25 Şubat 2008 Pazartesi

SEVİNELİM Mİ? ÜZÜLELİM Mİ?

Başbakan “bu yıl 8 milyon aileye 6 milyon ton kömür dağıttık” diyor. 8 milyon aile, bir aile 2 kişi olsa 16 milyon, 3 kişi olsa 24, 4 kişi olsa 32 milyon, ülke nüfusunun nerede ise yarısı, yardıma muhtaç, işsiz, yoksul, aç ve kışın kömür dahi alamayan insan demek. Ülkemizde bu kadar yoksul var diye üzülmemiz gerekmez mi? 5 yıldır iktidarda olan AKP iktidarı esas görevi “işsize iş bulmak, yoksulluğu önlemek, sosyal adaletini sağlamak” iken bunu yapmamış, işsiz, aç ve yoksul sayısı azalacağına artmış, 8 milyon aileye 6 milyon kömür yani SADAKA dağıttım diye gurur duyuyor.

Üstelik bunu bizlerden alınan, bize fabrika, yol, okul, hastane ve hizmet olarak geri dönmesi gereken vergilerle yapıyor ama konuşurken sanki kendi cebinden yapıyormuş gibi söylüyor. Hem de halka “Benim vatandaşım valime gelip kömür istemeyecek. Valim muhtarlar vasıtası ile (Bergama’da mahalle anneleri yapıyor bu işi) yoksulları tespit edecek, kamyona kömürleri yükleyecek, valimde kamyonun şoför mahalline binip kömürü kendi dağıtacak. O zaman Türkiye ne olur biliyor musun? Türkiye uçar, uçar” diyor. Peki nereye uçar? Tabi bunu yaptığı için halkın seçimlerde oyunu partisine vereceğine inanıyor. Bir ülkede 68 milyon insanın 32 milyonu işsiz, yoksul, evsiz, yardıma muhtaçsa, kışın kömür dahi alamayacak kadar yoksulsa sevinmenin gerekçesini bir türlü anlayamam. Böylece Valinin görevleri arasında Kömür dağıtmak olduğunu da öğrenmiş olduk.

Ama sayın başbakan bunu hep yapmıyor mu? “Benim bakanım, benim valim, benim genel kurmay başkanım, benim emniyet müdürüm, benim kaymakamım, hep benim, benim” diye konuşmuyor mu? Böyle derken “en küçüğünden en büyüğüne bütün devlet kadrolarının amiriyim” demek mi istiyor? Demokratik bir cumhuriyette böyle bir konuşma, böyle bir düşünce olabilir mi? Ama “kimin milletvekili, bakan hatta belediye başkanı olacağına, bakanların çalışacağı üst bürokratik kadrolara kimi atayacağına, hangi yasaların çıkarılacağına, hatta ve hatta uzmanlar dururken memura, işçiye, elektriğe, yağa, tuza v.b ne kadar zam yapılacağına, hemen her şeyde son kararın verilmesinde son söz lider – başbakanda olur, buna partisinden hiç kimse itiraz etmez ve doğru yanlış her konuştuğunda, her yaptığında onu alkışlarsa böyle de konuşur, devletin bir büyükelçisini yabancı ülkede herkesin içinde azarlar. Devletin valisine “BİN KAMYONA KÖMÜR DAĞIT” da der ve parti gurubunda ayakta dakikalarca alkışlanır.

Ama bu durumda “demokratik, laik bir sosyal hukuk devletinden” söz edilebilir mi? Ona da bilenler yanıt versin. 20.01.2008

AKP NE ZAMAN GİDER?

AKP iktidarı devletin bütün kilit noktalarında kadrolaşıyor. Sadece bürokratik kadrolarda değil kendisine muhalefet yapabilecek bütün demokratik örgütlerinin yönetimlerine de kendi yandaşlarını getiriyor. Örnek mi; ilk akla gelenler FİSKO BİRLİK, TÜRK İŞ.

Türk İş yeni yönetimi asgari ücrete 16 YTL zammın altına imza atmadı mı? Bütün Meslek odalarını ele geçirmek için yasa değişikliği yapmadı mı? Kendi yandaşı medya yaratıp, muhalefet yapanlara baskı uygulamıyor mu? Kendine muhalefet yapan sivil toplum örgütlerini devlet olanakları ile baskı altına almaya çalışmıyor mu?

Başarabilir mi? Başardığı anlaşılıyor. Ama nereye kadar?

Nasıl ki diğer partiler, işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa çare bulamadı, AKP ye oy verirseniz "ŞERİAT GELECEK, LAİK CUMHURİYET TEHLİKEDE, BUNLAR ATATÜRK DÜŞMANI" dedikleri halde halk onlara hatta ATATÜRKÜN PARTİSİ dendiği halde CHP ye değil AKP ye oy verdi ise, AKP de işsizliği yoksulluğu ve yolsuzluğu çözemeyeceği anlaşılınca gidecektir.

Ne yazık ki şu anda AKP dışındaki bütün partiler rüzgarda savruluyor. Ne yaptıkları ne de yapacakları belli değil. Halka inandırıcı bir vaadleri de yok. Sadece AKP iktidarının her yaptığını kötülemek. Peki sen olsan ne yapardın? Sor yanıt yok. Partiler AKP anayasasına karşı ama hiçbirinin taslağı yok.

CHP ve MHP, DP ve sol, sosyalist muhalefet güçlenir yeni alternatif politikalar üretir yeniden halk ile bütünleşirse AKP nin gidişi de daha çabuk olacaktır. Bütün temenni gidişin demokratik yollardan olmasıdır.

HATAYI DÜZELT.

Bir ressamın kalfası yıllarca ustasından ders aldıktan sonra “usta bana artık ustalık belgemi ver” demiş.

Ustası bir resim yapmasını, şehir meydanına asmasını, “hatalı olan yeri işaretleyin” diye bir not bırakıp bir hafta sonra resmi kendisine getirmesini ister. Kalfa deneni yapar. Bir hafta sonra remin yanına gittiğinde işaretlenmeyen yerinin kalmadığını görür ve morali bozuk olarak resmi ustasına götürür.

Ustası resme bakmaz bile. Şimdi yeni bir resim yap. Ayni yere as. Bu kez “hatalı olan yeri düzeltin” diye bir not bırak demiş. Kalfa denileni yapmış. Bir hafta sonra resmin yanına gittiğinde bir tek bile çizik olmadığını görünce sevinerek resmi alıp ustasına gitmiş.

Ustası sana son dersim; “HERKES ANLASA DA, ANLAMASA DA HER ŞYEDE HATA BULUR. AMA BULDUĞUN HATAYI DÜZELT DEYİNCE BİLGİSİZ OLDUĞU İÇİN DÜZELTEMEZ” demiş. 15.02.2008

Hiç yorum yok: