin. Eskiden sosyal güvencesi olmayan kız çocukları baba veya annelerinin emekli maaşlarını devamlı alırken, şimdi 25 yaşından sonra alamayacağını anlatın. Emekli maaşı hesabında katsayı % 2,5 dan neden % 2 ineceğini, emekli maaşlarını nasıl azalacağını söyleyin. Emekli olanlar çalışırsa maaşından 300 – 400 YTL kesinti yapılacak anlatın.
Bankaların şimdiden yarıdan fazlasını yabancıların eline geçtiğini, ziraat ve halk bankasını neden satacaklarını, petrol, maden yasasını, özelleştirmeler de yapılan yolsuzlukları, Maliye bakanının bekleyen yolsuzluk dosyalarını, başbakanın, bakanların çocuklarının hangi işlerde çalıştığını, belediyelerdeki ALİ DİBOLARI anlatın. Dağıtılan kömürlerin, yiyecek torbalarının kimlere ve nasıl verildiğini, parasını kimin verdiğini, Türban yasasını, Kadınları nasıl ikinci sınıf insan gördüklerini anlatın. Ceza yasalarında hangi suçlarda indirimine gidildiğini, kimlerin cezalarının ortadan kaldırıldığını, hangi yolsuzluk dosyalarının bekletildiğini anlatın.
Anlatın sayın BAYKAL anlatın. Ama TV da değil, ayağınıza demir çarık, elinizde demir baston ANADOLUYU adım, adım gezerek her ilde, ilçede, kasabada, köyde, kahvehanede, yolda her gördüğünüze, kadın erkek, çoluk çocuk herkese anlatın. Anlamazlarsa bir daha, bir daha anlatın.
Eğer bunu yapmıyorsanız, yapamıyorsanız, yapamayacaksanız CHP GENEL BAŞKANLIĞINI BIRAKIN. Çünkü CHP başarısız olunca acısını siz değil demokratik, laik, sosyal hukuk devletine bağlı, size, partinize güvenen milyonlarca sade vatandaş çekmekte.
SAKIN BEN ÇEKİLİRSEM CHP DAĞILIR, PARÇALANIR, YOK OLUR DİYE DÜŞÜNMEYİN. GÖZÜN ARKADA KALMASIN. BUNLARI YAPABİLECEK, CHP Yİ İKTİDARA TAŞIYACAK KESİNLİKLE VE KESİNLİKLE BİR DEĞİL BİNLERCE KİŞİ VARDIR. 03.03.2008

1 Mart 2008 Cumartesi

VEKİLLER KIYAK PEŞİNDE

Adları “MİLLETVEKLİ” ama aslında hepsi bizim değil “LİDERİN VEKİLİ” değil mi?
Bütün partiler “VEKİLİN OLARAK KİMİ İSTİYORSUN” diye bize sormadığından biz mecburen ama o partiye, ama bu partiye oy veriyoruz. İşte bu nedenle vekillerimiz bizden korkmuyorlar. Onlara elimizdeki gücü hatırlatmalıyız. Hangi partiden olursak olalım, liderini ne kadar başarılı bulursak ve seversek sevelim demeliyiz ki; Eğer benim vekilimin kim olacağını bana,sormazsan, beni seçtiğim kişileri vekilim olarak aday yaparsan “OYUMU ÖN SEÇİM YAPAN PARTİLERDEN BİRİNE VERECEĞİM veya OY KULLANMAYACAĞIM.” Demeliyiz. Bununla da kalmamalı onları bu sözümüzde ciddi olduğumuza inandırmalıyız.
Eğer bunu başaramazsak, İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUK ve ŞİKAYETLERİMİZ hiçbir zaman son bulmayacak. Milletvekilleri bizim sorunlarımızı çözmek için değil kendi çıkarları için yasa çıkarmak peşinde koşacaklar. Sayın vekillerimiz sanki oraya zorla gelmişler gibi hep şikayetçiler. En çok aldıkları maaşların yetmediğinden yakınırlar. Devamlı kendilerine ayrıcalık yaratmak, kıyak geçmek için olmayacak şeyler yaparlar.
Şimdi TBMM de tüm çalışanların haklarını geriye götürecek sosyal güvenlik yasası görüşülüyor. Bu yasa çıkarsa, kimse kolay, kolay emeklilik maaşını hak edemeyecek. Çünkü emekli olamadan ölecek. Emeklilik hakkını elde edebilen az bir kişinin de maaşları bu güne göre daha düşük olacak.
Ama vekillerimiz ne yapıyor? Bizlerin haklarını geri alacak yasanını içine kendi maaşlarını ikiye katlayacak maddeler koymak istiyorlar. Hatta bunu yapamayınca bazı maddelerin arasına korsan yazılımlar koyuyorlar. Bunu da başaramayınca şimdi Başbakan, Meclis başkanının maaşlarını düşüreceklermiş ki, aman bunu yapmayın diye milletvekili maaşlarının artmasına izin vermek zorunda kalacaklarmış. Oda olmaz ise hiç olmazsa sağlık katkı paylarından kurtulacaklar. Yeni sağlık reformu (REFORM İYİLEŞTİRMEDİR. HAKLARIMIZI ELİMİZDEN ALAN BİR YASAYA NASIL REFORM DENİR ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL) yasasına göre bundan sonra GAZİLER HARİÇ herkes den % 1 ile 20 arasında katkı payı alınacak. Şimdi vekillerimiz hiçbir kıyak elde edemezlerse KENDİLERİNİNDE GAZİLER GİBİ KATKI VERMEMEK İÇİN ÇALIŞIYORLARMIŞ.
Yıllardır benzerlerini yaptılar, şimdi de bunu yapıyorlar. Eğer bizim emekli olmamızı zorlaştıran, emekli maaşlarımızı düşüren, sağlık harcamalarında bizden katkı payı alınmasını getiren yasa maddeleri içine istedikleri maddeleri sokabilselerdi (6.000+6.000=12.000 YTL Yani aylık 12 milyar lira maaş alacaklardı.) maaşlarını ikiye katlayacaklardı. Bunu yapamadılar çünkü basın açığa çıkardı, halktan tepki geldi. Şimdi yeni oyunlar peşindeler. Başbakana gidiyorlar. Başbakan, işçiye, memura, köylüye verilecek üç kuruş da olma “OLMAZ” derken milletvekillerine “DİĞER PARTİ MİLLETVEKİLLERİ İLE ANLAŞIRSANIZ YAPIN” diyor.
Yıllardır milletvekilleri daha mazbatalarını alır almaz hemen kıyak peşinde koşuyorlar. Gerekçeleri de hazır. Seçimde çok para harcadık. Sanki “ONLARI ZORLA VEKİL YAPIYORUZ.”
İŞTE SİZE KIYAK EMEKLİLİK YASALARI
1986 da 2 kez çıkarıldı, 1988 de 2 yıl milletvekilliği yapanlara emeklilik sağlandı, 1992, 1994, 1998 de tekrar, tekrar çıkarıldı, Hepsi anayasa mahkemesi tarafından iptal edildi, 1999 da çıkarılan yasa cumhurbaşkanı DEMİREL' in onayından geçti. Şimdi anayasa mahkemesinde. Ancak bu yasa ile yüksek yargı organları mensuplarına temsil tazminatı adı altında 360 milyon TL. Ödenmesini sağladılar.
Kıyak Emeklilik yasasını Çıkarabilmek İçin Her Yolu Mübah Saydılar.
Emekli sandığı yasasının içine ek madde eklenerek,
Dünya olimpiyat şampiyonlarına maaş bağlanması ile ilgili yasaya ek yaparak,
Vatani hizmet tertibinden aylık alanlarla ilgili yasaya sokularak,
Üst düzey bürokratların gelirlerinin iyileştirilmesi için düzenleme yapılması gündeme geldi. Anayasa değişikliği yaparak garantiye alma yoluna gittiler.
Yeni yasa çıkıncaya kadar Anayasa Mahkemesi kararını Başbakanlıkta bekleterek resmi gazetede yayınlanmasını engelleyip maaşlarını almağa devam ettiler.
BİR KIYAK DA TABANCAYA GETİRMİŞLERDİ.
Bu kadarına da pes: milletvekilleri imtiyazlı emeklilikten sonra şimdi de tabancalarına dokunulmazlık getirdiler. Sessiz sedasız "ateşli silahlar yönetmeliği" değiştirildi. Yönetmelik iç işleri bakanlığınca hazırlanmış, bakanlar kurulu tarafından onaylanmış.
Balistik yasak : milletvekilinin tabancası ile suç işlense bile bu silaha el konamayacak, ruhsat iptal edilemeyecek. Soruşturma yok : Milletvekilinin silahıyla intihar edilse veya intihara teşebbüs edilse de tabancaya hiçbir işlem yapılmayacak. Sabıkalıya silah : geçmişte suç işledikleri için ruhsat verilmeyen vekillere silah taşıma hakkı tanındı.
Daha önce birçok milletvekilleri 12 mart ve 12 eylül öncesi çeşitli olaylara karıştıkları ve hapis cezası aldıkları için silah ruhsatı alamıyorlardı. Böylelikle bu güne kadar silah ruhsatı alamayan milletvekilleri de artık silahlarına kavuşacak. 01.03.2008