27 Ocak 2008 Pazar

ÖNCE EKMEKLER KÜÇÜLDÜ

Toplumu aydınlatmak, doğruları söylemek, sorunlarını dile getirmek basının, sanatçıların, aydınların görevi.

Eskiden aydın, sanatçı, gazeteci, yazar, tiyatrocu, sendikacılar şimdiki gibi varlıklı değillerdi. İletişim ve ulaşım araçları bu kadar gelişmemişti. Mesleklerini lüks bürolarda, salonlarda veya evlerde değil zor koşullar altında yürütüyorlardı. Hemen her zaman halkın arasındaydılar.

Eskiden sendikacıların yaşantıları işçilerden pek farklı değildi. Onlarda gecekondularda oturur, geçim sıkıntısı çekerdi. Lüks makam araçları yoktu. Sendikacılar ve işçiler haklarını savunmak için omuz omuza mücadele ederlerdi. Eleştirdikleri siyasi parti liderleri gibi ölünceye kadar başta kalmazlar, rakiplerini harcamak akıllarından bile geçmezdi. İş yeri temsilcilerinden başlayarak tümü emekçi idi.

Şimdiki sendikacılar acaba kaç yıldır yönetici? Binlerce metre derinlikteki madende, atölyede, inşaatta kaç yıldır çalışmamış, kazma kürek sallamamış? Böyle bir sendika yöneticisi işçilerin halinden anlar mı? Acaba işçiler bırakın sendika başkanını, şube başkanını istediği zaman görebiliyorlar mı? Sendika yöneticileri nasıl büyük mal varlıklarına sahip olabiliyorlar?


Eskiden tiyatro, sinema sanatçıları zar zor geçinirlerdi. Bütün kazandıklarını mesleklerini devam ettirmek için harcarlardı. "BU MESLEK FEDAKARLIK İSTER" derlerdi. Oyunlarını sahneleyecek salon bulamazlardı. Anadolu turnelerine çok düşük ücretlerle giderlerdi. Aydın ve sanatçı olarak amaçları para kazanmaktan çok halkı aydınlatmaktı. Şimdi ise bir çoğu varlıklı. TV filmlerin de, reklamlarda oynayarak büyük paralar kazanıyorlar. Kimse onların yoksul kalmasını istemiyor ama, şimdi toplum yararına bile olsa gelmek için milyarlar istiyorlar. Halkı aydınlatacaklarına, doğruları söyleyeceklerine, kültür aşılayacaklarına, oynadıkları dizilerde, filmlerde sokak ağzı ile konuşuyorlar. "NE YAPALIM HALK ÖYLE KONUŞUYOR" diye de kendilerini savunuyorlar. Dizilerin, filmlerin bir çoğunda dar gelirli halkın yaşantısı değil varlıklı, kazançlarının nereden geldiği belli olmayan insanların yaşantısına yer veriyorlar.

Gazete merkezleri yüksek gökdelenlerde değil, mürekkep kokan matbaalardaydı. Haberi internet, telefon veya faksla değil bizzat mahalline giderek orada yapardı. Röportajlarını birebir insanlarla konuşarak yapardı. Mete AKYOL ve Fikret OTYAM' ın bu husus da kimse eline su dökemezdi. Bu ayni şeyi ilerleyen teknoloji ile Tayfun TALİPOĞLU yapmakta. Öyle iken TV lar onun programlarına hep gecenin geç saatlerinde yer veriyorlar.

Gazeteci artık sadece liderlerin seçim gezilerinde halkın arasına giriyor. Diğer zamanlarda devamlı masalarının başında, internet, faks veya telefonla önlerinde. Başarılı gazeteci parti lideri, bakan veya üst yönetici ile röportaj yapınca olunuyor.

Eskiden her gazetenin sahibi ayrı idi. Şimdi ise 8 - 10 gazete ayni kişinin veya gurubun. Gazete sahipleri ayni zamanda TV ları kontrol ediyor. Eskiden gazetecilik meslekti. Şimdi ise hepsi esasında iş adamı. Gazete ve TV larını özellikle Devlet işlerini alabilmek için kullanıyorlar. Şimdi MEDYA PATRONLARI olarak anılıyorlar. Çıkar savaşı için durmadan birbirlerinin yolsuzluk veya usulsüzlüklerini yayınlıyorlar.

Gazete ve TV lar da yönetim kademesinde olan, program yapanlarda çok yüksek ücretle çalışıyorlar. Halkın arasına girmiyorlar. Stüdyolarda, salonlarda yaptıkları programlara kendi seçtikleri kişileri çağırıp "HALKIN NABZINI TUTUYORUZ, HALKIN KÜRSÜSÜ veya MECLİSİ" diyorlar. Üstelik bu programlara çağırılan halktan kişilere 4 --5 saatlik süre içerisinde 1 - 2 defa belki 1-2 dakika konuşma hakkı veriliyor. Yine her zaman olduğu gibi hep başkaları konuşuyor.

Oktay AKBAL' ın ismini hiç unutmadığım bir romanı var. "ÖNCE EKMEKLER BOZULDU" Bu duruma gelmemizin en büyük nedeni AYDINLARIN, SANATÇILARIN halktan uzaklaşmasıdır.

Devamlı siyasetçileri suçluyoruz ama, bize doğruları söyleyecek, gösterecek, hakkımızı savunacak kişiler bunu yapmazsa doğaldır ki o toplumda bozulma olacaktır.

Ancak özellikle ekonomik bakımdan o kadar dibe vurduk ki toplum artık sorgulamaya başladı. Eğer yöneticiler yolsuzlukların, suistimallerin hesabını sormazsa vatandaş bu durumdan sorumlu olan, aydın, sanatçı, sendikacı, siyasetçi, meslek odası yöneticisi herkesten hesap soracak.

1950 yılında DP iktidar olduğunda CELAL BAYAR "DEVRİ SABIK YARATMIYACAĞIZ" yani bizden önce yapılanların hesabını sormayacağız demiş. O günden bu güne hep "HESABINI SORACAĞIZ dendiği halde hiç hesap soran olmadı.

Acaba "yarın bizden de hesap sorarlar" diye mı bu güne kimseden hesap sorulmadı?

Ancak bir mali miladda gerekli. Artık bir tarih den itibaren birileri ülkeyi bu duruma getirenlerden hesap sormalı.

Sormalı ki bundan sonrakiler de "BENDEN DE HESAP SORARLAR DİYE KORKSUN, YOLSUZLUK VE SUİSTİMAL YAPAMASIN. (2003)

Hiç yorum yok: