4 Ocak 2010 Pazartesi

KURTULUŞ İÇİN TEK UMUT

KURTULUŞ İÇİN TEK UMUT

Yeni yılda daha güzel günler göreceğimizi umudu kaç kişi taşıyor?

İnsanlar o kadar umutsuz ki yarın bile ne olacağını bilemiyor.

İnsanlar ülkemizi yönetenlerden umudu kestikçe, çalışarak, alın teri ve emeği ile refaha kavuşmak, yoksulluktan kurtulma umudunu kaybettikçe, her geçen gün “İŞSİZLİK, YOKSULLUK” azalacağına arttıkça zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olduğu için insanlar “YOKSULLUKTAN KURTULMANIN TEK YOLU, UMUT” olarak şans oyunlarını görüyor.

Pazartesi günleri10 numara, Çarşamba 5 + 1, Perşembe süper loto, Cumartesi sayısal loto, her hafta sonu toto, her ayın 9, 19, 29 unda piyango, her gün at yarışları, bir de iddia. İşimiz hep kumar.

Üstelik iktidarda olan parti AKP yöneticileri faizi, kumarı “Müslüman” inancına göre haram demiyorlar mı?

Türban takanda, takmayanda, oruç tutanda, hacısı da, devlet eliyle kumar oynasın.

Yeter ki; Memur, işçi, işsiz, yoksul iktidardan bir şey istemesin, işsizliğinden, yoksulluğundan, gelir adaletsizliğinden hükümeti sorumlu tutmasınlar.

Benim çocukluğumda, hatta daha 20 – 25 yıl öncesine kadar böyle değildi.

O zaman da ülkemiz zengin değildi.

Zengini da az, fakiri çoktu.

Ancak gelir uçurumu bu kadar büyük değildi.

Çok zengin olanların sayısı çok azdı.

Bunlar, fabrikatör, tüccar, büyük toprak sahibi kişilerdi.

Şehirlerdeki zenginlerin nasıl yaşadıklarını görmez bilmezdik.

Ara sıra gazetelerde haklarında bazı haberler çıkardı.

İlçe, kasaba ve köylerdeki zengin veya varlıklı kişiler de bizim gibi yaşardı.

Belki evleri biraz daha iyi, yedikleri yemekler bizden farklıydı ama bizimle bir aradaydılar.

Biraz vakurdular. Az konuşurlardı. İnsanlar onlara saygı gösterirdi.

Ancak onlar da zenginim diye insanlara tepeden bakmaz, fakirleri hor görmezlerdi. (Doğu ve güneydoğu Anadolu’da toprak ağalarından söz etmiyorum. Bu ülkemizin bu gün de halen kanayan yarasıdır.)

Çocuklarını koleje göndereni de vardı, bizimle ayni okula da.

Fakirlerinde bir umudu vardı.

İnsanlar “ben zengin olayım başkasına beni ilgilendirmez” diye düşünmezdi.

Önce ülkem zengin olsun, bu zenginlikten bana da pay düşer diye düşünürdü.

Yarın bu günden iyi olacağına inanırlardı.

Çocukların umudu vardı “okuyup adam olacağım” diye.

Fakir ve zeki çocuklar devlet yatılı okullarında okuyabiliyordu.

Meslek okulunu, üniversiteyi bitirenler iş bulabiliyordu.

Torpil olmadan başarılı olanlar devlet kademelerinde yükselebiliyordu.

Kimse çok zengin olmak hayali de kurmazdı.

İnsanlar kanaatkârdı.

Çalan, çırpanı, rüşvet alanı, yolsuzluk yapanı vardı ama çok azdı.

Yaptığı yolsuzluk, rüşveti açığa çıkanlar utancından sokağa çıkamaz, terki mekân ederdi.

Bu kişileri bilen, tanıyanlar onların yüzlerine bakmaz, selam bile vermezlerdi.

Peki, şimdi böyle mi?

Neden bu kadar çok işsiz, yoksul var?

Neden insanlar geleceğinden umutsuz?

Nasıl oldu da bu günlere geldik?

Şimdi ülkemiz zenginleşti diyorlar.

Dünyanın en zengin, en kalkınmış 20 ülkesi içinde 17. yiz diyorlar.

Ülkemizin geliri bilmem kaç yüz milyar dolar oldu diyorlar.

Kişi başına milli gelir 10 milyar dolar diyorlar.

Ama gel gör ki;

Ülkemizde her yıl milyonlarca kişi işsiz kalıyor.

Çalışanların çoğu sigortasız ve sendikasız, hiç birinin iş güvencesi yok.

Bunun sorumlusu kim?

Sadece bu gün değil, yıllardır “İŞSİZLİK, YOKSULLUK, YOLSUZLUĞU” önleyemeyen partileri ve liderleri oylarımızla hep iktidar yaptığımız için olmasın?

Solcu, komünist oy vermeyin dediler, sendikalaşmaya izin vermediler, insanların bir araya gelmesini engellediler.

Oylarımızı hep aldılar.

Kendileri zenginleştikçe, bizler yoksullaşmadık mı?

Bu günde ayni oyun oynanmıyor mu?

İşte bu nedenle yeni yıla ancak ve ancak “MİLLİ PİYANGONUN BÜYÜK İKRAMİYESİ” hayali ile giriyoruz.

Bu büyük ikramiye de ya bir kişiye veya en fazla 4 kişiye çıkacak?

Ya geriye kalanlar?

Her şeye rağmen barış ve kardeşliğin egemen olması dileği ile yeni yılınız kutlu olsun. 31.12.2009

SORUMLU KİM?

SORUMLU KİM?
İki gün önce Bursa Mustafa Kemal paşa ilçesinde maden ocağındaki GRİZU patlaması nedeni ile 19 işçi göçük altında kaldı ve hayatını kaybetti.
Gazetelerin yazdığına göre maden ocağının “ARAMA RUHSATI” varmış. İŞLETME RUHSATI bile alınmamış.
Yani kaçak çalışıyormuş. Bakan diyor ki “araştırma yapılacak, kusur varsa ceza kesilecek.”
Maden işletme ruhsatı bile olmayan madende başka kusur olsa ne olacak, olamasa ne olacak? Bundan birkaç yıl önce İstanbul’da bir fabrika yanmış, onlarca işçi ölmüştü. Araştırma sonucu anlaşıldı ki; işyeri bile kaçakmış. Yine İstanbul Tuzla’da her yıl meydana gelen kazalar sonucu birçok işçinin hayatını kaybettiği gemi söküm atölyelerinin çoğu kaçakmış. Bunlar gibi yüzlerce binlerce kaçak işyeri yok mu?
Bu işyerlerinin çoğunun kapısında;
“ALLAH KORUSUN – BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM” yazar. Yani orada çalışan işçilerin iş güvenliği “ALLAHA” kalmış. Kayıtlı olan birçok işyerinde bile çalışan işçilerin birçoğu da sigortasız, sosyal güvencesi olmadan, kaçak çalışıyor. Bakan diyor ki; İş güvenliği olmayan iş yerlerinde çalışanlar şikayet etsin. Sigortasız çalışanlar şikayet etsin. Nasıl etsinler?
Madenin kaza araştırma için 6 ay kapatılacağı haberi duyulunca bile işçilerin yürekleri cız diyor.
Çünkü madenin 6 ay kapatılması demek işçilerin 6 ay eve ekmek bile götürememesi demek.
İşsizliğin kol gezdiği bir ülkede bir iş bulmuşlar. Evlerine ekmek götürecek kadar olsun bir ücret alıyorlar.
Ölümle burun buruna olduklarını biliyorlar.
Bu gün arkadaşları, yarın kendilerinin ölebileceğini de biliyorlar.
Ama iş güvenliğimiz yok;
Sigortamız yok; Sendikaya girmemize iş veren izin vermiyor diye şikayetçi olsalar, Anında kapının önüne konacaklarını,
İşsiz kalacaklarını,
Evlerine ekmek götürebilecekleri bir iş bulamayacaklarını da çok iyi biliyorlar.
İktidar bile “ücret artışı istemeyin, aldığınız paranın yarısına çalışacak milyonlarca işsiz insan var” demiyor mu?
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ, 7 yıldır iktidarda ve bizlerden oy isterken “İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUĞA” son vereceğim dememiş miydi?
Bu gün ülkemizde halkın “ TOPLU İĞNE başı KADAR” bir sorunu varsa AKP iktidarının; GEÇMİŞ İKTİDARLARI, MUHALEFETİ, İŞVERENİ, İŞÇİYİ KİMSEYİ AMA KİMSEYİ SUÇLMAYA HAKKI YOK.
Bunun TEK SORUMLUSU KENDİSİDİR. Kendileri ve yandaşları 7 yılda KARUN gibi zengin olurken 72 milyon insanı sadaka vererek bundan sonra kandırıp oyalayamaz. 14.12.2009

YARGI ve YARGIÇLAR

YARGI ve YARGIÇLAR

Demokrasi ile yönetilen “veya yönetildiğini söyleyen” her ülkede kuvvetler ayrılığı ilkesi “YASAMA – YÜRÜTME – YARGI” benimsenmiştir.

Bu ülkelerde her zaman en son sözü “YARGI” söyler.

ABD, AB gibi demokrasinin kökleşmiş olduğu söylenen ülkelerde yüksek yargı üyelerini “PARLAMENTO” seçiyor.

ABD de yüksek yargının en üst yargıcını ABD başkanı seçiyor.

Ama atadıkları bu yargıçlar,

Hiçbir zaman atayan parti veya kişilerin yandaşları değil, uzun yıllar, bilgisi, tecrübesi, anayasa ve yasalara bağlılığı ve verdiği adil kararlarla ülkede herkes tarafından kabul gören kişilerdir.

Bundan 5 yıl önce ABD seçimlerinde kimin başkan olacağına YÜKSEK YARGI karar verdi.

ABD de “muhalefet partisinin ve rakibi başkan adayının telefonlarını dinletti diye NİKSIN, yalan söyledi diye “bir kez yalan söyleyen başka zaman da söyler diye” CILINGTIN” hakkında kendi atadıkları yargıçlar tarafından soruşturma açılıp yargılandılar.

Kimse de “OLMAZ BÖYLE ŞEY” demedi.

Çünkü “HUKUK BİR DEFA UYGULANMAZSA” başkası da ayni şeyi yapar” diye düşündüler.

Demokratik bir ülkede,

Siyasi iktidar isterse halkın oylarının % 70 ini alarak iktidara gelmiş olsun, yetki ve uygulamaları yürürlükteki ANAYASA VE YASALARLA sınırlıdır.

Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasaya uygun olup olmadığını “ANAYASA MAHKEMESİ”,

Siyasi iktidarın aldığı kararların, uygulamaların yasa ve yönetmeliklere uygun olup olmadığını “BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ ve DANIŞTAY”,

Yaptığı harcamaların yasalara uygun olup olmadığını “SAYIŞTAY” denetler.

Yani en son karar mercii YARGIDIR.

DEMOKRATİK, HUKUK DEVLETİNDE BU DURUMDAN HİÇ KİMSE ŞİKÂYETÇİ OLMAZ.

Demokratik, hukuk devletinde;

1 - YASALAR ADİL VE EVRENSEL HUKUK KURALLARINA UYGUN OLMALIDIR.

2 - YARGI BAĞIMSIZ, anayasa ve yasalara karşı taraf, bütün fikir, düşünce, dini inanç ve ırklara herkese karşı TARAFSIZ ve ADİL OLMALIDIR.

Demokratik hukuk devletinde, hak arayan herkes “YARGIYA BAŞVURUR.”

Eğer, halkın yargıya güveni yoksa o ülke nasıl “HUKUK DEVLETİ OLABİLİR?”

Bir ülkede herkes, her kurum bilerek veya istemeden yanlış karar verebilir.

Yanlış kararı “MAHKEMELER, YARGIÇLAR, HATTA EN ÜST YARGI KURUMLARI” vermiş olabilir.

Yinede hakkımızı arayacağımız yer bir üst YARGIDIR.

YARGI NASIL TARAFSIZ OLUR?

Yargıçlar, siyasi iktidarın kontrolünde olmayacak.

Verdiği karalar sonucu soruşturma, sürgün, terfi korkusu olmayacak.

Yargının, çalışacağı yer, teknik donanım ve personel yönünden bir eksiği olmayacak.

Yargıda görev alan herkesin “yargıç, savcı ve diğer personel” maddi yönden bir sıkıntısı olmayacak.

Yargının, bütçeden ayrılan payı siyasi iktidarın iki dudağı arasında olmayacak.

Yargıç ve savcıların atama, yükselmelerinde ve tayinlerinde siyasi iktidar söz sahibi olmayacak, adil bir sistem oluşturulacak.

Yüksek yargıda görev alanların seçimlerinde;

O güne kadar verdiği kararlarda, liyakat, başarı bilgi, tecrübe, anayasaya bağlılık ve verdiği adil kararlar ülkede herkes tarafından kabul edilmiş kişilerden olacak şekilde bir DEMOKRATİK sistem olacak.

Yargıçların verdiği kararlar veya uygulamaları hakkında şikâyetler olursa, bu konuda yine onların üstü yargı kurumu ve yargıçlar söz sahibi olacak.

Bir ülkede;

Yürütme “hükümet” yasama “parlamento çoğunluğu” iç içe girmişse,

Dahası siyasi partiler ve seçim yasası demokratik olmadığı için parlamentonun kimlerden oluşacağına siyasi parti liderleri karar vermekte ise,

Bu durumda yürütme ve yasama tek başına “BAŞBAKANIN” kontrolündedir.

Hele siyasi iktidarın istediği yasaları istediği gibi çıkaracak hatta anayasayı bile değiştirecek bir çoğunluğu varsa?

Bu durumda, siyasi iktidar, demokratik veya değil anayasa ve yasaları istediği gibi değiştirip, istediği kişileri istediği görevlere kolaylıkla getirebilir.

Devletin bütün kademelerinde örgütlenip, “çıkardığı yasalara uygun, ama hukuka ve demokrasiye aykırı” uygulamaların olduğu despot tek parti iktidarı kurabilir.

Hatta güçlü devletlerin isteklerine hep “EVET” diyerek onların güçlü desteği ile iktidarda kalabilir.

Yetkisinde olan polis gücü ile ülkede korku imparatorluğu oluşturmak isteyebilir.

Ülkenin büyük çoğunluğu işsiz, yoksul, devletin şefkatine muhtaç ve cahil olabilir.

İnsanların din, inanç gibi kutsal değerlerini kullanarak onları kandırıp her seçimde oylarını alabilir.

Basın “gazete ve TV” leri kontrolüne geçirebilir veya aleyhine yazıp konuşmalarını baskı ile engelleyerek “HALKIN DOĞRULARI ÖĞRENMESİNİ” engelleyebilir.

Devletin bütün kadrolarına kendi yandaşlarını getirebilir,

Gazete ve TV lerde aleyhine tek bir söz ve yazı çıkmasına izin vermeyip, sadece kendi propagandasını yaptırabilir,

Böylece gerçekleri bilmeyen halk her seçimde o partiye oy verdiğinden iktidarını uzun bir zaman sürdürebilir.

Bu siyasi iktidarın Anayasa ve yasalara aykırı hukuksuz uygulamalarına dur diyebilecek tek kurum yine “YARGIDIR.

Bu nedenle, iktidarda hangi parti olursa olsun,

Demokrasiye, insan haklarına, hukuka, adalet ve özgürlüklerimize sahip çıkmak için

YARGI ve YARGIÇLARIN,

SİYASİ İKTİDARLARIN KONTROLÜNE GEÇMESİNE KESİNLİKLE İZİN VERMEMELİYİZ. 21.11.2009

TRAFİK RAPORU

TRAFİK RAPORU

Yapılan araştırmaya göre, Türk'ler trafik kurallarına uymayı "ZAMAN KAYBI" olarak görüyormuş.

Trafik canavarı olmamızın nedeni, kişilik zaaflarımız, ihmalimiz, adamsendeciliğimiz, kaba cesaretimiz, bilgisizliğimiz, hız merakımız, ciddiyetsizliğimiz, kural tanımazlığımızmış.

Ayni araştırmaya göre, yüksek eğitimli özel araç sürücüleri, taksi ve otobüs sürücülerine göre trafik kurallarını daha çok çiğniyormuş.

Trafik polisleri haksız baskılara maruz kaldığından kural çiğneyenlere toleranslı davranıyormuş.

Düşük ücret almaları rüşvet riskini arttırıyormuş.

Yasal yetkilerini kendi kişisel güçleri olarak algılıyorlarmış.

Ülkemizdeki trafik görevlisinden dörtte biri hiçbir trafik kursu almamış.

Kazaların % 98 zi sürücü, yolcu ya da yaya olarak insan unsurundan kaynaklanıyormuş.

Ülkemizde otobüs firması ve otobüs sayısı, AB üyesi ülkelerin toplam otobüs firması toplamından fazlaymış.

Yolcu taşımacılığının % 96 sı, yük taşımacılığının % 89 u karayolu ile yapılıyormuş.

Karayolları genel müdürlüğüne bütçeden ayrılan pay 1980 li yıllarda % 13 iken gün geçtikçe daha da azalmış.

TBMM TRAFİK ARAŞTIRMA KOMİSYONU tarafından aylarca yapılan araştırmalara göre;
— Sürücü belgesini yeni alanların kazalar içindeki payı ilk yıl %30, ikinci yıl 17, üçüncü yıl 11 imiş. Bu nedenle 1 - 2 yıl geçici sürücü belgesi verilmesi, bu süre sonunda sicili temiz çıkarsa sürekli ehliyet almağa hak kazanması önerilmiş.

— Büyük şehirlerde meydana gelen kazalara daha çok kırsal bölgelerden göç ederek gelenler karışıyormuş.

— Karayollarında işaret levhalarının % 30 u çalınma ve kurşunlanma gibi nedenlerle her yıl zorunlu olarak değiştiriliyormuş.

— Trafik kazaları genellikle düz yollarda ve kavşaklarda meydana geliyormuş.

— Şehirlerde OTOPARK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ trafik güvenliği açısından büyük önem taşıyormuş.

— Şehir içi polisleri gündüz mesailerinin % 30 unu hatalı park yapan araçların kaldırılması için harcıyormuş

KOMİSYONUN ÖNERİLERİ

— RTÜK' ün kapatma cezası verdiği TV ler cezalı oldukları sürelerde trafik eğitimi programı yayınlasın.

— Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Valiler ve üst düzey yöneticiler, KIRMIZI IŞIKTA DURMA ayrımsız örnek olarak katılmalı.

— Ülkemizde karayolu taşıma kanunu yoktur, biran önce çıkarılmalıdır.

— Süre açısından uçakla yarışacak bir demiryolunun olması kaçınılmazdır.

— Bir yıl içerisinde 5 kez kırmızı ışıkta geçen, hatalı sollayan, hız kuralına uymayan sürücüler, psikoteknik denetimden geçsin.

— Otobüs işletmecisi olacaklarda ağır suçtan hüküm giymeme, trafik kuralını ihmal etmemiş olma şartı aransın.

— Araçların plakası, taşıt yerine taşıt sahibine verilerek taşıt yerine sahibi izlensin.

— Park yeri göstermeyen kişilere araç satılmasın.

— Yol kenarlarını manava çeviren satıcıların ticari faaliyetleri engellensin.

— Ülke genelinde tekbir acil yardım telefonu kullanılsın.

Bu araştırma sonuçları 10 yıl önce yayınlandı.

Hangisi dikkate alındı?

Ankara'ya yürüyen babaya verilen sözler, her gün onlarca kişinin trafik terörüne kurban giderek yaşamını yitirmesi ve sakat kalması bile TBMM den trafik yasasının çıkmasını sağlayamıyor.

Siyasi partilerimiz, milletvekillerimiz, Belediyelerimiz bu kadar duyarsız mı?

İsteseler bir tatil yapmaz birkaç saat içerisinde bu yasayı çıkaramazlar mı?

Belediyeler her mahalleye en az bir otopark yapamaz mı?

Fakat yapmıyorlar.

Acaba neden?

Bu duruma tepki göstermemiz, tepki verene destek olmamız için bizim de illa bir yakınımızı trafik terörüne kurban vermemiz mi gerek? 13.11.2009

19 YIL ÖNCE

19 YIL ÖNCE

Gazetelerde “Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL, Turgut Özal’ın ziyaretinden 19 yıl sonra bu kente gelen ilk cumhurbaşkanı” diyor.

19 yıl önce cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL, Tunceli’yi ziyaret ettiğinde ben Tunceli kadastro Müdürü olarak görev yapıyordum.

Yaklaşık 1 ay önceden Cumhurbaşkanının Tunceli’ye geleceği belli olmuştu.

Özal, 1983 ve 1987 seçimlerini kazanarak tek başına güçlü bir iktidarın başbakanı olarak görev yapmış şimdi de 12 Eylül 1980 darbesinin generalinin yerine cumhurbaşkanı olmuştu. Üstelik başbakanlığı kendi sözünden çıkmayacak bir kişiye bırakmıştı.

Bu nedenle çok güçlü bir konumdaydı. Sözüne kimse itiraz edemez, her sözü emir kabul edilirdi.

Bu nedenle Valide haklı olarak kaygı ve telaş vardı.

Tunceli hükümet konağı o zaman merkezde ALPDOĞAN mahallesinde (sonradan MOĞOLTAY mahallesi oldu.) iki katlı eski askeri kışla binasındaydı.

Belediye, Emniyet müdürlüğü ve Jandarma garnizonu hükümet konağının etrafında bulunmaktaydı.

Şehir meydanı da bu binaların önünde bulunan park (Atatürk heykeli de bu parkın içindeydi) ve ana cadde idi. Bankalar, öğretmen evi de bu meydanın etrafındaydı.

Valilik, hükümet konağının üst katındaydı. Burada büyükçe bir toplantı salonu vardı. Cumhurbaşkanına brifingin burada yapılmasına karar verilmişti.

Valilik, Defterdarlık, Emniyet ve ilgili diğer resmi kurum yetkilileri neler yapılmalı konularında toplantılar yapıldı.

Masraflar için ödenekler seferber edildi.

Hükümet konağında boya, badana ve temizlik yapıldı.

Konak içindeki bütün birimlere temizlik ve diğer konularda talimatlar verildi.

Brifing salonuna tek parça halıfeks alınıp serildi.

Özel masa –sıralar, özel kağıt, bloknot, kalem ve kalemlikler alındı.

Brifing için özel renkli cam Malatya’dan getirildi.

Vali brifing sırasında söyleyecekleri ve nasıl davranacağı konusunda günlerce provalar yaptı.

Neler yiyeceği, içeceği öğrenildi. Hiçbir yiyecek ve içecek açık olmayacaktı. Cumhurbaşkanı bir şey yiyeceği veya içeceği sırasında onun önünde korumalar tarafından açılacaktı.

Hükümet konağında çalışan herkese “cumhurbaşkanının geldiği gün” hükümet konağına giriş kartı dağıtıldı.

Cumhurbaşkanı geldiğinde Tunceli’de ki bütün resmi kurum müdürleri olarak bizler alt kattaki toplantı salonunda hazır bekleyecektik. Elimizde kurumumuza ait sorulduğunda anında yanıt verilecek ve gösterilecek her türlü bilginin olduğu dosyalar olacaktı.

Saat 11.00 de personele izin verilecek ve brifingten sonra Cumhurbaşkanı “eğer meydanda kalabalık varsa” konuşma yapacağından şehir meydanında olmaları söylenecekti.

O gün geldi.

Sabah hükümet konağına geldiğimde kapıda sivil polisler vardı. Hepsi de yabancı idi. Giriş kartım olduğundan kolayca girdim. Odama gittiğimde kapımda yine bir sivil polis vardı. Bana kibarca günaydın dedi ve benimle beraber odama girdi. Bir çay söyledim. Çayını içtikten sonra teşekkür etti ve koridora çıktı.

Öğrendiğime göre sabah erkenden birçok oda aranmış, hükümet konağı dışında olan resmi kurum müdür ve amirleri giriş kartı olmadığı için hükümet konağına girememiş.

Saat 10.00 “memurlara izin verin” emri gelince herkesi serbest bıraktık. Daire Müdürleri elimizde dosyalar toplantı salonunda toplandık. Dışarı çıkmamız yasaktı.

Saatlerce orada hiçbir şeyden habersiz bekledik.

Sonra şehir meydanından alkış ve haykırışlar duyulmaya başladı. Bir müddet sonra o seslerde kesildi. Ne olduğundan hiç haberimizde yoktu.

Birkaç saat sonra Köy Hizmetleri Müdürü telsizi ile dışarıdaki elemanını aradı.

Anladık ki; cumhurbaşkanı 1 saat kadar önce helikopter ile Tunceli’den ayrılmıştı. Bundan bizim de, kapımızda nöbet tutan polislerinde haberi yoktu. Bunu onlara söyledik. Polislerde bunun doğru olduğunu anlayınca bizi azat ettiler.

Dışarı çıkınca öğrendik ki;

Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL, geldiğinde meydanı dolu görünce hemen konuşma yapmış. Daha sonra brifing salonuna geçmiş. Kısaca validen bilgi alıp, birkaç soru sorduktan sonra, yanına valiyi de alarak helikopter ile Ovacık ilçesine gitmiş.

Brifinge katılmak için hazır bekleyen diğer müdür ve amirlerde arkasında araçları ile yola çıkmışlar.

Cumhurbaşkanının gelişi ve gidişi en fazla 1 – 1,5 saate olup bitmiş.

Kimsenin bize haber vermek aklına gelmemiş. 30 – 40 kişi elimizde dosyalarla saatlerce boşuna beklemişiz. Ne cumhurbaşkanını görebildik ne de sesini duyabildik.

İşte 19 yıl önce cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL Tunceli ziyareti böyle oldu. 06.11.2009

AKP Yİ BİTİRMEK

AKP Yİ BİTİRMEK

AKP yi ancak,

1- Suçu hep başkasına atması, Darbe ve AKP yi bitirme planı iddiaları

2-Önleyemedikleri “İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUKLAR.”

3-DP ve ANAVATAN partisinin birleşmesinden sonra güçlenecek ve barajı geçecek bir merkez sağ parti (DP) bitirir.

1- Suçu hep başkasına atması, Darbe ve AKP yi bitirme planı iddiaları

Halk bu konuda ne düşünüyor, ne diyor? Halk;

Artık ülkemizde bir askeri darbe olabileceğine inanmıyor.

AKP nin devletin bütün kademelerine kendi yandaşlarını getirdiğini düşünüyor.

Ayrıca bütün bu iddialar için kim doğru söylüyor, kim yalan buna karar veremiyor. Ayrıca ne olursa olsun askerin, ordunun yıpratılmasına karşı.

Bundan önce de defalarca “darbe yapacaklar, dindar cumhurbaşkanı istemiyorlar, demokrasiye karşılar, AB ye girmemizi engelliyorlar” dediler.

Halk onlara inandı oy verdi.

İstedikleri kişiyi cumhurbaşkanı yaptılar.

İstedikleri kişiyi meclis başkanı yaptılar.

Ama bunlar yetmedi.

Kendilerine karşı olan herkesi “demokrasi düşmanı, darbe yanlısı” ilan ettiler.

Yüzlerce kişinin sabahın köründe evini bastılar, gözaltına aldılar, tutukladılar. Haklarında dava bile açılmadan aylarca hapiste tutuldular.

Ama 2 yılı aşkın bir güre geçti bu iddialar halen kanıtlanamadı. Davalar devam ediyor, insanlar hapishanede çile çekiyor.

Şimdi de “AKP yi devirme planları yapıldı” iddiaları gündemde.

Medya bu haberleri ülkede yer yerinden oynuyormuş, bütün insanlar “DEMOKRASİ ELDEN GİDİYOR” diye ayağa kalkmış gibi veriyor.

Ancak halkın arasına girseler görecekler ki bu haberle medyada ne kadar çok verilirse verilsin, gazetelerde ne kadar büyük puntolarla çıkarsa çıksın “HALK İLGİSİZ.”

Dahası halkın büyük çoğunluğu “Anayasayı bile değiştirecek bir çoğunlukları var, istedikleri her yasayı çıkarıyorlar, bu iddialar doğru olsa bu güne kadar her şeyi açığa çıkarırlardı” diyor.

2-Önleyemedikleri “İŞSİZLİK, YOKSULLUK ve YOLSUZLUKLAR.”

Başbakan, biz 3 ( Y ) ile “YASAKLAR, YOKSULLUK, YOLSULLUK” mücadele edeceğiz diyordu hiç birini yapmadı.

Küresel kriz gelmeden önce var olan yoksulluk ve işsizlik 2 ye katlandı. Başbakan “bize teğet geçecek” dedi. Doğru, zengine, varlıklıya, bankada parası olana kriz teğet geçti. Ama milyonlarca vatandaşı tam kalbinden delip geçti.

Yolsuzluklar önlenemedi. İktidara yakın olanlar kısa sürede zengin oldu.

Yasakların ise hiç biri kalkmadığı gibi korku imparatorluğu oluştu. Herkes telefonun dinleniyor mu korkusunu taşımaya başladı.

Yinede bütün bunlar AKP yi bitirmeye yetmez. Çünkü 2007 seçimleri öncesinde de benzer yakınmalar vardı.

Milyonlara varan insan CUMHURİYET MİTİNGLERİNE katılmış AKP iktidarını protesto etmişti. Başta kara denizde fındık üreticileri olmak üzere ülkemizdeki çiftçiler ayaklanmış AKP iktidarının tarım politikalarını protesto etmişti.

Ama seçimlerde AKP oyunu arttırdı.

Peki, neden böyle oldu?

Çünkü AKP den memnun olmayan eski merkez sağ parti seçmenlerin gidecek bir partisi yoktu. Toplumda öyle bir hava estirilmişti ki, CHP laik yani dinsizdi. MHP ise ırkçı, milliyetçi idi. Kendileri ise dindardı. Siyaseti herhangi bir çıkar için değil halka hizmet için, Allah için yapıyorlardı.

Ülkemizdeki büyük sermaye AKP iktidarından şikâyetçi değildi. Özelleştirmelerden, imar rantlarından payını alıyordu. Dünyada ekonomide bahar havası vardı. AKP iktidarını devam ettirebilmek için AB nin her dediğini yapıyordu. Başka bir parti aramaya ne gerek vardı? Bu nedenle bütün güçleri ile AKP yi desteklediler.

Şimdi ise iş adamları AKP iktidarından korkuyor. TÜSİAD a başkan bulunamıyor. İktidarı biraz eleştirenlere vergi denetmenler gidiyor. Korkuyorlar.

3-DP ve ANAVATAN partisinin birleşmesinden sonra güçlenecek ve barajı geçecek bir merkez sağ parti (DP).

AKP den memnun olmayanların oyu CHP ve MHP ye gitmeyebilirdi ama eğer DYP – ANAVATAN PARTİSİ birleşir ve merkez bir sağ parti olursa AKP en azından tek başına iktidar olamazdı. 2007 seçimleri öncesi “artık bileşti denilen” olay birden son buldu. Birileri tarafından anlaşma ve birleşme engellendi.

Bu gün birleşme engellenemeyecek bir kararlılıkla devam ediyor.

AKP nin ne yapmak istediği, gerçek yüzü açığa çıktı. Eğer merkez sağdaki birleşme DP de sağlıklı olarak devam ederse ilk seçimde AKP iktidarı sona ereceği gibi barajın altına dahi düşebilir.

Ancak ABD yi de unutmamak gerekir.

ABD 7 yıldır AKP iktidarına destek veriyorsa, ORTADOĞU, AFGANİSTAN ve AVRASYA da yapmak istedikleri için ihtiyacı olduğundandır.

Eğer Türkiye de AKP değil başka bir parti iktidarda olsa idi, ABD Irak, Afganistan ve Avrasya ülkelerinde yaptıklarının hiç birini yapamazdı.

ABD yine de ayni şeyleri yaparsa % 99 zu Müslüman olan bir ülke kamuoyu Müslümanlar bombalanıyor, katlediliyor diye ayağa kalkardı.

ABD, AKP iktidarını destekleyerek onun yardımlarını aldı, hem de, milyonlarca Müslüman yaşlı, genç, çoluk, çocuk insanı katlettiği gibi işkenceler yaptı, AKP iktidarda diye “dindarız, Müslüman’ız” diyen hiç kimseden ses çıkmadı. ABD nin yaptıklarına karşı çıkan solcular ise güvenlik güçlerince coplandı, tutuklandı.

Türkiye de AKP den başka hiçbir parti bunu yapmazdı. ABD ye, Irak ve Afganistan işgali için ve bu milyonlarca insanın bombalanarak öldürülmesi için ABD destek vermezdi.

İşte bu nedenle ABD bundan sonra da AKP iktidarının yine devamını isteyecektir.

Artık bıçak kemiğe dayandı.

AKP den umut kesildi.

Muhakkak bir yolu bulunacak, iktidardan gitmemek için elindeki iktidar olanaklarını ve devlet gücünü kullanan AKP iktidarı, ABD desteği olsa da ilk seçimlerde son bulacaktır.

Bütün yaptıklarının hesabı da muhakkak sorulacaktır. 29.10.2009

ZENGİN OLMAK!

ZENGİN OLMAK!

Zengin olmayı kim istemez? Yediğin önünde, yemediğin ardında.

Çalışmak yok.

Harca, harca para bitmez.

İstediğin yere istediğin zaman gidersin. İstediğini istediğin zaman alısın.

Fakat nasıl zengin olunur?

Ne kadar paran varsa zengin sayılırsın?

Bir zamanlar "her mahallede bir milyoner" sloganı ile oy toplanmıştı.

Artık 5.000 – 10.000 TL paran olanlar bile zengin sayılmıyor.

Piyangoda en büyük ikramiye büyüdükçe büyüyor. Sayısal loto da verilen ikramiyeler arttıkça loto oynayan o kadar çok oluyor.

Artık alın teri ile para kazanmak modası geçti.

"Çocuklarımın boğazından haram lokma geçmedi" sözü unutuldu.

Müteahhitlerin yaptığı evler yıkılıyor, binlerce kişi ölüyor, vicdan azabı duyulmadığı gibi suçu kimse sahiplemiyor.

Çiftçinin ürünü para etmiyor.

Vergiler zamanında ödenmiyor.

Belediyeler, işverenler işçilerden kestikleri paraları SSK ya, verdileri vergi dairesine ödemiyor.

Yolsuzluklar, rüşvet önlenemiyor.

Kısa sürede zengin olanların nasıl zengin olduğu bilinse bile ayıplanıp, kınanacağına "BRAVO, İŞİNİ BİLİYOR. KISA SÜREDE KÖŞEYİ DÖNDÜ" diye hayranlık duyuluyor.

Herkes gemisini kurtarmağa bakıyor.

Başkalarına ne olduğunu düşünmüyor, umursamıyor.

TV de sanatçı denilen kişilerin çamur banyoları, aşk hayatları, evleri, çılgınlıkları hayranlıkla izlenip onlara özeniliyor.

“Bu paraları nereden buluyorlar? Sorusunu kimse aklına getirmiyor.

Diyelim ki;

Piyangodan, lotodan büyük para kazandık.

Yakınımızdan miras kaldı.

Yaptığımız işten yüklüce bir para geçti elimize.

Çalışmak, bu parayı üretime yatırmak aklımıza bile gelmiyor.

Parayı yüksek faize, repoya, borsaya, devlet tahviline, dövize, altına yatırıp sırt üstü yatmak, hiç çalışmadan paramızla para kazanmak, gününü gün etmek, kazancı zevk ve sefada harcamak hayali kuruluyor.

Eğer bu şekilde zengin olmak ve bu şekilde yaşamak hayalleri kuruyorsak,

Böyle zengin olmaya, böyle yaşamağa karşı çıkmıyorsak,

Hukuksuzluktan, dokunulmazlıktan, yakınmıyorsan, Deniz fenerinden, imar rantından, EĞER ALINTERSİZ, KAZANIP ZENGİN OLMAKTAN yana isen,

Bu düzenden, hayat pahalılığından, işsizlikten, yolsuzluktan, iç borçtan, dış borçtan, kısaca hiçbir şeyden yakınmağa hakkımız yok. 13.10.2009