21 Kasım 2010 Pazar

KADIN HAKLARI

KADINLARIN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ
Kadınlarımızın, Anayasamızda, yasalarımızda, insan hakları evrensel beyannamesinde, aile hayatında, çocuklar üzerinde erkeklerle eşit hakları vardır.
Ülkemizde kadınlarımıza bir çok hak ve özgürlükler verildiğinde dünyada ve Avrupa’da bir çok ülkede yoktu.
Kadınlarımıza bu haklar 29 ekim 1923 de “CUMHURİYETİN İLANI” ile anayasa ve yasalarla verilmeye başlanmıştır. Nezihe MUHİTTİN tarafından "KADINLAR HALK FIRKASINI" kurmuş, 1909 tarihli seçim kanunu geçerli olduğundan partiye valilikçe izin verilmemiştir. 3 mart 1924 de TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU ile kızlar da erkeklerle eşit eğitim görmeye başladı. 1926 yılında “MEDENİ KANUN” kabul edilerek Kadınlara erkeklerle “MİRASTAN” eşit pay alması sağlandı. 1930 yılında çıkan Belediye Yasası ile kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandı. Ancak ilk kadın belediye başkanı 1950 yılında Mersin’de Müfide İLHAN seçildi. 1933 de kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi. 1934 de kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. İlk kez 1935 seçimlerinde 17 kadın milletvekili oldu. 1936 da çıkan iş Kanunu ile kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi. İlk kadın bakan 1971 de Türkan AKAYOL, ilk kadın vali 1989 da Muğla’da Lale AYTAMAN oldu.
Kadınların “ANAYASA, YASALARDA” bu hakları var ama günümüzde hala küçücük kızlar başlık parası için babası yaşındaki erkeklerle evlendiriliyor, Erkeler 4 kadınla evlenebiliyor, erkek izin vermezse evden çıkamıyor, BERDEL, TÖRE cinayetleri yine var.
Erkekler kadınlarımızın, kızlarımızın “BAŞ ÖRTÜSÜ–TÜRBAN” hakkını savunuyor da neden diğer haklarını hiç gündeme getirmiyor? Hatta kadınlara “ANAYASA VE YASALARLA” verilmiş haklarını kullanmalarına izin verilmiyor? Anayasaya, yasalara bakmayın “ULEMAYA SORALIM, DİNİMİZ NE DİYORSA ONU YAPALIM” diyenler “kadın erkek eşitliğine değil “erkek egemenliğine” inanıyor ve bunu savunuyorlar.
FATİH ÇEKİRGE diyor ki;
Başörtüsü meselesi eğer bir özgürlük meselesi olarak alınacaksa ki ben böyle alıyorum. O zaman olayı yalnızca “dindar kızların okuma özgürlüğü” olarak ele almamak gerekiyor. Çünkü özgürlük inançlara bölünemez. Başı örtülü kız elbette üniversitede okumalı. Ama bunu dindarların zaferi ve bir rövanş gibi sunarsan hata edersin. Başörtülü kızın üniversiteye girmesine yönelik düzenleme tek başına olmamalı.
Önce soralım neden “başörtüsü için ayrı bir düzenleme” isteniyor? Neden, temel hak ve özgürlükler açısından “Özgür Üniversite” adı altında daha geniş bir düzenleme önerilmiyor? Neden 12 Eylül ürünü YÖK’ü kaldıran, üniversiteye demokrasiyi getiren, yani üniversite yönetimlerinin seçilmesini sağlayacak bir düzenleme aranmıyor? Bugün üniversitenin tek sorunu başörtüsü değildir. Üniversitelerde özgürlük yoktur. Üniversitelerde bilimsel özgürlük de yoktur.
Üniversitelerde öğrencilerinin çok büyük bir bölümü yurt bulmakta zorlanırlar. Ve maddi sıkıntı çekmektedirler. Biz 30 sene önce üniversitede coplanıyorduk. Çocuklar hâlâ üniversite kapısında pankart açtı diye coplanıyor.
Üniversite öğrencileri arasında “fırsat eşitliği” yoktur. İller arasında eğitim ve sosyal hayat açısından uçurumlar vardır. Üniversitelerde eğitimin yanı sıra, hobi, spor, sosyal faaliyetler yok olmuştur. Eskiden üniversite takımları yarışırdı. Müzik yarışmaları, halk oyunları, ligler olurdu. Şimdi mezarlık sessizliği var.
Öğrencilerin siyasetle uğraşmaları hâlâ tehlikeli olarak görülmektedir. 18 yaşını geçmiş öğrenci oy kullanır. Ama öğrenci derneklerinde siyasi görüş bildiremez. Her 4 üniversite mezunundan birisi işsizdir.
Bir yandan özgürlük diyeceksiniz. “12 Eylül’ü tasfiye edelim” diyeceksiniz. Diğer yandan 12 Eylül ürünü YÖK’ten genelgeler yayınlamaya devam edeceksiniz. Bu olmaz.
Bir yasak, o yasağı koyan kurumun talimatlarıyla kaldırılamaz. Bu yüzden YÖK denilen o yasakçı kurum üniversitelerin başından alınmadığı sürece, ne başı bağlı ne de başı açık kızların orada özgürlüğü olmaz. 25.10.2010–Hürriyet gazetesi
Bir de Mehmet TEZKAN’ a bakalım.
Türbanın kadınları sosyal hayata, iş hayatına sokacak önemli bir işlevi olduğu söyleniyordu. Modern mahremdi ve kadının evden çıkmasını sağlayacaktı, Sağladı mı? Anadolu türbana büründü. Çoğu kentte neredeyse başı açık kadın görmek zorlaştı.
O kadınlar iş hayatında, kentin sosyal hayatında yerini aldı mı? Yani türban görevini yaptı mı? Türban özgürlüktür, özgürleşmedir denilmişti. Anadolu’da kadın daha özgürleşti mi? Türban sayesinde erkeklerle konumunu eşitledi mi? Muhafazakâr kentlerde hoşgörü arttı mı?
Türbanlı nerede daha mutlu, nerede daha rahat, nerede daha özgür? Kendi mahallesinde dolaşırken mi? Öteki mahallenin kafesinde otururken mi?
Kadın, 20 yıl önceki Trabzon'da, Siirt' de, Erzurum'da, Kars' da, Kütahya'da mı kent hayatının içindeydi, bugün mü? Kadınlı erkekli oturmalar, sohbetler 20 yıl önce mi daha fazlaydı, şimdi mi? Türbanlı okuldan, çalışıyorsa işyerinden erkek arkadaşıyla kentin muhafazakâr mahallesindeki çay bahçesinde oturabilir mi? Rahat, rahat sinemaya gidebilir mi? Akşam türbanlı arkadaşıyla yemeğe çıkabilir mi? Nasıl karşılanır?
Türban özgürlüktür diyenlerin şu soruya yanıt vermesi lazım; muhafazakârlaşma kadına özgürlük getirdi mi?
AKP 45 ilde 70 bin kişi üzerinde araştırma yapmış. Neden hayır verdiler sorusuna yanıt aranmış. En büyük etken yaşam kaygısıymış. Anadolu’da estirilen muhafazakârlaşma politikasına bazı yöreler direniyor. AKP ne dese inandırıcı olamıyor.
Çünkü biliyorlar Anadolu’daki birçok kent çok değişti, değiştirildi, çok farklılaştı.
Gelin, evet ve hayır oylarının yüksek olduğu birkaç kenti birlikte gezelim. Sokaklarda dolaşalım, kahvelerde oturalım, lokantalarında yemek yiyelim, kutsal mekânları ziyaret edelim, gördüklerimizi yazalım.
Evetçi yöreler mi daha özgürlükçü, daha hoşgörülü, daha demokrat; Hayırcı yöreler mi birlikte tespit edelim. Milliyet - 15 Ekim 2010
CHP genel başkan yardımcısı Umut Oran da diyor ki;
Ülkemiz cinsiyet eşitsizliğinde 136 ülke içinde 125’inci sırada. Türkiye’de kadının işgücüne katılma oranı % 26, AB ortalaması yüzde 60, kadın eşitsizliğinde
Özel sektöre niye girmiyor başörtüsü? Kim engelliyor özel sektörde başörtülü kadının çalışmasını? İslam’ i holdinglere gidin, başörtülü ne kadar kadın var bir araştırma yapın. Neden acaba sekreterler, yöneticiler kadın değil veya olanların neden başları kapalı değil? Onların artık gazeteleri var, bankaları var. Oralarda acaba başı kapalı insanlar çalışıyor mu, çalışmıyor mu? Orada bir yasak var mı?
Yok. Demek ki bu başka bir şey.
Başörtüsü yada türban eğitim özgürlüğüne giriyor. Ama insan hak ve özgürlüğü dediğimiz zaman o kadar çok eşitsizlik, o kadar çok hak ihlali, o kadar çok mağduriyet var ki. Türban eğer insan hak ve özgürlüklerinin eğitim temelinde sıkıntısıysa bu da ele alınmalı. Ama kadın hakları deyip sadece bu ele alınmamalı. Sadece bu ele alındığı zaman samimi olmuyorsunuz.
Yani siz kadına özgürlük tanımıyorsunuz. Siz orada kadını da bu siyasete alet ediyorsunuz.
Eğer kadınların hak ve özgürlükleri, eğitimde eşitsizlik tartışılacaksa bunu bir bütün olarak tartışalım. Yani başlıkların içinde 100 madde varsa kadının eşitsizliği ile ilgili, niye tek madde alınıp kullanılıyor?
Başbakan “ben hukuk, tanımam, Danıştay’ı dinlemem, Anayasa Mahkemesi’ne de, AİHM’ e de bakmam” diyor, “Diyanete bakarım” diyor. Türbanı namazla bir tutuyor, “Takmamak cezadır” diyor.
SİZCE KADINLARIN BAŞÖRTÜSÜ – TÜRBAN TAKMASINI SAVUNAN ERKELER, GERÇEKTEN, KADINLARIN HAK VE ÖRGÜRLÜĞÜNÜ MÜ SAVUNUYORLAR? 29.10.2010

İLK ANAYASA

ANAYASA FİKRİ NASIL DOĞDU?

İlk Anayasa fikri KRAL, PADİŞAH, SULTAN gibi ülke yönetiminde tek söz sahibi olan kişilerin yetkilerini sınırlandırılması düşüncesinden doğmuştur.

Parlamenter demokrasiye geçildikten sonra,

İktidarı eline geçiren partilerin, muhalefetin, farklı düşüncede olanların, azınlıkların haklarını güvence altına almak, siyasi iktidarın keyfi yönetimlerini sınırlandırmak için gerek duyulmuştur.

Anayasalar;

Her zaman, azınlıkta, zayıf olanın haklarını güçlü olandan korumak içindir.

İktidarların çıkaracağı yasaların uymak zorunda olduğu temel ilkeleri gösterir.

Hiçbir yasa, uygulama ya da başka bir kural anayasaya aykırı olamaz.

Bu yönüyle ANAYASALAR,

Toplumun bütün kesimlerin ortak görüş ve katkıları ile oluşmuş, temel yasadır.

ANAYASALARININ TEMEL AMACI,

Ülkeyi yönetenlerin, siyasi iktidarların gücünü,

ARTTIRMAK DEĞİL, KISITLAMAK, SINIRLANDIRMAKTIR.

Ülkede ekonomik, maddi gücü olanların sayıları azdır. Ancak bu azınlığın siyasi iktidar üzerindeki gücü çok fazladır.

Ülke çoğunluğunu oluşturan ama sendikalar, meslek örgütlerinde örgütlenip haklarını savunamayan, taleplerini siyasi iktidarlara duyuramayan,

Dar gelirli, emeği ile geçinen, işçi, memur, küçük esnaf, köylü, az topraklı veya topraksız çiftçi, işsiz, yoksul, özürlü, yaşlı, savunmasız, insanları,” yani halkın, milletin, hak ve hukukunu “siyasal iktidar üzerinde gücü fazla olan zenginlerden korumak içindir.

Demokratik anayasaların vaz geçilmezi “hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ilkesi, şeffaflık, laiklik, sivil toplum kuruluşları ve demokrasi kültürünü” kapsar.

Çünkü iktidarın sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalıdır.

GÜÇ “YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI ORGANLARI” ARASINDA DAĞITILMALIDIR.

Hiçbiri diğerinin yetki alanına giremez. Ancak her zaman son sözü hukuk söyler.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin anayasada güvence altına alınması ve etkin bir şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır.

Ulus egemenliğin sahibi olarak burada hukukun bir esasıdır. Anayasa ulusun iradesinin kalıba dökülmüş halidir.

Yürürlükte olan Anayasa bir darbe sonucu yapılmış yasakçı bir anayasa olabilir. Bu nedenle Anayasanın tümden veya demokratik olmayan hükümlerinin değişmesi gerekebilir.

Bütün bunlar toplumun bütün kesimleri ile uzlaşarak yapılmalıdır.

İktidardaki siyasi parti, “benim çoğunluğum var, istediğim değişiklikleri yaparım” der,

Kuvvetler ayrılığı, hukuk devletini zayıflatan, yargıyı siyasi iktidara bağımlı hale getiren bir anayasa veya değişiklikler yapmak isterse buna hepbirlikte “HAYIR” denmelidir.

ANAYASALAR NASIL ÇIKTI?

İlk anayasa, 1787 yılında ABD de siyasi iktidarın yetkilerinin sınırlandırılması, keyfi yönetimin önlenmesi için düşüncesi ile doğmuştur.

Daha sonra Fransa’da 1789 yılında büyük devrimden sonra kralın iktidarını sınırlamak için bir belge olarak Anayasa yapılmıştır.

Anayasa kavramı 1920’lerden sonra tüm dünyada yayılmaya başlamıştır. Siyasi iktidarını yetkilerini sınırlayan, anayasa ve yasalarla güvence altına alınan kişisel özgürlükleri korumak için hukuki kuralları haline gelmiştir. Ayni zamanda devletin yönetim yapısını gösteren bir belge olarak kabul görmüştür.

Fransız devriminden etkilenen Hollanda’da 1789 da, İspanya’da 1812 de, İsviçre’de 1815 de, Belçika’da 1830 da, Danimarka’da 1850 de, Prusya’da 1850 de, Kuzey Almanya’da 1867 de anayasalar kabul edilmiştir. Meksika 1857, Arjantin 1860, Brezilya 1891 de anayasalar yapılmıştır.

Osmanlı zamanında ilk anayasa KANUNİ ESASİDİR.

İlerici, demokrat kesimlerin baskısı sonucu II. ABDÜLHAMİT izin verince 7 Ekim 1876 da MİTHAD PAŞA başkanlığında 28 kişilik bir komisyonca hazırlandı.

23.12.1876 da KANUNİ ESASİ “İLK ANAYASA” ilan edildi.

Kanuni Esasi119 madde idi. İlk 5 maddesi padişahın haklarını sayıyordu. Padişahın kişiliği kutsal olacak ve yaptıklarından dolayı kimseye karşı sorumlu olmayacaktı. Hanedanın en yaşlı kişisi halife olacak,

Ülkeyi idare edecek hükümetin bakanlarını atamak, azletmek, meclisi toplamak veya dağıtmak padişahın yetkisindeydi.

Diğer maddeler kişi hak ve özgürlükleri ile ilgiliydi. Kişi hakları yasalarla korunuyordu. Hakimler azledilemeyecekler, mahkemeler aleni olacak, kimse mahkemelere müdahalede bulunamayacak, her hakkını yasalarda izin verilen her yöntemle hakkını savunacaktı.

Ülkeyi yöneten hükümet üyeleri için YÜCE DİVAN kurulacaktı.
Memurlar yasalara aykırı hareket etmedikçe ve çok zorunlu olmadıkça işlerine son verilmeyecekti. Kanuna aykırı emri yapmayan memur sorumlu olmayacaktı.

Meclis üyeleri, düşüncelerini söylemekte, oturumlara katılıp katılmamak konusunda özgürdü. Ancak Kanuni esasiye aykırı hareket, ihanet, rüşvet ile suçlanır ve ceza alırlarsa üyelikleri düşecekti.

Buradan başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ ın yetkileri II. ABDÜLHAMİD’ in yetkilerinden daha fazla olduğu anlaşılmakta. 12.07.2010

NE İSTİYORUZ

NE İSTİYORSUN?

İş istiyorsun,

İş güvencesi istiyorsun,

Aş istiyorsun,

İnsanca yaşayabileceğin bir ücret istiyorsun,

Başını sokacak bir konut istiyorsun,

Hukuk, adalet istiyorsun,

Demokrasi istiyorsun,

Eğitim hakkı istiyorsun,

Hastalandığında parasız tedavi istiyorsun,

Yaşlandığında kimseye muhtaç olmak istemiyorsun,

Doğruları yazan, söyleyen özgür basın istiyorsun,

İnsan hakları istiyorsun,

Çocuklarının, torunlarının geleceği daha iyi olsun istiyorsun,

Terör olmasın, kimse ölmesin, kardeşçe yaşamak istiyorsun,

Köylü mutlu, çiftçi mutlu, işçi mutlu, memur mutlu,

Kadın, erkek, yaşlı, genç huzur içinde olsun istiyorsun,

Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen istiyorsun,

PEKİ NE YAPMAK GEREK?

Kimin milletvekili olacağına LİDER değil MİLLET karar verecek,

Milletvekilleri liderin değil milleti dinleyecek, onların istediklerini yapacak,

Siyasi partiler yasası değiştirecek, % 10 seçim barajını düşürülecek,

Siyasi iktidarlardan bağımsız, tarafsız, kısa sürede karar verecek adil bir yargı olacak,

YÜZ KIZARTICI SUÇLARDA; “irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, hileli iflas ırza tecavüz, ,sarkıntılık, kız, kadın ve erkek kaçırmak, fuhşa tahrik, zimmet gibi” DOKUNULMAZLIKLAR kaldıracak,

Bunları kim yapacak?

BİZİM SEÇECEĞİMİZ MİLLETVEKİLLERİ.

O zaman 7 ay sonra genel seçimler yapılacak.

Sizden oy istemek için, ilçenize, köyünüze, mahallenize, işyerinize, kapınıza gelen siyasetçilere;

Bunları yapacak mısınız?

Yapmayacak mısınız?

Diye sorun.

Bunları yapacağına söz vermeyen partilerin HİÇBİR DEDİKLERİNE KULAK ASMA.

Onlara “BİZDEN SİZE OY MOY YOK” deyin.

Çünkü bunlar yapılmadıkça;

İstediklerinin hiç biri gerçekleşmez.

“YOKSULLUK, İŞSİZLİK, YOLSUZLUK ve GELİR DAĞILIMINDAKİ ADALETSİZLİK” önlenemez.

DEMORATİK, SOSYAL HUKUK DEVLETİ OLAMAZ. 11.11.2010



HALUK'UN İNANCI

Bir yaratıcı güç var, ulu ve ak pak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

Yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.

Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.

Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım.

Tekmil insanlar kardeşi birbirinin... Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.

İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir, bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... İnandım.

TEVFİK FİKRET

70 CENT

70 SENT

Ülkemizde bu kadar çok işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk varken, insanlar geleceklerinden kaygılı iken AKP nasıl iktidarda kalabiliyor? Bütün seçimleri nasıl kazanıyor? Yargıyı İktidara bağımlı hale getirmek için yaptığı anayasa değişikliği referandumunda nasıl oluyor da halkın desteğini alabiliyor?

Önce 24.03.2008 tarihli Vatan gazetesinde MİNE ŞENOCAKLI’ ya “ERDOĞAN’I 10 YIL ÖNCE UYARMIŞTIM” diyen eski Adalet bakanı Şevket KAZAN ne diyor ona bakalım.

SÜLEYMAN DEMİREL NASIL BAŞBAKAN OLDU?

Vehbi Koç’u çağırıyorlar Amerika’ya. Çağıran da ROBERT COMMER, daha sonra Türkiye’ye büyükelçi olarak gelen, ODTÜ’de arabası yakılan COMMER. Koç, gidiyor. COMMER diyor ki, “Adalet Partisi bu seçimle, 1965’te tek başına iktidar olacak. Ama partinin genel başkanı RAGIP GÜMÜŞPALA vefat etti. Genel başkan kim olacak? “ Vehbi Koç, ”Koca Reis“ diyor. Koca Reis, Saadettin Bilgiç! COMMER, ”Olmaz. O milliyetçi muhafazakâr. Bizim işimize gelmez“ diyor. ”Peki kim olacak?“ diye soruyor Koç. ”Bizim biraderlerden DEMİREL!” Koç, ”Halk oy vermez ki, o bürokrattır” diye karşı çıkıyor. “O sizin bileceğiniz iş” diyor COMMER, Vehbi Koç’u gönderiyor. Koç geliyor, önce DEMİREL’ le görüşüyor, kimlik tespiti yapılıyor. Kırsal kesimin başına geçecek ya, “İSLAM KÖYLÜ, ÇOBAN SÜLÜ” diyorlar. Halkın da hoşuna gidiyor...

TAYYİP ERDOĞAN NASIL BAŞBAKAN OLDU?

Baktı ki, DEMİREL’ i Vehbi Koç işbaşına getirmiş. Ha, demek ki Türkiye’de başbakan olmak için hem AMERİKA’ nın hem de sermayenin desteğine ihtiyaç var. Peki, Amerika’nın desteğini sağlamak için ne yapmak lazım, bizi Koç’a götürecek adam lazım. Koç’a götürecek adam kim? Önce Korkut ÖZAL ve CÜNEYT ZAPSU.

Bunlar Demokrat Partiyi kurdular, hazırladılar. ‘Fazilet Partisi kapanırsa Erdoğan hemen başına geçsin’ diye. ZAPSU aynı zamanda TÜSİAD üyesi. TÜSİAD’ a götürdü Erdoğan’ı, hatırlayacaksınız ECZACIBAŞI’ nın evinde toplantı bile yapıldı. Bunlar da sonunda Koç’a kadar uzanmanın peşrevleri oldu... Sonunda Erdoğan’a icazet verildi, gitti Amerika’ya.

Amerika, başbakan olmasına karşılık ondan beş konuda söz aldı:

1 - Ben Irak’ı işgal edeceğim. Sen bana yardım edeceksin.

2 - ANNAN Planı’nı Kuzey Kıbrıs’a kabul ettireceksin.

3 - Seni Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı yapacağım. Burada sana tarihi görevler var, bu görevleri yerine getireceksin.

4 - IMF ile çalışacaksın. Tabii AB ile de beraber olacaksın.“

Hepsine “Baş üstüne!” dedi Erdoğan.

Bunların garantisi alındıktan sonra Erdoğan’ın başına bir güzel KİPA giydirdiler. Bir de böyle işlemeli kırmızı CÖBBE gibi bir şey... Ne uğruna, ”Siz beni yeter ki Türkiye’ye başbakan yapın!“ Ondan sonra bir baktık ki TAYYİP başka bir TAYYİP!

AKP 8 yıllık iktidarında ABD nin 4 madde halinde istediklerini yaptı mı?

Yaşadık gördük. AKP ve başbakan, ABD tüm isteklerinin, AB nin birçok isteğini yerine getirdi.

ABD, başbakandan memnun. Ama ABD nin daha ORTADOĞU, AVRASYA ve AFGANİSTAN’ da işi bitmedi. Başbakan ABD, AB ve Küresel sermayenin isteklerini yerine getirdiği sürece desteği devam edecek. Arkasını sağlama alan başbakan ülkede tek adam.

Peki, ülkemizin durumu nasıl?

Başbakan,”IMF den borç almıyoruz, döviz sıkıntımız yok, dünya ekonomik krizi bizi teğet geçti, işsizlik ABD ve AB de bile bizden fazla” diyor. Acaba doğru mu?

İhracatımız gelirimiz 120 milyar, turizm gelirimiz 20 milyar, ithalatımız ise 170 milyar, dolar. Her yıl verdiğimiz açık 30 – 40 milyar dolar. Bu 30 – 40 milyar doları nereden buluyoruz? Dış borç faizlerini nasıl ödüyoruz?

Yüksek faizli, uzun vadeli “hazine bonosu, devlet borç senetleri” satıyoruz. Kolayca satabilmek için onlardan bir lira bile vergi alınmıyor. “Ama asgari ücretten % 15 vergi alınıyor.”

Her yeni doğan çocuk 15.000 dolar borç ile doğmuyor mu?

Dahası, 8 yıl içinde, Anadolu’nun dört bir tarafına dağılmış Devlete yani kamuya, yani bizlere ait cumhuriyet kurulduğundan bu yana 85 yılda kurduğumuz dev fabrikalarımız, işletmelerimiz ve bunlara ait milyonlarca metrekare arazi ve arsalarımız,

EBK, ETİBANK, ERDEMİR, TÜPRAŞ, ŞEKER FABRİKALARI, SEKA, TEKEL, PETKİM, SÜMERBANK, TCDDY, ZİRAİ DONATIM KURULU VE TRAKTÖR İŞLETMESİ, “FABRİKA, İŞLETMELER VE ARAZİLERİ İLE BİRLİKTE”, TERSANELER, TRABZON, DİKİLİ, KUŞADASI LİMANLARI, GERKONSAN, TAKSAN, BURSA GAZ, THY, ETİ GÜMÜŞ, BAKIR İŞLETMELERİ, TÜGSAŞ, TÜMOSAN, İGSAŞ, TÜRK TELEKOM, OTELLER, ARAÇ MUAYENE İSTASYONLARI, DOĞAL GAZ ÜRETİME AİT 9 SANTRAL, ELEKTRİK DAĞITIM ŞİRKETLERİNİN HEPSİ,

Borçları devlete, alacakları alan kişiye ait olmak üzere yerli yabancı para babalarına, iktidar yandaşlarına “SATILDI.”

Bir çok fabrika ve işletmeyi yüzlerce dekar kıymetli arsa ve arazileri için aldılar. Belediyeler imar değişikliği yaptı kıymetleri 15 – 20 kat arttı. Alanlar verdiklerinin kat ve kat fazlasını kazandılar.

Yarın sabah yabancılar borsadaki paralarını alıp gidebilir. Hazine bonolarımızı almaktan vaz geçebilirler. Bir anda 70 DEĞİL 7 SENTE BİLE MUHTAÇ olabiliriz. Üstelik satabileceğimiz dev tesislerimiz, fabrikalarımız, işletmelerimiz, arazi ve arsalarımız da artık yok.

1980 yılında başbakan DEMİREL “70 SENTE MUHTACIZ” demişti. Ama o gün bu günkünden zengindik. Çünkü AKP iktidarının sata, sata bitiremediği dev fabrika ve tesislerimiz vardı.

Bundan sonra satabileceğimiz “yasaları çoktan çıkarıldı” ormanlarımız, Güneydoğu sınırındaki mayınlı araziler, ve akarsularımız kaldı.

Bütün bu gerçeklere rağmen;

Başbakan 2011 seçimleri sonrası yine tek başına “hem de büyük çoğunlukla” iktidar olmayı,

TBMM de ki çoğunluğu ile “BAŞKANLIK SİSTEMİNİ” getirmeyi,

2012 ve 5 yıl sonra 2017 yılında 2. Kez halk oyu ile “DEVLET BAŞKANI” seçilmek istiyor.

Bütün bunları yapabilmesi ancak ve ancak bizim oylarımıza bağlı.

Siz ne diyorsunuz? Seçimlerde buna izin verecek miyiz? 20.10.2010

KİM ÇALDI

SORU “NEREDE BENİM 15 MİLYARIM?”

Başbakan diyor ki;

Borsaya bak, borsaya. Rekor üstüne rekor kırıyor.

Dünyanın en büyük 20 ülkesinden biriyiz.

Kriz teğet geçecek demiştim kimse inanmıyordu.

Bankalarımız sapasağlam.

İhracatımız rekor kırıyor.

Ekonomik bütün veriler ülkemizin zenginleştiğini gösteriyor.

Peki bütün bunlar doğru ise;

Resmi verilere göre bile hala işsizlik var?

Neden yoksulluk var?

Neden yeşil kartlı sayısı artıyor?

Neden insanlar sosyal yardımlara, kömüre, her ay dağıtılan yiyecek yardımlarına, iftar çadırlarında karnını doyurmaya muhtaç?

Neden köylünün arazilerinin çoğu bankalara ipotekli?

Neden esnaf SGK na primini, vergi dairesine vergisini ödeyemiyor?

Neden her geçen gün kredi kartı mağdurları artıyor?

Ülkemiz ekonomisi büyüyor, ülkemizin milli geliri artıyorsa,

Kişi başına yıllık gelir 10.000 dolar “15.000 TL” olmuşsa,

O zaman 4 kişilik bir ailenin yıllık geliri 15.000 TL * 4 = 60.000 TL

Bir ailenin aylık geliri 5.000 TL olması gerekir.

Ama gerçek böyle değil.

Ülkemizde milyonlarca kişinin;

Yıllık geliri asgari ücretin yarısı kadar bile olmadığından “YEŞİL KARTI” var.

Milyonlarca kişi sigortasız çalışıyor.

Çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücret alıyor.

Öyleyse,

MİLLİ GELİRDEN BİZİM ALACAĞIMIZ PAYI BİRİLERİ HİÇ EDİYOR, YANİ ÇALIYOR.”

Kim bu bizim hakkımızı gasp edenler?

Neden bu hırsızlar yakalanmıyor?

Bizler fakirleşip, yoksullaştıkça kimler zengin oluyor?

Türkiye'nin milyoner sayısı Ağustos ayı itibariyle geçen yılın aynı dönemine göre 3 bin 664 kişi artarken, yurtiçi ve yurtdışı milyonerlerin bankalarda tuttukları mevduat ise 59 milyar 264 milyon TL artmış. Bizler yoksulaştıkça birileri zenginleşiyor demek ki. Peki nasıl?

Başbakanımız “BORSA REKOR KIYIYOR” diyor ya.

Borsadan kimlerin para kazandığını Şükrü KIZILOT çok güzel anlatıyor?

“DPT’ni derlediği verilere göre, Türkiye’deki sıcak para stokunun haziran sonu itibariyle, yüzde 61.4’ü borsada, yüzde 27.3’ü devlet iç borçlanma senetlerinde, yüzde 10.4’ü de mevduatta “bankalarda” değerlendirildi.

Ancak, sıcak para girişi devam etti ve yurtdışı yerleşiklerin haziran sonunda borsada 56 milyar dolar değerindeki sıcak para 5 Ekim itibariyle yaklaşık 75 milyar dolara çıktı.

Türkiye’ye EURO veya DOLAR getirip TL ye çevirdikten sonra borsada değerlendirenler yaşadı.

100 gün önce 10 milyon dolar bozduranlar, 6 Ekim 2010’da 13 milyon 630 bin dolar aldılar. Yani yaklaşık 3,5 ayda dolar cinsinden yüzde 36,2 kar ettiler.

200 gün önce EURO bozdurup borsada değerlendirenler, 200 gün içinde yüzde 29.2 kar ettiler.

Bankada, bono ya da devlet tahvilinde parası olanlar 9 ayda “dolar olarak” % 11, “EURO olarak” % 16 kar ettiler.

Asgari ücretten bile % 15 vergi alınırken ülkemizde bu kadar çok kar edenler,

NE KADAR VERGİSİ ÖDEDİLER?

SIFIR. YANİ HİÇ.

Evet, yanlış okumadınız, borsada bu kadar kar edenler 1 TL, 1 dolar veya 1 EURO dahi vergi ödemiyorlar.

Niye?

“YASA BÖYLE DİYOR DA ONUN İÇİN EFENDİM!”

Ülkemizi yöneten siyasi iktidar TBMM kolayca değişiklik yapabilecekken,

BU YASALARI NEDEN DEĞİŞTİRMİYOR? 10.10.2010

BIRAKINIZ

BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER !
Anayasamıza göre “demokratik, sosyal ve hukuk devletiyiz.”
Ama, referandum sonucu kabul edilen anayasa değişikliği ile “hukuk devleti” kaldı mı?
Yasamaya iktidar çoğunlu parti lideri “başbakan” egemendi, yargı da iktidara bağımlı hale gelmedi mi?
Ülkemizde anayasamızda yazmasa da fiilen “başbakanlık” rejimi olmadı mı?
Başbakan,
“YARGI BİZE ENGEL OLUYOR, AYAĞIMIZDAKİ PRANGALARI ÇÖZÜN.” Demiyor muydu?
Referandum sonucu anayasa değişikliği kabul edildi.
Anayasa mahkemesi ve HSYK yargıçlarının çoğu iktidarın istediği kişilerden oluşacak.
Bu durumda,
Anayasa mahkemesi iktidarın çıkardığı yasaları iptal eder mi?
İktidarın, belediyelerin veya kamunun uygulamalarının bir çoğuna iptal davası açılsa bile iptal edilir mi?
Bundan sonra;
Bu güne kadar kamu yararı olmadığı için, ucuza satılmak istendiği için satılamayan ne değer varsa “limanlar, akarsular bile” yerliye, yabancıya ucuz pahalı satılabilir.
Hatta bize ait taşınmazlar “tarla, bağ, bahçe, ev ” her şey, maden yasası, kentsel dönüşüm, yatırım diye elimizden alınacak, parası olanlara devredilebilir.
Daha şimdiden İstanbul’da bir milyon bina yıkılacak diye yazdı gazeteler.
Sözde gecekondular alınacak, depreme dayanıklı hale getirilecek.
Ama bu dönüşüm yapıldıktan sonra oralarda kimler oturacak?
Elinden evi arsası alınanlara verilen para ile ev alabilecekler mi?
LİBRALİZM, “devlet gücünün sınırlandırıldığı, özel teşebbüse olanak sağlar” diye bilinir.
Hukukun üstünlüğünü savunur ama bu sistemde hukuk devamlı zengini varlıklıyı korur.
Bu sistemin sloganı “BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER” dir.
Bu sistemde küçük işletmelere yer yoktur.
Her şey ulusal ve uluslar arası sermayenin sahibi olduğu büyük şirketlerin “fabrikalar, işletmeler, arazilerin “tarla, bağ, bahçe” elinde toplanır.
Her geçen gün varlıklar el değiştirir. Varlıklı, zengin sayısı azalır, yoksul sayısı artar.
Özgürlükler sermaye sınıfı “zenginler, büyük toprak sahipleri” için sınırsızdır.
Sade vatandaş, “esnaf, küçük toprak sahibi, işçi, memur, emekçiler” için özgürlükler kısıtlıdır.
Aslında dünyamızda uygulanan liberal sistem acımasız kapitalist bir düzendir.
İşte ülkemizde 1950 de “küçük ABD olacağız” diye başlanmış olan,
Turgut ÖZAL’ ın 24 ocak 1980 kararları, bunu uygulamak için sendikaların, emekçilerin haklarının elinden alınması için, büyük sermaye ve ABD tarafından desteklenen 12 eylül 1980 askeri darbesinden sonra bu sistem kurulmaya çalışılıyor.
Üstelik bize “demokrasi, özgürlük getiriyoruz, yasakları kaldırıyoruz, darbelerden hesap soracağız” diyerek oylarımızı alıp “ bunları yapıyorlar.
Tabi ki, bu değişimler bir günde olmuyor.
Kurbağayı “bizi” kaynar suya atmıyorlar.
Suyu yavaş, yavaş ısıtıyorlar ki, haşlanacağımızı, her şeyimiz kaybedeceğimizi anlamayalım.
Yine de bazı şeylerin değiştiğini görüyoruz ama anlam vermiyoruz.
Birlik olmamıza izin vermedikleri için, ellerinde tuttukları devlet gücü ve parasal kaynaklarla eşit olmayan koşullarda yapılan seçimlerle devamlı iktidara geliyor ve “millet bize yetki verdi, bütün bunları millet iradesi ile yapıyoruz” diyorlar.
Yani zengin azınlık için, dar gelirli yoksul çoğunluk aleyhine yaptıklarına her şeye böylece meşruiyet “yasallık” kazandırıyorlar.
Çocuklarımız hatta torunlarımız çok daha kötü günler görecek.
Bizim yaptığımız hataların cezasını onlar çok daha ağır yaşayacak.
Ne yazık ki, ülkemizde bu sistem bizim oylarımızla adım, adım kuruluyor. (2010)

PRANGA

PRANGA

Deniyor ki referandumda CHP başarısız.

Taktikleri, söylemleri yanlıştı.

Anayasayı anlatmadı.

Anayasa değişikliği % 58 oyla kabul edilmiştir.

Hiçbir mazerete sığınmadan söylemek gerekir ki;

İktidar partisi AKP ve “özellikle başbakan” referandumda başarılı olmuştur.

Toplumun bütün kesimlerine “güçlüyüm, hala rakipsizim” mesajı vermiştir.

Başbakan yakındığı PRANGALARINDAN da kurtulacağına göre hiçbir mazereti olmaması gerekir.

“ANAYASA MAHKEMESİNİN ve HSYK” üyeleri 30 gün içinde belirlenecektir.

Ben “diğer 24 madde için yasal düzenlemelerin yakın zamanda yapılacağını sanmıyorum.” Ancak millet verdiği sözleri yerine getirmesini bekleyecektir.

Aslında başta medya olmak üzere toplumun önemli kesimi çok iyi bilmektedir ki;

Devlet olanakları sonuna kadar kullanılmış, toplumun bütün kesimlerine baskı uygulanmış, hatta tehdit edilmiştir.

Ama sonuç önemlidir. İktidar partisi ve başbakanın dediği olmuş anayasa değişikliği halkoyu ile kabul edilmiştir.


CHP nin yeni genel başkanı KEMAL KILIÇDAROĞLU başarısız demek de yanlıştır.

Son 20 yıldır CHP tarafından Anadolu ihmal edilmiştir.

Seçimlerde dahi en fazla 20 ile gidilmiş, halkla temas kurulmamıştır.

CHP lideri DENİZ BAYKAL ana muhalefet partisi olmayı başarılı görmüş, iktidar olmak gibi bir derdi olmamıştır.

Anadolu’da, CHP nin bir çok yerde tabela örgütü vardır. Seçimlerde bütün sandıklarda görevlendirecek kadar bile üyesi yoktur.

Parti üyelerinin iktidar olmak, AKP ye alternatif olmak gibi bir umudu da yoktur.

İşte böyle bir örgüt ve yapıda hem de Referandum arifesinde KILIÇDAROĞLU genel başkan oldu.

Bütün enerjisi ve çabası ile hantal, yıllardır çalışmayan parti yönetimine ve örgüte bir hareket, özgüven, enerji verdi.

Ancak bu kadar kısa sürede daha fazlası yapılabilir miydi?

Kemal KILIÇDAROĞLU toplumda bir rüzgâr yarattı.

Bundan sonra Anadolu insanı CHP ve KILIÇDAROĞLU’ nu izleyecek.

Parti ekonomik programına, “işsizlik, yoksulluk için ne yapacağına” Kürt ve terör sorunun çözümü için “üçüncü yol olarak adlandırılan” programa bakacak.

KILIÇDAROĞLU’ nun seçim olmayan zamanlarda da iline, ilçesine, köyüne gelmesini bekleyecek.

Bunlar yeter mi?

Taşrada bütün parti yönetimleri aktif olacak. Parti politikalarını çok iyi öğrenecek, özümseyecekler.

Ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini liderden veya parti üst yönetimlerinden beklemeyecekler.

Yerelde iktidar olunan Belediyeler, il genel meclisleri başarılı olmak zorundalar.

Bölge milletvekilleri ile devamlı ilişki kurmak, yörelerinin sorunlarının TBMM de gündeme getirilmesi sağlamalıdırlar.

İl, ilçe başkanları “bana rakip olur diye düşünmeden” siyasi, toplumsal konularda çalışmaları olan, ilçenin sevilen, sayılan dürüst, saygın, kültürlü, bilinçli kişileri ile ilişki kurulmalı, partiye kazandırılmalı, onların görüş ve düşüncelerinden yararlanılmalıdır.

İnsanları salonlara çağırıp panel, seminer, konferanslar yapmak yerine, köylerde, mahallelerde, işyerlerinde insanların ayağına gidilmelidir.

Ancak bu şekilde;

Halkın güveni kazanılabilir.

İktidar alternatifi olunabilir. 14.09.2010