25 Haziran 2008 Çarşamba

ÇALIYORLAR MI?

Ülkemizde en büyük sorun nedir?

İŞSİZLİK ve YOKSULLUK.

Peki biz neyi konuşuyoruz? TÜRBAN.

Peki İŞSİZLİK ve YOKSULLIK kimin sorunu?

Peki İŞSİZLİK ve YOKSULLUK neden oluyor?

Bize birbirimize kırdırırken “TÜRBAN” kavgası yaptırırken karını katlayan bir avuç azınlığın, yerli ve yabancı sermeyenin SÖMÜRÜSÜNDEN değil mi?

Yerli yabancı patronlar, iş adamları, patronlar işçi – emekçilere karşı hemen birleşiyorlar? Ama işçilerin emekçilerin birleşmesini, Sendikalaşmasını, ortak mücadelesini engelliyorlar?

Bizi Türk, Kürt, Alevi, Sunni, dindar veya değil, türbanlı, baş örtülü diye birbirimizle kavga ettiriyorlar?

Neden; Sömürü düzenlerini devam ettirmek için değil mi?

“Devlet bankası olmaz. Devlet market işletmez. Fabrika çalıştırmaz. Devletin TELEKOMU olmaz. Madenleri, petrolü, kömürü devlet çıkarmaz diyorlar?

Peki ne yapalım? Diyorlar ki; “SATALIM.”

Neyi satacağız?

Başbakan “BİZDEN ÖNCE 85 YILDA KİMSE BU ÜLKEYE ÇİVİ ÇAKMAMIŞ, HİZMET VE YATIRIM YAPMAMIŞ” demiyor mu?

Bankalar, TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, PETROL RAFİNERİLERi, TEKEL, ÇİMENTO FABRİKALARI, MADENLERİ, ÜLKENİN YER ALTI ve YER ÜSTÜ ZENGİNLİKLERİ neyi var neyi yoksa hepsini, onlarca, yüzlerce dev devlet tesisleri.

Peki BU DEV TESİSLERİ kim yapmış?

AKP 6 yıllık iktidarında mı yapmış?

Yoksa daha Cumhuriyet kurulduğunda yapımına başlanıp, 85 yılda ülke vatandaşlarının emeği, alın teri, birikimi ile mi yapılmış?

Ve kime satılacak?

Kim daha fazla para verirse ama yabancıya satarsak daha iyi olur.

Neden?

Yabancı tekel ve holdinglere satalım ki, yabancı sermaye gelsin, yatırım yapsın, İŞSİZLİK bitsin. Ülke zenginleşsin.

Ama bu işletmeler 1 – 2 yıllık karına gidiyor.

Ne yapalım daha fazla parayı kimse vermiyor? Piyasa ekonomisi.

Yıllardır BABALAR GİBİ satmadılar mı? Bazısını, kendi yandaşları, çocuklarını işe yerleştirdikleri şirketler almadı mı?

Satacak şey kalmayınca okulları, nehirleri, yolları satacaklarını söylemeye başlamadılar mı?

Cumhuriyetin 85 yıllık bu dev tesislerinden satıp aldıkları paraları nerelere harcadılar?

Yetmedi yabancı ülkelerden aldıkları borçları nereye harcadılar.

Yetmedi iç borçlarla aldıkları paraları nereye harcadılar?

Peki İŞSİZLİK, YOKSULLUK azaldı mı? Yoksa arttı mı?

Başbakan, bakanlar, yetkililer, büyük iş adamları; “İHRACAK 130 MİLYAR DOLAR OLDU, ZENGİNLEŞTİK. YILLIK ULUSAL GELİR KİŞİ BAŞINA 10.000 DOLAR OLDU” demiyorlar mı?

Bizde ülkemiz zenginleşti diye seviniyoruz.

Peki doğru mu?

Yani her kişiye , her yurttaşa ULUSAL GELİRDEN yılda 10.000 dolar yani 13.000 YTL, yani 13 milyar TL yani AYDA en az 1.000 YTL yani 1 milyar TL düşüyor öyle mi?

Paraya bak paraya.

Bir aile 5 kişi ise yani ana, baba ve 3 çocuk o ailenin geliri 1.000 * 5 = 5.000 YTL yani 5 milyar TL. Yemede yanında yat.

Tevekkeli başbakan en üç çocuk ama yapabileceğiniz kadar çocuk yapın diyor.

Demek ki 4 çocuk olsa aylık gelir 6.000 YTL,

5 çocuk olsa aylık gelir 7.000 YTL olacak.

Zengin olmuşuz ama haberimiz yok.

Peki “NEREDE BU PARALAR?”

Milyonlarca ailede bir kişi iş bulursa çok şanslı değil mi?

Milyonlarca kişinin evine asgari ücret yani 430 YTL yani 430 milyon TL bile zor girmiyor mu?

Diplomalı, diplomasız milyonlarca genç iş aramıyor mu?

Başbakan 6 milyon aileye kömür yardımı yaptık diyor.

Ankara büyük şehir belediye başkanı yoksullara kömür, yiyecek den sonra şimdi de karpuz dağıtıyormuş.

Demek ki başşehirde bile kilosu 20 – 30 kuruş olan karpuzu almayan binlerce aile var.

YA;

ÜLKEMİZİN ZENGİNLEŞTİĞİ, ULUSAL GELİRİN ARTTIĞI, KİŞİ BAŞINA YILLIK GELİRİN 10.000 YTL OLDUĞU DOĞRU DEĞİL

VEYA;

Türkiye’de toplam varlığı 1 milyon doların üzerinde olan varlıklı kişi sayısı 2006’da 42 bin iken, 2007 yılında 8 bin kişi artarak 50 bini aştığına göre (Radikal – 25.06.2008)

ULUSAL GELİRDEN HER BİRİMİZİN PAYIMIZA DÜŞEN PARAYI BİRİLERİ ÇALIYOR. 25.06.2008

19 Haziran 2008 Perşembe

AYNİ GEMİDE (Mİ) YİZ.

Birçok aydın, yazar, hukukçu ve bilim adamı ülkemizde laikliğin, demokratik cumhuriyetin tehlikede olduğuna inanmıyor. Din devleti kurulması, bazı tarikat liderlerinin koyduğu din kurallarının egemen kılınacağına da inanmıyor.

Bankaların büyük kısmının, bütün sanayi tesislerinin yabancıların eline geçmesini, topraklarımızın yabancılara satılmasını, dış borcumuzun katlanmasını, ekonomik, siyasal her konuda her geçen gün daha fazla dışa bağımlı hale gelmemizi,

İktidarın devletin bütün kadrolarını, bütün demokratik kurumları, meslek odalarını, kooperatif ve sendikaları, üniversiteleri ele geçirmesini, yargıyı etkisiz hale getirmesini istediğine inanmıyor veya bu durumu hiç sakıncalı görmüyor.

Özellikle laikliği tehlikede olduğuna inanmayanların, bu gidişatı tehlike görmeyenlerin Anadolu'da "en azından uzun yıllardan bu yana" yaşamadığını düşünüyorum.

Mahalle baskısını, din kurallarının yaşamda nasıl hayata geçtiğini görmediğini, fısıltı gazeteleri ile, laikliğin dinsizlik olarak anlatıldığını, Atatürk ve kurtuluş savaşı hakkında neler söylendiğini bilmiyorlar.

Bu insanların sadece kendi görüşlerini savunan belli gazeteleri okuyup, belli TV leri seyrettikleri, Kendi güvendiği tarikat, cemaat liderleri ve onların güvendiği kişiler dışında din konusunda Diyanet işleri başkanlığı dahil hiç bir din aliminin söylediklerine inanmadığını veya "küçük şeyler, yaygın değil, toplumun her kesimine mal edilemez" diye küçümsediklerine inanıyorum.

Ama ben ve benim gibi bütün değişimleri birebir yaşayan, gören milyonlarca kişi "demokratik, laik, cumhuriyetin hatta bağımsızlığımın tehlikede olduğuna inanıyor.

Demokrasinin vaz geçilmezi siyasi Partilerin kapatılması doğaldır ki iyi bir şey değil.

Ancak sistem kendini başka nasıl koruyacak?

Millet vekillerini bile kendi seçemiyor?

Bütün siyasi partilerde her şeye liderler karar veriyor.

Parti içi demokrasi yok.

Seçim yasası anti demokratik ve yüksek barajlar var.

Yasama ve yürütme bütünleşmiş. Denetim yapılamıyor. Sınırsız dokunulmazlıklar nedeni ile yolsuzluk ve adaletsizliklerden hesap sorulamıyor.

Peki ne yapılmalı?

Evet, Hep söylendiği gibi bu gün için hepimiz “AYNİ GEMİDEYİZ.”

Ancak eğer gemi batarsa, çok küçük bir azınlık bir telefonla helikopter, yat veya en azından can kurtarıcı bir sandal çağırıp gemi batmadan gemiden kurtulabilirler.

Ancak gemide milyonlarca kişinin can simidi bile bulup gemiden kurtulması mümkün değil.

Yani gemi batarsa; milyonlarca işçi, köylü, memur, küçük esnaf, işsiz, yoksul, iktidara destek veren, yapılanlara sessiz kalan veya iktidardan nefret eden,

Başını örten veya örtmeyen,

Dindar veya değil

Ayrımsız hiç birimizin kurtuluşu yok. Gemi batınca hepimiz boğulacağız.

Bu nedenle biz “ GEMİ BATMASIN VE BU GEMİDE” hepimiz, hangi inanç, düşünce ve siyasi fikirde olursak olalım, kardeşçe, huzur içinde birlikte yaşayalım diyoruz.
19.06.2008

11 Haziran 2008 Çarşamba

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ !

Sivil ne demek?
Sivil denince “ÜNİFORMALI” yani “özellikle asker, polis” olmayan akla geliyor.
Günlük yaşamda ve halk arasında bu doğru kabul edilebilir.
Ancak gerçekte bu tam olarak doğru değildir. Hatta yanlıştır.
Sanayi ve ticaret odaları, bakkallar, berberler, şoförler, mühendisler v.b , meslek odaları, sırf lokal açmak için kurulmuş “kanarya sevenler, avcılar, kümes hayvanları v.b. dernekleri STÖ değildir.
Kızılay, yeşil ay gibi kamu yararı sayılan dernekler STÖ değildir.
Sendikalar STÖ değildir.
Bütün bunların hepsinin üyeleri ve toplum için ekonomik ve demokratik talepleri vardır. Bunları iktidardan isterler. Talepleri gerçekleşmediği taktirde demokratik haklarını kullanarak çeşitli eylem ve gösteriler de yaparlar.
Hatta bu örgütlerin bir çoğu temsil ettikleri kitlenin veya sınıfın haklarını alabilmek için kendilerinin yönetiminde söz ve karar sahibi oldukları bir siyasi partinin iktidar olmasını hedefleyebilirler.
Ama yine bu örgütler STÖ değildir, olamaz.
Çünkü STÖ ve bu örgütlerde yer alan kişiler her zaman yönetenlere muhaliftirler. Hiçbir zaman yöneten olmazlar.
Çünkü yönetenler her zaman yasa ve kurallarla kendilerini sınırlar, ne kadar ilerici ve aydın olurlarsa olsunlar bir yerde değişime karşı dururlar.
Gerektiğinde toplumun sınıf ve katmanları ile uzlaşır bazı şeyleri yapmaz, veya yapılmaması gereken şeyleri yaparlar.
Bu nedenle;
STÖ her zaman ve her yerde TAMAMEN BAĞIMSIZ olmalıdır.
STÖ içinde olanlar tamamen gönüllülük esasına göre çalışırlar.
STÖ üyeleri kendileri hatta kendi ülkeleri için hiçbir çıkar düşünmezler.
Her zaman bütün insanlığı, doğayı, güzel olan her şeyi talep ederler.
Bütün istekleri yerine getiriliyor olsa bile daha güzelini talep etmeyi sürdürürler. Çünkü her zaman daha iyinin yapılabileceğine ve bunun mümkün olduğuna inanırlar.
Bu nedenle;
Her ne kadar DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, ADALET, DOĞA VE ÇEVRE sorunlarına duyarlı olan ve bunun için mücadele eden sendika, dernek, vakıf, meslek odaları varsa da;
Devletten, kamu kurumlarından, yurt dışı veya içi dernek ve vakıflardan, doğayı kirleten veya çevreci iş adamlarından maddi yardımlar alanlar,
Yasa ve yönetmeliklere göre kurulmuş belli işlevi olan bütün örgütlenmeler,
Asla ve asla tam olarak SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ sayılmaz. 27.05.2008

“SİVİL” DEGİL “DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜKÇÜ ANAYASA”

Neden “SİVİL” değil?
Çünkü, bir anayasanın siviller tarafından yapılmış olması tabi ki önemlidir ama ondan daha önemlisi: “DEMOKRATİK, LAİK, HER TÜRLÜ DÜŞÜNCE, FİKİR VE İNANÇLARA, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, ÖZGÜRLÜKÇÜ, EVRENSEL HUKUK KURALLARINA DAYANAN KURALLARI İÇEREN” hükümler taşıması çok daha önemlidir.
Neden, ülkemizde “DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜKÇÜ ANAYASA” yapılamıyor?
Yapılamıyoruz çünkü; Parlamentoda çoğunluğu olan her siyasi parti “DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜKÇÜ ANAYASA” değil, kendi savunduğu siyasi görüşlere uygun bir anayasa yapmak istiyor.
Yapamıyoruz çünkü: Herkes “anayasa, sadece bizim fikirlerimize, düşüncelerimize, inancımıza uygun olsun” istiyor.
Yapamıyoruz çünkü; Yeni anayasa nasıl ve kimler tarafından yapılmalı? Yeni anayasayı yapacak meclis nasıl oluşturulmalı? Yeni Anayasanın özü, yani ortak değerler ne olmalı? Konularında uzlaşamıyoruz.
Bütün bunlarda uzlaşsak bile daha başka sorunlar çıkacak.
Dokunulmazlıklar, kuvvetler ayrılığı yani yasama ve yürütme, yargı ayrımı, nasıl olacak? Çalışanların grevli, toplu sözleşmeli sendikalar hakları nasıl olacak? Tüm çalışanların sosyal güvenceleri, sağlık ve eğitim politikaları nasıl belirlenecek? Üretim ve milli gelirin paylaşımı nasıl olacak? Dış politikamız, ABD, AB ve NATO ile ilişkilerimiz nasıl olacak? ABD nin ORTADOĞU, AVRASYA politikalarına destek mi vereceğiz yoksa karşı mı çıkacağız?
İşte bunun için “DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜKÇÜ ANAYASA” yapamıyoruz.
Mademki hepimiz hem siviller tarafından yapılacak, hem demokratik bir anayasa istiyoruz, öyleyse öz olarak “İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ” benimseyelim.
Beyannamenin son maddesinde “İşbu Beyannamenin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyannamede ilan olunan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.” Demekte. Biz de anayasamızın “değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez” başlangıç hükümleri içine “ANAYASANIN ÖZÜ İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNE DAYALIDIR. ANAYASANIN HİÇBİR HÜKMÜ VE ANAYASAYA DAYANILARAK ÇIKARILACAK HİÇBİR YASA VE HİÇBİR UYGULAMA ANAYASANIN ÖZÜ İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNE AYKIRI OLARAK YORUMLANAMAZ” hükmünü koyalım.
Benim başkanı olduğum sandıkta 1982 anayasasına çıkan 7 “HAYIR” oyundan biri benimdi. O günden bu yana yasakçı, anti demokratik, baskıcı 1982 anayasasına karşıyım. O günden bu yana özgür ve demokratik olarak, toplumun en küçüğünden en büyüğüne bütün kesimlerini, her türlü, düşünce, fikir ve inancın temsilcisinin bulunduğu bir “kurucu meclis” oluşturularak demokratik bir anayasa yapılmasını savundum ve hala savunuyorum. Hatta bu düşüncemi ve önerimi 1997 yılında bir mektupla Bülent ECEVİT’ e ilettim.
Demokratik, özgürlükçü, çalışanlara grevli ve toplu sözleşmeli hakları getiren, sola ve farklı fikirlerin partileşmesine ve halkın gerçek temsilcilerinin parlamentoda yer almasına izin veren siyasi partiler ve seçim yasasının bulunduğu 1961 anayasası için “BU ANAYASA TOPLUMA BOL GELDİ” diyenler, 12 mart asker muhtırası ile solcu ve aydınlar ceza evinde işkence görürken ellerini ovuşturanlar, anayasadaki özgürlükler tırpanlanırken sevinenler mi şimdi özgürlükçü?
Bu günde sayıları az olmayan, askeri yönetimler, emperyalist yabancı sermaye ve onların ülkedeki işbirlikçi temsilcileri ile özgürlüklerin tırpanlanmasına ses çıkarmayan hatta destek veren dönek solcuları örnek gösterip, tüm baskı, eziyet ve zorluklara rağmen demokrasi, insan hakları, fikir, düşünce ve inanç özgürlüğünü bir gram taviz vermeden o zamanda bu günde savunanlara şimdi,
AKP iktidarının;
Devleti ele geçirmesine,
Demokratik, laik düzeni din devletine dönüştürmesine,
AB nin tüm isteklerinin itirazsız yerine getirilmesine,
ABD nin emperyalist politikalarına,
Irak, Afganistan ve Orta doğu politikalarına destek vermesine karşı çıkanlara
“DARBECİ” diyenlerin
Geçmişlerine,
Bu gün kimlerle neden işbirliği yaptığına bakmak zahmetine hiç kimse katlanmıyor.
ACABA NEDEN? 11.06.2008

2 Haziran 2008 Pazartesi

AB BİZDEN İSTEDİLERİ VE İSTEMEDİKLERİ

Avrupa parlamentosu (AP), büyük çoğunlukla Türkiye raporunu 21.05.2008 günü kabul etti.
AP NELER İSTEMEDİ?
1 - Siyasi partiler ve seçim yasasının demokratik hale getirilmesini istemedi.
2 - Böylece milletin vekillerini kendisinin değil liderlerin belirlemesine itirazının olmadığı, bu görüldü.
3 - Seçim yasasının değiştirilerek, demokratik hiçbir ülkede olmadığı kadar yüksek % 10 seçim barajının indirilmesini istemedi.
4 - Yolsuzlukların önlenmesi için, yine demokratik hiçbir ülkede olmayan Başbakan, bakan ve milletvekillerinin sınırsız dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasını istemedi.
5 - Tüm çalışanların sosyal güvence altına alınmasını istemedi.
6 - Tüm çalışanların grevli, toplu sözleşmeli sendikal haklara, iş güvencesine sahip olması için yasal değişiklikler yapılmasını istemedi.
7 - Ceza yasalarında değişiklik yapılarak cezaların adil ve caydırıcı olmasını istemedi.
8 - YOLSUZLUK, YOLSUZLUK VE İŞSİZLİĞİN , gelir dağılımının adaletsizliğinin önlenmesini istemedi.
9 - Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasını istemedi.
10 - Tüm demokratik Anayasalarda ve hukuk devletinde olduğu gibi, yargının, tarafsız olması gerektiğini, siyasetçilerin ve siyasi iktidarların vesayetinden çıkarılmasını, yargıçlar ve savcılar kurulunda Adalet bakanı veya temsilcisinin yer almasının engellenmesini, Hukukun üstünlüğüne saygı duyulmasını, adil ve hızlı karar vermesi gereken yargının önündeki engellerin kaldırılmasını istemedi.
AP NELER İSTEDİ?
1 - AK Partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından endişe duyduklarını, belirtip Anayasa mahkemesinin hukuk devleti ilkeleri, Avrupa standartları ve Venedik Komisyonunun, siyasal partilerin kapatılmasıyla ilgili ölçütlerine uygun karar alınsın,
2 - ERGENEKON soruşturmasının kararlılıkla sürdürülsün, örgütün devlet organlarındaki tüm bağlantılarının ortaya çıkarılsın, örgütle ilişkisi olanların yargıya teslim edilsin,
3 - Vakıflar Yasasının çıktı memnunuz, azınlıklarca mülklerin yönetimi, satın alınması ve üçüncü kişilere satılmış olanlar dahil geri alınması, dinsel özgürlüklerle ilgili tüm yükümlülükler yerine getirilsin, HEYBELİADA RUHBAN OKULUNUN yeniden açılsın ve “EKÜMENİK PATRİK” unvanının kullanımına izin verilsin,
4 - Kıbrıs sorununa BM gözetiminde kapsamlı çözüm bulunsun, Kıbrıs da bulunan Türk askerlerinin çekilirse çözüm müzakerelerini kolaylaşır,
5 - Türkiye’nin, ekonomik ambargoyu sona erdirsin, Ermenistan ile sınır kapısını yeniden açsın,
6 - Fransız parlamenterlerin girişimiyle, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını gündeme getiren değişiklik önergeleri ise genel kurulda oylanma kararı alındı,
7 - Türkiye’nin AB - NATO stratejik işbirliği anlaşmasının uygulanmasını engellemesinden üzüntü duyuluyor,
8 - DTP milletvekillerinden ve belediye başkanlarından terör örgütüyle aralarına açık bir sınır koysun, LEYLA ZANA ile birlikte DTP üyesi 53 belediye başkanı görüşlerini açıkladıkları için dava açılması yanlış,
9 - Demokratik yollarla seçilmiş siyasal liderlik, iç ve dış politikayla güvenlik konularının biçimlenmesinde tam sorumluluk üstlenmeli, ordunun demokratik sorumluluğa saygı göstermesi güvence altına alınsın, TBMM'nin askeri ve savunma politikasında bu kapsamdaki tüm harcamalarda tam denetim yetkisinin tesis edilmesi için hükümetin yeni sistematik çabalar göstersin,
9 - Kadına yönelik şiddetle mücadelede Türkiye'nin ilerleme sağladığı, eşit muameleyle kadınların eğitim alabilsin, ekonomik açıdan güçlendirilsin,
10 - Hükümet, reformları sürdürürken, demokratik ve laik bir Türkiye’de çoğulculuk ve farklılıklara saygı göstersin, ülkenin çağdaşlaşması için hükümet ve tüm siyasal partiler, önemli adımlarda yapıcı bir uzlaşmaya gitsin,
11 - Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının, geniş anlamda sivil toplumun görüşlerini temel alınarak, geniş çaplı bir reform paketi içinde kaldırılsın, halkın bir bölümünde endişe ve düş kırıklığı yaratmasın,
12 - Türkiye’de 1 Mayıs gösterilerinde çıkan olaylarda polisin fazla güç kullandığı haberlerinden AP endişe duydu,
13 - Türk Ceza Yasasının 301. maddesindeki değişikliğin yeterli değil, bu madde ile diğer kısıtlayıcı maddelerin tamamen kaldırılması gerekir. Demiş. 21.05.2008