30 Ocak 2008 Çarşamba

ŞARK KURNAZLIĞI

Ne kadar yönümüzü batıya dönsek de kafamızdan şarklılığı atamıyoruz. Şaklı gibi düşünmekten, giyinmekten, davranmaktan vaz geçemiyoruz. Belki de yüzlerce yıldır Osmanlı İmparatorluğu ve daha öncesinden hep ŞARKLILIĞI benimsememizdendir. Çok iyi yaptığımız ŞARK KURNAZLIĞIDIR. Aslında başka türlü düşünüyoruz, başka türlü davranmak istiyoruz. Bunu açıklarsak karşımızdakinden hiçbir yardım alamayacaksak, sanki onlar gibi düşünüp davranacağımızı söyleriz. Karşıdan alacağımızı aldıktan sonra da bildiğimizden şaşmaz, dilediğimiz gibi davranırız. Üstelik onları nasıl kandırdık diye kurnazlığımızla gurur duyar bıyık altından güleriz.

Peki böyle yapmakla karlı mı, yoksa zararlı mı çıkarız? Bunu hiç düşünmeyiz.

O zaman alacağımızı aldık ya hakkımızda ne düşünürlerse düşünsünler umurumuzda bile değildir. Ta ki tekrar onlara ihtiyacımız oluncaya kadar.

Fakat tekrar onlara ihtiyacımız olduğu zaman nasıl inandıracağız? İnandıramayız. Karşımızdaki en ufak bir şey istediğinde bir daha ya vermez veya sağlam garantiler ister.

Hep böyle olmuştur ve olmaktadır. Bütün bunlar bize Arap ülkelerinden geçmiş olsa gerek. Ama cahillikten ama binlerce yıldır böyle görüp böyle davrandıklarından bilinmez, Arapların ikili oynamakta üstlerine yoktur. Akılları sıra seninle dostturlar ama, ayni zamanda arkandan kuyunu kazarlar. Birinci dünya savaşında İngiltere ile iş birliği yaparak Osmanlıyı arkasından hançerlemiştir. Şarklılar; ağır kanlıdır. değişen dünyaya karşı ilgisiz ve katı, kayıtsızdır. Genelde cahil, kaba ve kurnazdırlar. Kandırdıklarından emin olarak kolayca yalan söylerler. Paraları varsa bile yoksul görünmeyi hüner sayarlar. Yağmuru, rüzgarı ve güneşi bile lazım olmadıkça düşünmezler. Birbirlerinin haklarını çiğnemeyi, komşusunun hakkını gasp etmeyi kurnazlık sanırlar. Kız çocuklarına hiç değer vermezler. Erkekler eşlerini döverler. Dışarıda ezildikçe, hor görüldükçe evde eş ve çocuklarına zulüm kesilirler. Ancak kendileri haksızlığa uğrarlarsa karşı çıkarlar.

Karşılıksız kimseye yardım etmezler. Kedi ve köpekleri kavga etti diye bile en yakın komşuları ile kavga ederler. Komşularının evlerine ancak ölümlerde ve düğünlerde giderler. Binlerce yıldır yeniliği kabul etmeden babalarından, dedelerinden nasıl gördülerse sadece öyle davranırlar. Bu nedenle geri kalmışlardır. Bu nedenle ellerindeki hazinenin kıymetini hiç bilememişler devamlı yoksul kalmışlar, kalkınamamışlardır. Her zaman aldanmak korkusu içinde sürekli birbirlerini aldatırlar.

Yoksulluktan kıvrandıkları halde bunun Allah’tan olduğuna inanır ve bir lokma yiyecekleri var diye şükür ederler. Tembeldirler, çalışmayı sevmez, akşamdan uyurlar. Kendi dünyalarından başka bir şeyi düşünmek gibi tutkuları yoktur. Hayal güçleri kıttır. Hiçbir yeniliğe inanmaz ve ilgi duymazlar. Hatta verimi yüksek bir tohum bile olsa sonucunu görmeden inanmazlar. Dünyanın gelişimine hiç bir katkıları yoktur. Mal, mülk düşkünüdürler. Ülke onlar için Küçücük topraklarının başladığı ve bittiği yerdir. Her şeye karşı, birer kaya parçası gibi sert, kaygısız, ilgisiz dururlar, yeter ki kendilerine zararı dokunmasın. Bizler hala daha bu şark kurnazlığını kafamızdan atamadık. Ne kadar, aydın, demokrat ve ilerici olduğumuzu iddia etsek de hala kafamızın içinde cin fikirler, kurnazlıklar bir köşede saklı. Bir zaman gelip bu fikirlere başvurmaktan kendimizi alamıyoruz.

Söylenenlere baksak ülkemizde ATATÜRKÇÜ olmayan yok. Bazıları Atatürk’ü hiç sevmiyor hatta nefret ediyor. Çünkü Atatürk, Padişahlığı ve halifeliği kaldırdı, Cumhuriyet rejimini, ve LAİKLİĞİ benimsedi, kadına seçme ve seçilme hakkı verdi, cahil halkı kandıran dini dernek ve tarikatları, kapattı şıhlığı, şeyhliği yasakladı, tek eşliliği, medeni nikahı getirdi, Osmanlı – Arap alfabesinden Latin alfabesine geçti, kılık kıyafet devrimi yaptı.

Hepsinden önemlisi DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİNİ yasakladı.

İşte bun nedenle Atatürk’ten yıllarca nefret ettiler. Bu kişiler Atatürk nefretlerini daha küçükten çocuklarına, torunlarına da aşıladılar.

Atatürk’e bu nefretlerini aşılayacak genelde cahil ve yoksul kesimlerden taraftar bulmuş olsalar da ülkede büyük çoğunluk Atatürk’ü seviyor, onu hürmetle anıyor ve onun yaptıklarını doğru buluyor. Bunun üzerine Atatürk’ü açıkça kötülemekten vaz geçtiler. ŞARK KURNAZLIĞINA, takiye yapmaya başladılar.

Kendilerinin de Atatürkçü olduklarını, kendi yaptıklarının da onun ilkelerine uygun olduğunu söylemeye başladılar.

Ama bazen ağızlarından kaçırıp gerçek amaçlarını dışa vurdukları, taraftarlarının Atatürk büst ve resimlerine saldırdıkları, gizli kuran kursları açıp şeriat propagandası yaptıkları, kadınları kara çarşafa sokmak ve dışarı çıkarmamak için çeşitli çareler aradıkları açığa çıktı, çıkıyor.

Bu gün ülkemizde en yetkili ve bilgili kimseler demokrasi ve Laikliğin tehlikede olduğunu söylüyorlar. TV de yazılı basında devamlı bu konular yazılıp konuşuluyor.

Peki bu günlere gelinmesinden kim sorumlu? Atatürk’e bağlı, onu gerçekten seven kişiler nerede? Gerçekten Laik cumhuriyete sahip çıkacak kimse yok mu? İnsanlar umursamıyorlar mı? Yoksa nasılsa birileri sahip çıkar bize gerek yok diye mi düşünülüyor?

Suçu kimsede aramaya gerek yok. Gerçek suçlu bizler değil miyiz Atatürkçüyüz dedikleri için oy verdiğimiz kişiler ülkemizde, işsizliği, yolsuzluğu yaygınlaştıran, ülke gelirini adaletsizce dağıtıp bir avuç zengine kazanla verirken çoğunluğa kırıntısını bile vermediği halde defalarca iktidara getiren? Bizler değil miyiz muhtıra ve darbelerle ve oylarımızla devrildikleri halde bir süre sonra yine oy verip iktidar ve muhalefet olarak ülke yönetimine getirenler? 2006

Hiç yorum yok: