2 Ekim 2009 Cuma

DOSTLAR, ARKADAŞLAR

DOSTLAR, ARKADAŞLAR

Bundan 40 – 50 yıl önce, Türkiye nüfusu bu kadar çok değildi.

Şehirler bu kadar büyük ve kalabalık değildi.

Bergama, kale mahallesinden eski İzmir garajına kadardı.

İnsanlar mahallelerinde, işyerlerinde, çarşıda, kahvehanede, parkta birbirini bir gün görmese ertesi gün muhakkak görürdü.

Eğer göremez ise “sorar soruşturur, sağ, esen” olduğunu öğrenirdi.

Dostlar, arkadaşlar, haftada en az bir kez ailecek birbirlerine gider gelirdi.

O zaman telefon, araba yoktu.

Buna rağmen kış demeden, yaz demeden küçük çocuğunu kucağına, omzuna alır demircilerden, şadırvanda aile ziyaretine giderdi.

Ailecek parkta buluşur çay, meşrubat içip sohbet ederlerdi.

Birinin derdi, sorunu varsa söylemesine gerek yok, arkadaşı anlar hemen ne gerekiyorsa “para, pul, angarya” yapardı.

Hasta olunca, çocuğu olunca, bir yakını ölünce, dara düşünce dostlar arkadaşlar yanındaydı.

Hasta olan, çocuğu olan, bir yakını ölen, dara düşen dostlarının arkadaşlarının yardımından hiç gocunmazdı.

Bilirdi ki onlardan birinin başına da ayni şey gelse o da aynisini yapardı.

Ama şimdi öyle mi?

Evet, Bergama ve kentler büyüdü. Bergama’da yerleşim ılıcaya kadar uzandı.

İnsanlar birbirini görmüyor, birbirinden haber almıyor.

Bu gün sabit veya cep telefonlarımız, e-maillerimiz, arabalarımız var.

Ama telefonun tuşlarına dokunup, okey oynamaya gitmek için bindiğimiz araba ile evine uğrayıp günlerce, haftalarca hatta aylaca görüp haber alamadığımız arkadaşımıza, dostumuza “seni uzun süredir göremedim, nasılsın?” diyor muyuz?

Bunu neden yapamıyoruz?

Bizi bizlikten çıkardılar.

Bizi bencil yaptılar.

“Köşeyi dön de nasıl dönersen dön” deyip köşe dönmeciliğe alıştırdılar.

“Kendinden başka kimseyi düşünme” dediler.

“Düşeni kaldırmaya uğraşma, bir tekmede sen vur” dediler.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, elalemden sana ne?” dediler.

Her birimiz bir tarafa savrulduk.

Geçim derdi, çoluk, çocuk, okul bitince çocuklara iş derdi birbirimizden parçalandık

Büyük şehirlerde apartmanlarda ayni katta kapıları bitişik evlerde oturanlar birbirini tanıyamaz duruma geldi.

İlçemizde, kasabamızda da olsak her birimiz kendi derdimizin peşine düştük.

Acımasız bir düzende kendi derdimizle uğraşmaktan arkadaşımızı, dostumuzu arayıp soramaz olduk.

Bir gün duyduk ki;

Mahalle arkadaşımız, okul arkadaşımız, askerlik arkadaşımız, iş arkadaşımız hastalanmış, günlerce, aylarca hasta yatmış ve ölmüş.

Ne hastalığından ne de ölümünden haberimiz bile olmamış.

Bütün bunun nedeni acımasız “kapitalist sistem.”

Bu sistemde;

Hak, hukuk tanımayacaksın.

Yaşayabilmek için kimseye acımayacaksın.

Kendinden başkasını düşünmeyeceksin.

Kendini kurtarmak, zengin olmak için ne yaparsan mubah.

Kardeş, arkadaş, dost hiç önemli değil.

Bu sistem devam ettiği müddetçe insanlıktan da çıkacağız.

Kalp, vicdan, insanlıktan bir haber olacağız.

Yok, bu duygulara bağlı kalırsak yok olacağız.

Silahlar ne için yapılıyor?

Kendilerini korumak için mi?

Güldürmeyin beni.

Peki, ne yapalım?

KİMSENİN DİN, DİL VE KÖKENİ NEDİR DİYE BAKMADAN HERKESİN EŞİT OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ, ADİL DEMOKRATİK, EVRENSEL HUKUKUN EGEMEN OLDUĞU, SOSYAL BİR HUKUK DEVLET İÇİN NE GEREKİYORSA YAPMAYA NE DERSİNİZ? 25.09.2009

Hiç yorum yok: