24 Temmuz 2009 Cuma

HERKESİN OYU EŞİTTİR

HERKESİN OYU EŞİTTİR

Evet, herkesin oyu eşittir.

Ülkenin anayasa ve yasalarına göre de seçme hakkını kazanmış herkesin “OYU EŞİTTİR.”

Eğer “EŞİT DEĞİLDİR” diyenler varsa,

“ÖLÇÜ” nedir?

Kimin oyu fazla kimin oyu daha az değerdedir?

Okuma, yazması olmayanların mı?

Bütün kadınların mı?

Ev kadınlarının mı?

Erkeklerin mi?

Köylülerin mi?

Daha az haber dinleyenlerin mi?

Gazete okumayanların mı?

Kimin?

Peki diyelim herkesin oyu eşit değil.

Oylar hangi terazide tartılacak?

Hangi oyun ne kadar değerde olduğuna kim, nasıl karar verecek?

Demokratik bir ülkede, kim olursa olsun, seçme hakkına sahip herkesin oyu eşittir.

Kadın, erkek, okumuş, cahil, köylü, kentli, işçi, memur, esnaf, sanayici, alevi, suni, Hıristiyan, Budist veya dinsiz herkesin ama herkesin;

“OYU EŞİTTİR”

Amma, seçmenler oyunu kullanırken,

İstediği siyasi partiye özgürce oy veremiyorsa,

Seçim yasasında yüksek barajlar olduğu için “nasılsa benim partim barajı geçemez” diye kaygı duyarak kendi partisi yerine en güçlü olan partiye oy vermek zorunda kalıyorsa,

Basın üzerinde “SANSÜR VARSA”

Gazete ve TV ler “yani medya” özgürce ülkede gelişen olaylar hakkında seçmenlere doğru haber veremiyorsa,

Siyasi partiler ve seçim yasası demokratikse değilse,

Lider sultası varsa,

Kimin milletin vekili olacağına parti liderleri karar veriyorsa,

Millet kendi vekilinin kim olacağına kendi karar veremiyorsa,

Seçmenler; “kendi istediği partiye” değil

“Toprak ağası,

Şıh,

Şeyh,

Cemaat lideri veya bir örgütün,

”OY VER” dediği partiye oy veriyorsa,

Kadınlar kocasının veya aile büyüğünün istediği partiye oy vermek zorunda kalıyorsa,

Halkın büyük çoğunluğu, “İŞSİZ, YOKSUL, YARDIMA MUHTAÇ” durumda da,

İktidar partisi devlet kesesinden bu kişilere çeşitli yollarla belli yardımlar yapıyor ve partisine bu şekilde oy alıyorsa,

YSK dahil hiçbir kurum bunu engelleyemiyorsa,

Anayasada,

“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Dediği halde;

Bazı partiler buna uymuyor, insanların dini ve dince kutsal sayılabilecek değerlerini kullanarak oy alıyor ve bu durum engellenemiyorsa,

SEÇİMLERDE KESİNLİKLE HERKESİN OYU EŞİTTİR,

Amma sorarım size

BU SEÇİMLER DEMOKRATİK MİDİR? 08.07.2009

4 Temmuz 2009 Cumartesi

YÜZ GÜN DOLDU.

Bergama belediye başkanlarının hepsi “çok başarılı olduklarını, çok iyi hizmet yaptıklarını” söyleseler de ikinci kez seçilemiyorlar.

40 yılda sadece Sefa taşkın 2 dönem üst üste seçildi. Ama 3. kez seçilemedi. Bir daha denedi yine seçilemedi.

Akif ERSEZGİN başarılı belediye başkanı idi. Ama ikinci defa seçilemedi. Göreve başladığı ilk günlerde herkesi azarlaması, “babamı bile dinlemem” demesi, etrafındaki herkesi “beceriksiz hatta çıkarcı” görüp “kimseye güvenmemesi” çok kötü izlenim bıraktı. Özellikle son 3 yılında güzel şeyler yaptığı halde bu izlenimler unutulmadı ve 2. kez seçilemedi.

Arkasında güçlü ve tek parti iktidarı varken, yol arkadaşı Cumhurbaşkanı iken, dahası iktidardan büyük para yardımı alıp, çok daha fazla da borç da yaptığı halde RAŞİT ÜRPER seçimi kaybetti.

Aday olduklarında her zaman “EKİPTEN” söz etseler de her zaman BAŞKANLAR’IN dedikleri olur. Kendilerinin başkan olduğunu, her zaman son sözün kendilerinde olduğunu “BÜYÜK REİSİN KENDİLERİ OLDUĞUNU” en yakınına dahi bunu kabul ettiremez ise başarılı olamazlar.

RAŞİT ÜRPER’ de, Belediye başkanı “büyük reis” olamadı, belediyeyi o değil “dışarıdan gelen danışman” yönetti. Arkasında iktidar gücü olmasa aldığı oyların yarısını bile alamazdı.

Bu seçimde belediye meclisimiz çok demokratik bir şekilde oluştu.

İktidar 12 muhalefet 13. çoğunluk ancak başkanın oyu ile sağlanabiliyor. Bu nedenle meclisten geçecek bütün kararların uzlaşma ile geçmesi gerek.

Vatandaş mazeret dinlemez. Seçildiğinin ertesi günü sorunları birer, birer hem de kısa sürede çözmeni ister. İnsanlar akın, akın tebrike geliyor, başkan personelle, birim amirleri ve müdürler ile toplantı bile yapamadı, demez. “Daha bir işe bile el atmadı” derler.

Günümüzde her yerde Belediye başkanının en büyük sorunu “İŞSİZLİK.” Başkana tebrik için gelenler bir yandan da “İŞ” istiyor.

Diğer bir önemli sorun da Belediyelerin borçları.

Ama aday olduklarında da bu sorunları biliyorlardı. Mazeret üretme hakları olamaz.

Ayrıca yeni seçilen Başkanların; “Acaba yanlış yapar mıyım? Birde şuna sorayım, biraz bekleyeyim” demek, “PROJE, plan, para, bütçe, borç, alacak” hesapları ile günler hatta aylarca uğraşma hakkı yoktur.

Başkanlar ellerini taşın altına sokacak. Yapılması gereken zamanında yapılmazsa, “vatandaş “BUNLAR BU İŞİ BECEREMEYECEK” damgasını hemen yapıştırıverir. Bu inanç zihinlere bir yerleşti mi ağzınla kuş tutsan kolay, kolay değişmez.

Bu nedenle ilk izlenim çok önemlidir.

Bunun için işe, para, zaman ve zorluk yaratmayan birkaç olumlu işten başlanıp, verilen sözlerden bir kaçı yerine getirebilir.

Örneğin Bergama’da söz verilen “Semt pazarları, Kınık, Dikili ve YUNTDAĞ garajları, ” açılabilir.

Kaldırım işgalleri engellenebilir.

Çöp arabaları “kamu hizmeti yapıyoruz” diye trafiğin en sıkı zamanında yol ortasında duruyor. (Ayni şeyi yol kenarındaki çiçekleri sulayan tankerlerde yapıyor.) Cadde ve sokaklarda kağıtlar, naylon torbalar havada uçuşuyor. Bu konuda çöp toplama şirketi uyarılabilir.

Ana caddede ızgaralarda her gün birkaç motosiklet kayıyor, kaza sonucu birkaç kişi yaralanıyor. Buna geçici bir çözüm bulunabilir.

Trafiğin yoğun olduğu mahallelerde yolların gidiş – geliş (tek yön) uygulamasına geçilmesi için çalışma yapılabilir.

Kısaca, para, pul istemeyen benzer sorunlar için zaman kaybetmeden bir şeyler yapılabilir.

Zaman da çabucak geçiyor. 100 gün geçti bile. Beş yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçer.

100 gündür ne yaptınız, ne düşündünüz vatandaş bilmiyor.

Ama halk hala size inanıp, güveniyor. İyi niyetle sizin (başkan ve tüm meclis üyeleri) sorunların çözüleceğinizden çok umutlu.

Sayın başkan ve sayın meclis üyeleri, “Lütfen ama lütfen, İnsanların size güvenini boşa çıkarmayın”. 27.06.2009

KAT MÜLKİYETİNE NASIL GEÇİLMELİ?

İbrahim BAYTAK
Emekli Kadastro Müdürü

26 kasım 2009 tarihine kadar “KAT MÜLKİYETİNE” geçilmez ise bağımsız bölüm başına 1.000 TL ceza alınacak.

Vatandaş şaşkın ve ne yapacağını bilmiyor.

Ama şunu kesin olarak öğrendikle ki;

“KAT MÜLKİYETİNE” kesinlikle tek başlarına geçemezler.

KAT İRTİFAKI NEDİR?

Tapunun niteliğinde “ARSA” yazıyorsa, bu arsa üzerinde yan yana veya apartman olarak bulunan binalarda birden fazla bağımsız bölüm (işyeri veya mesken) varsa ( “…. Arsa paylı, …kat, … şeklinde hangi bağımsız bölümün kime ait olduğu” belirtilmiş ise, (ve bunların tamamının inşaatı tamamlanmış ve yapı kullanma izin belgeleri alınmış olsa hatta tüm bağımsız bölümlerin her birinin tapu maliki ayni kişi olsa da) o tapu “KAT İRTİFAKI” tapusudur.

KAT MÜLKİYETİ NEDİR?

Eğer Tapunun niteliğinde “… katlı apartman” veya “…. Adet bloktan oluşan işyeri, mesken veya apartman” yazıyorsa,

Tapuda ayrıca “…. Arsa paylı, …kat, … bağımsız bölüm, “mesken veya işyeri” yazıyorsa tapumuz “KAT MÜLKİYETİ” tapusu demektir.

ÖNEMLİ NOT: Kat mülkiyeti tapularında arsanın m² si, arsa payı yazmasına rağmen “işyeri veya mesken” bağımsız bölümün brüt veya net m² si yazmamaktadır. Bunun kat mülkiyeti tapusunda kesinlikle bulunması gerekir.

Kat Mülkiyetine geçmek için;

O imar parselinde “arsada”, imar planına uygun olarak 3, 4, 5 veya daha fazla katlı (veya yan yana) bir veya birden fazla bina ve bu binalardaki bütün “iş yeri veya mesken” bütün bağımsız bölümler tamamlanıp yapı kullanma izin belgeleri (oturma ruhsatları) alınmış olması, Kadastro müdürlüğünce arsa üzerindeki bina veya binaların ölçüsünün yapılmış, Tapu Sicil Müdürlüğünce “CİNS DEĞİŞİKLİĞİ” yaptırılmış olması gerekir.

Kat irtifakından “KAT MÜLKİYETİNE” geçmek için “CİNS DEĞİŞİKLİĞİ” yapılması, bunun içinde o parsel üzerinde bulunan bina veya binalarda tapu sahibi olanların hepsinin imzası olması gerekir. “Veya hepsi bir kişiye bu işlemlerin yapılması için vekalet vermesi” gerekir.

Kimi tapu sahibi ölmüş, kimi başka ilde hatta bazısı yurt dışında olabilir. Bu nedenle hak sahiplerinin bir araya gelmesi veya bir kişiye vekalet vermesi çok zordur. Bu durumda “KAT MÜLKİYETİNE GEÇMEK” mümkün olamayacaktır.

Öyleyse bu işi kolaylaştırmak lazımdır. PEKİ NASIL?

Kadastro yaparken mahalle veya köylerin onayını aramaz. Kadastro müdürlükleri (son yıllarda ihale ile verilen müteahhitler) tarafından kadastrosu yapılmayan mahalle ve köylerin kadastrosu yapılır.

Daha sonra taşınmazların o yıl ki emlak beyan değerlerine göre “kadastro harçları” belirlenir. Bu kadastro harçları vergi daireleri tarafından mal sahiplerinden tahsil edilir.

Eğer “KAT MÜLKİYETİNE” geçiş zorunlu hale getirilecekse bu yöntem en iyi yoldur.

Belediyelerde “YAPI KULLANMA İZİN BELGESİ ALMIŞ” taşınmazlar belirlenir.

Tapu Sicil ve Kadastro Müdürlüklerinden “KAT İRTİFAKI” tesis edilmiş ama “KAT MÜLKİYETİNE GEÇİLMEMİŞ” taşınmazlar belirlenir.

Bu taşınmazların kadastro Müdürlüğü (veya ihale yolu ile harita mühendisleri, müteahhitlere) cins değişikliği için ölçümleri yaptırılır. Eğer ölçüm işleri müteahhit ve serbest çalışan harita mühendislerince yapılmış ise kontrolleri kadastro müdürlüğü tarafından yapıldıktan sonra dosyalar “CİNS DEĞİŞİKLİĞİ ve KAT MÜLKİYETİNE GEÇİLMEK ÜZERE” Tapu Sicil Müdürlüklerine gönderilir.

Zaten bu taşınmazda kat irtifakı kurulmuş olduğundan, hangi bağımsız bölüm kimin adına kayıtlı olduğu bellidir.

Buna göre “KAT İRTİFAKLARI, KAT MÜLKİYETİNE” dönüştürülür.

Masraflarda “kadastro harçları gibi” “CİNS DEĞİŞİKLİĞİ ve KAT MÜLKİYETİ HARCI” olarak mal sahipleri adına tahakkuk ettirilerek tahsili için Vergi daireleri yetkili kılınabilir. 07.06.2009

DP VE 27 MAYIS

Hiçbir zaman demokrasiye “demokratik olmayan yollarla” yapılan müdahaleler savunulamaz.

Ancak günümüzde “özellikle 1980 den sonra” 1950 – 1960 yılları arasında DP iktidarında ekonomi, demokrasi, özürlükler konusunda hiçbir sorun yaşanmamış, durup dururken albay, binbaşı hatta yüzbaşı rütbesindeki askerler tarafından gizlice örgütlenip DP iktidarını darbe ile görevinden uzaklaştırılmış gibi anlatılıyor.

Günümüzde başta AKP olmak üzere (adını DP olarak değiştiren) DYP ve ANAP kendisini 1950 – 1960 yıllarında iktidar olan DEMOKRAT PARTİ (DP) nin devamı sayıyorlar.

Peki 27 mayıs 1960 askeri müdahalesi “bazıları devrim bazıları darbe diyor” neden oldu?

Bunu birde benden yorumsuz olarak dinleyin.

1946 yılına kadar ülkemizde tek parti iktidarı vardı.

1939 yılında başlayan ve 1945 yılında biten 2. dünya savaşında 50 milyon insan ölmüş, Avrupa harabeye dönmüştü.

Savaşa girmediğimiz halde “her an savaşa girebiliriz veya işgale uğrayabiliriz diye seferberlik ilan edildiğinden” ülkemizde de çok yokluk ve sıkıntı çekildi.

Savaş bittikten sonra 1946 yılında TBMM de “Çiftçiyi topraklandırma kanununu (TOPRAK REFORMU) görüşülürken CHP milletvekilleri “DP yi kuran CELAL BAYAR, ADNAN MENDERES, REFİK KORALTAN ve FUAT KÖPRÜLÜ” bu yasaya karşı çıktılar.

CHP den ayrılıp “DEMOKRAT PARTİYİ (DP)” kurdular.

Sloganları da “YETER SÖZ MİLLETİNDİR” di.

DP, özgürlük, bolluk, demokrasi vaat ettiği için, CHP tek parti iktidarının baskılarından, yokluklardan yakınan herkes “hatta solcu, komünistler bile” DP ye destek verdiler.

Ancak esas destek Doğu ve güney doğu Anadolu da ki “TOPRAK REFORMUNA KARŞI OLAN” büyük toprak sahipleri ile, Atatürk zamanında çıkarılan yasalarla güçlerini yitiren tarikat, cemaatlerden geldi.

O yıllarda ülke nüfusunun % 60 – 65 şi köylerde oturuyordu.

1950 genel seçimlerinde DP tek başına iktidar oldu. DP % 52 oy alıp 408 milletvekili, CHP % 39 ol alıp 69 milletvekili çıkardı.

Celal BAYAR cumhurbaşkanı, Adnan MENDERES başbakan oldu.

Savaş sırasında her an lazım olur diye bütçede bol miktarda para vardı.

ABD nin istediğini yapıp KORE’ ye asker göndermemiz karşılığı “NATO” ya girdik.

ABD bize sınırsız krediler açtı. Ülkede bir bolluk başladı. Halk memnundu.

1954 yılına kadar ülkede pek bir şikayet olmadı.

1954 yılında yapılan seçimlerde DP % 57, 502 milletvekili, CHP % 35, sadece 31 milletvekili çıkardı.

Ancak 1954 den sonra borçların ödemesi zamanı gelince, yeni borç da alınamayınca, dahası söz verilen özgürlük ve demokrasi vaatleri yerine getirilmeyince şikayetler artmaya başladı.

Demokrasiyi genişletmek bir yana iktidar baskıları daha da arttırmaya başladı.

Parti içinde de anlaşmazlıklar çıktı ve partiden ayrılanlar Hürriyet Partisini (HP) kurdular.

DP baktı ki ekonomi bozuk, muhalefet serleşiyor seçimleri bir yıl önce, 1957 yılında yaptı.

Bu seçimlerde DP % 48 oy 424 milletvekili, CHP % 41 oy 178 milletvekili, Cumhuriyetçi millet partisi (CMP) 4 ve HP 4 milletvekilliği kazandı.

DP , CHP den % 7 oy fazla aldığı halde 3 katı milletvekili çıkarıyor.

(Deniliyor ki; bu yasa CHP zamanında çıktı. Evet doğru, ancak demokrasi vaat eden ve büyük çoğunlukla iktidar olan DP, 7 yıl içinde bu anti demokratik seçim yasasını değiştirip daha demokratik bir seçim yasası çıkarmadı? Bunu hiç kimse dile getirmiyor. İ.B)

DP iktidarının tüm baskı ve çabalarına rağmen oyu % 50 nin altına düşmüştü. Siyasi tartışmalar daha da sertleşti. 1958 yılından sonra ödemeler yapılamaz, borçlar ödenemez oldu.

Alacaklı ülkelerle birlikte KONSORSİYUM kuruldu. İstikrar tedbirleri alındı, (ZAM) yapıldı. İşsizlik ve iflaslar arttı.

Türk Lirasının değeri düşürüldü. Doların değeri 2, 80 TL den 9,02 TL oldu.

Başbakan Adnan MENDERES ekim 1958 de “muhalefetin kin ve husumet içinde olduğunu bunun için “VATAN CEPHESİNİN” kurulacağını açıkladı.

Radyolarda her gün “VATAN CEPHESİNE katılanlar” diye isimler okunmaya başlandı.

Muhalefete baskılar devamlı artmaya başladı.

O zamanlar gazetelere kağıtlar devlet kurumlarınca veriliyordu. Hükümet basını susturmak için kendi yandaşı gazetelere istedikleri kadar kağıt veriyor, muhalif basına ise vermiyordu. Dahası muhalif basının ilanlarını da kesmeye başladı. Bunlarda yetmezse muhalif gazeteler kapatılıyorlardı.

1959 yılında CHP lideri İsmet İNÖNÜ önce Uşak’ da, daha sonra İzmir, İstanbul ve Ankara’da saldırıya uğradı. Kargaşa ortamı gittikçe arttı.

1960 yılına geldiğimizde CHP genel başkanının yurt gezileri engellenmek isteniyor, muhalif yazarlar tutuklanıyor, basına sansür uygulanıyordu.

Başbakan Menderes “odunu aday göstersem seçtiririm”, DP gurubunda da “siz isterseniz şeriatı bile getirirsiniz” diyordu. Seçim kazanınca TBMM de çoğunluk olunca her şeyi yapabiliriz diye düşünüyordu.

DP iktidarı CHP yi “ihtilal yapmak istiyor” diye suçluyordu. Bu nedenle “MUHALEFET, BASIN HAKKINDA SORUŞTURMA YAPMAK, GAZETE KAPATMAK, MUHALİF DÜŞÜNCEDE OLANLARI TUTUKLAMAK” dahil geniş yetkiler verilen “TAHKİKAK KOMİSYONU” kuruldu.

Buna karşı çıkan CHP lideri ismet İNÖNÜ’ ye 12 oturum TBMM ne katılmama cezası verildi.

CHP milletvekilleri buna tepki gösterdi diye TBMM den zorla çıkarıldılar.

TBMM deki bu kargaşa sokağa yansıdı. 28 – 29 nisan 1960 da İstanbul ve Ankara’da üniversite öğrencileri gösteriler yaptı, (o zaman üniversiteler sadece bu 2 ilde vardı) olaylar çıktı. Üniversiteler kapatıldı ve bu şehirlerde sıkıyönetim ilan edildi.

DP li gençler MENDERES’ e bağlılık için 5 mayıs 1960 da Kızılay da gösteri yapacaktı. Ancak muhalif gençlik 555 k parolası ile geceden Kızılay meydanını doldurdu. 21 mayıs 1960 harbiye öğrencileri Ankara’da sessiz yürüyüş yaptı.

Başbakan Menderes “kışkırtmalara kulak asmayın derken, İzmir, Bergama ve Manisa’da CHP yi suçlayan konuşmalar yaptı.

(Bergama’ya geldiğinde Zübeyde hanım ilk okulu 4. sınıfında okuyordum. Bizi ve bütün öğrencileri karşılamak için yol kenarına çıkarmışlardı. Bergama Tekstil fabrikasının açılışı için gelmişti. Açık bir arabada caddeden geçiyor, yol kenarındaki insanlar alkışlıyordu. Büyük bir kalabalık vardı. İ.B)

Kaos, sokak çatışmaları ve 27 mayıs 1960 sabahı radyoda “ALPASLAN TÜRKEŞ” tarafından okunan bildiride “MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ADINA ÜLKE YÖNETİMİNE EL KOYDU” diyordu.

AÇIKLAMA:

Bizler, yaşı 60 ve daha yukarı olanlar gerçeği biliyoruz çünkü yaşadık. Yaşı daha küçük olanlarının baba ve dedeleri de biliyor.

Her ne pahasına olursa olsun DP ve MENDERES’ i sevenler o günde vardı bu günde hala var. Ama onlarda biliyorlar ki yukarıda anlatılanlar doğru.

Bu nedenle 1950 – 1960 yılları arası 10 yıllık DP iktidarını bir de ben anlatmak istedim. Kaynak olarak da tarihler ve bazı olaylar için İNTERNETTE ÖZGÜR ANSİKLOPEDİDEN yararlandım.

Değişik yazarların kitaplarını, değişik ansiklopedileri araştırırsanız gerçeği öğrenmek hiç de zor değil.

O zaman, DP yi masum, demokrasi ve özgürlük savunucusu olarak anlatıp TV de konuşanların, basında yazanların doğruları söylemediğini görürsünüz.

Birde şu hususlar var.

27 mayıs 1960 müdahalesini “demokrasiye vurulan darbe” diye yerden yere vuruyorlar.

9 mart 1971 askeri sol darbesi yapılacaktı, engellendi diyorlar.

Ama 9 martı engelleyenlerin 12 mart 1971 faşist askeri muhtırasını neden söylemiyorlar?

TBMM ni ortadan kaldıran, tüm partileri kapatan 12 eylül 1980 askeri darbesine neden sessiz kalıyorlar?

27 mayıs 1960 askeri yönetimince kurulan kurucu meclisin yaptığı anayasanın çok demokratik olduğunu herkes kabul ediyor.

12 mart 1971 muhtırasından sonra bu anayasa ile verilen hak ve özgürlükleri kimler ortadan kaldırdı?

12 eylül 1980 darbesinden sonra yaptırılan 1982 anayasasının tamamen baskıcı ve faşist bir anayasa olduğunu kimse neden dile getirmiyor?

Eğer darbelere karşı isek hepsine karşı olmamız gerekmez mi?

Ölüm cezasına kendimi bildim bileli karşıyım. Hiçbir zaman “düşmanım dahi olsa” sallandıracaksın bunları demedim, diyenlere de karşı çıktım. Bunun çözüm olamayacağını anlattım.

27 mayıs 1960 dan sonra başbakan ve bakanların idamına karşı çıkanlar, bunu suç olarak görenler 12 marttan sonra asılan 3 fidan ”DENİZ GEZMİŞ, YUSUF ASLAN, HÜSEYİN İNAN” için ayni şeyi söylüyorlar mı?

12 eylül faşist yönetimi sırasında idam edilenler “ki bir tanesi yaşı küçük olmasına rağmen idam edildi” neden hiçbir şey demiyorlar.

Demokrat olabilmek için:

Kendisi için istediği her şeyi başkası içinde istemek, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyin başkasına da yapılmamasını istemek ve bunun için mücadele etmek demektir. 31.05.2009