2 Ekim 2009 Cuma

BERGAMA’NIN İŞGALİ

BERGAMA’NIN İŞGALİ

SEVR anlaşması imzalanıp, ülkemiz “İNGİLİZ, FRANSIZ, İTALYAN ve YUNANLI” arasında paylaştırılınca, Yunan askeri İzmir’i işgal etti.

Bir süre sonra Yunan işgal kuvvetleri İzmir’den Bergama’ya doğru ilçe ve köyleri işgal etmek için yürümeye başladı.

Padişah ve onun hükümeti “işgal kuvvetlerine, Yunan ordusuna direnmeyin, askerler silahlarını teslim etsin” demiş olsa da bazen siviller, bazen serbest kalan subaylar belli bölgelerde işgaline karşı direniş kuvvetleri oluşturuyordu.

Bergama’ya da bir subay geliyor. Bergama’nın eşrafı “sözü geçen kişiler” ile görüşüyor ve ikna ediyor. “İŞGALE KARŞI DİRENİLECEK.”

Bunun üzerine gençlerden bir direniş gurubu oluşturuluyor.

Bergama’nın girişinde “EĞRİGÖL TEPESİNDE” mevzileşerek, Yunan askerinin işgale karşı konulacak.

Gözcüler işgalci yunan askerlerinin yaklaştığını bildirince, subay komutasında EĞRİGÖL tepesinde geceden mevzi alınıyor.

Ancak Bergama’da zenginlerden bazı kişiler (ülkemizde bir çok yerde olduğu gibi) padişahımız “direnmeyin” dedi diye buna karşı çıkanlarla, “Yunan ordusu güçlü, arkalarında İngiliz devleti var. Biz onlarla baş edemeyiz. Şimdi direnip durdursak bile daha güçlü gelirler ve hepimiz cezalandırıp, malımızı mülkümüzü elimizden alırlar” diye diren ilmesine karşı çıkıyorlar.

Gece gizlice EĞRİGÖL tepesine giderek orada bulunan Bergama’ lı gençleri ikna ederek direnişten vaz geçiriyorlar. Bununla da kalmıyorlar subayı tutuklatıp, hapsediyorlar.

Ertesi gün de Yunan işgal kuvvetlerini Bergama’nın girişinde karşılayıp onlara hoş deldiniz diyorlar. Subayı da onlara teslim ediyorlar.

Böylece Bergama hiçbir direniş olmadan işgal ediliyor.

Yunan ordusu tarafından esir alınan o subay bir süre sonra hapisten kaçıyor. Tekrar kurtuluş ordusuna katılıyor ve kahramanca kurtuluş savaşı boyunca savaşıyor.

9 eylül 1922 de işgalci Yunan ordusu İzmir’de denize döküldü ve İzmir işgalden kurtarıldı.

Ancak Bergama, Manisa tarafından gelen ordumuz tarafından işgalden kurtarıldı. 13 eylülde Soma, 14 eylül 1922 de, de Kınık ve Bergama işgalden kurtuldu.

Bu gibi durumlar bütün ülkelerde olmuştur, olur ve halen olmaktadır.

Bazı kişiler şahsi çıkarlarını ve canlarını korumak için düşmanla bile anlaşabilir.

Atatürk bağımsızlık mücadelesine başladığında “biz 7 düvelle baş edemeyiz” demediler mi?

Bazıları İngiliz, bazıları ABD mandası “SÖMÜRGESİ” olalım demediler mi?

Ama ATATÜRK hiçbir manda ve himayeyi kabul etmedi, Anadolu’da halkını işgale karşı direnişe ikna etti, düzeni bir ordu kurdu, yoktan var etti, bütün halkı “BAĞIMSIZLIK” konusunda bir araya getirdi ve düşmanı ülkemizden kovaladı.

Ne İngiliz, ne Fransız, ne İtalyan ve nede ABD bizimle baş edemedi.

Savaş alanlarında kazandığımız özgürlük savaşını masa başında almak istediler ama yine ATATÜRK ve İSMET İNÖNÜ buna izin vermediler.

Ve Atatürk ülkeyi “hiçbir şahsi çıkar hesabı olmayan ve can korkusu duymayan” gençliğe emanet etti. Bunun içinde gençliğe bir hitabe yayınladı.

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Atatürk cumhurbaşkanıdır. Tek partili dönem yani kendi kurduğu, başbakan ve bakanlarını kendisinin atadığı CHP iktidarda.

Şubat 1933'te Bursa Ulu cami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır.

Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırasında bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur:

"Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü..."

Atatürk farkındadır ki, Türkiye’nin “ÇAĞDAŞ ÜLKELER” seviyesine gelmesi, kalkınıp zenginleşmesi, aydınlık refah devleti olması için yapılan devrimleri anlamayan, kendi çıkarlarının ülke çıkarlarından üstün tutanlar bu günde vardır, yarında olacaktır.

Türkiye’nin geriye gitmemesi için uyanık olmak, kazanımlara sahip çıkmak gerekir.

Atatürk şikayet eden olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar:

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük yada en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği! Der.

Atatürk haklı mı?

Haksız mı?

Sizce bu sözler bu gün içinde geçerli mi? 12.09.2009

1 yorum:

cemkal dedi ki...

Sayın İbrahim Bayrak,

yazınız da söz ettiğiniz Türk Subay, Yüzbaşı Cemal olup, dedemdir. Kendisi kılıç Ali'nin emrine aykırı olarak birliğiyle mücadelesini sürdürmüş ve Bergama' yı işgalden kurtarmıştır.
Ancak emre muhalefetten istiklal mahkemesinde yargılanmış, fakat ceza almamıştır.

sizin elinizde benzeri bilgiler varsa görmekten çok memnun olurum.
saygılarımla
Dr. Cemal Kaldırımcı
0.532.4549077
İzmir