2 Ekim 2009 Cuma

BİZİM ÇOCUKLARIMIZ

BİZİM ÇOCUKLARIMIZ
50 yaşın üzerindeki bizlerin anne ve babalarının çoğu cahil veya en fazla ilkokul mezunuydu.
O yıllarda Ortaokul, özellikle lise mezunu parmakla gösterilirdi. Memurların bile çok azı lise mezunuydu.
Anne ve babalarımız bizi canlarından çok sevdiklerini bilirdik. Okumamızı isterlerdi. Meslek öğrenmemizi isterlerdi.
Fakat yazın tarlada, babamızın işyeri varsa onun yanında veya bir esnafın yanında çırak olarak çalışırdık çoğumuz.
Çalışmayanlar ailesinin durumu çok iyi olanlarla bazı memur çocuklarıydı. O zamanlar memurların durumu şimdikinden kat be kat iyiydi.
Okul zamanı geldiğinde de okula giderdik.
Babamızdan, annemizden, öğretmenlerimiz ve ustalarımızdan dayak yerdiğimiz olurdu.
Ama bu dayaklar acımasızca, dövülmeler değildi.
Gerçi enderde olsa acımasız öğretmen ve ustalar olurdu.
Babamızdan, annemizden, aile büyüklerinden, ustamızdan, öğretmenlerimizden korkar ama onlara saygıda kusur etmezdik.
Onların yanında konuşamazdık.
Babamızın gelirini bilir almaya gücünün yetmeyeceği bir şey isteyemezdik.
Onlar alırsa giyer, ne alırsa yerdik.
Zorunlu olarak bir istediğimiz olursa annemize söylerdik.
Öğretmenlerimizden, ustamızdan en küçük bir şikâyet ve sızlanmamızda “kim bilir ne yaramazlık yapmışındır” derlerdi.
Ama bizler çocuklarımız çok el üstünde tuttuk, tutuyoruz.
Her istediklerini yaptık.
Onlar üzülmesin, yorulmasın, memnun olsun diye elimizden gelen her çabayı gösterdik.
Bulduk, buluşturduk arkadaşlarından eksiği kalmasın istediklerini dedik.
Onlardan bir şey istemedik, hiç bir iş yaptırmadık.
Arkadaşları ile gezip tozmalarına karışmadık, harçlıksız bırakmadık.
Bizden daha iyi sigaraları içtiler, pahalı diye bizim hiç girmediğimiz, girmeye cesaret edemediğimiz Cafe, bar veya diskoya gittiler.
Yazın biz işyerinde, tarlada çalışırken onlar arkadaşları ile kamplara gittiler.
Markalı giydiler.
Biz, onlar okuyor diye gurur duyduk.
Ama bir çoğumuz yine de yaranamadık.
Hep daha fazlasını istediler.
Bazı istediklerini almaya gücümüz yetmeyince bize kızdılar.
Bizi suçladılar. “Para yok” deyince “bul” dediler.
Hatta bize isyankâr oldular.
Ama “İŞSİZLİK, YOKSULLUK, YOLSUZLUK, ADALETSİZLİK ve GELİR DAĞILIMINDAKİ ADALETSİZLİK” neden oluyor? Diye düşünmediler, duyarsız ve sesiz kaldılar.
Bu ülkede sanki yoklar.
Diploma aldığında da “neden iş bulmadım?” diye sormuyorlar.
İş bulamayınca suçu yine babalarında arıyorlar.
Bekir COŞKUN diyor ki;
Ülkemizde,
Üniversiteli ilgisiz. Ülkedeki sorunları umursamıyor bile. Siyasi partilerle ilgilenmiyor, sağdan soldan bihaber. Seçimlerde oy vermiyor, vermeyi de düşünmüyor.
Ülke, dünya, çevre sorunları hakkında hiçbir fikri yok. Çoğu işsiz, harçlığını bile babası veriyor.
İş bulup çalışanların da çoğu sigortasız.
Şanslı veya torpilli olanlar asgari ücretle ve sigortalı çalışsa da sendika, iş güvencesi yok.
Ama cep telefonu hem de kameralısı var. Babası en ucuz sigarayı içerken, o sigaranın en iyisini, en pahalı olanını içiyor.
Markalı giyinip kızlı erkekli park, pastane, disko artık neresi olursa gidiyor, eğleniyor.
Kitap, gazete okumak, TV, radyoda haber dinlemek yok. Hayat pahalılığı, enflasyon, sosyal güvenlik onlar için bir şey ifade etmiyor.
Haksız mı?
BABA
Evimizin direği
Altın gibi yüreği
Eşek gibi çalışır
Sanki sağmal ineği.
Ona biz BABA deriz
O getirir, biz yeriz
Bulamayız dünyada
Onun gibi bir keriz.
Varlık, yokluk bilmeyiz
Sıramızı vermeyiz
Siparişler gelmezse
Babamızı sevmeyiz.
Hasta oldum diyemez
Biz doymadan yiyemez
Ne mankafa varlıktır
Yeni bir şey giyemez.
Etrafını sararız
Köpek gibi dalarız
Dediklerimiz olmazsa
Anamızı salarız.
YOKSA SUÇLU ÇOCUKLARIMIZDA DEĞİLDE BİZ MİYİZ? 26.09.2009

ABD DE HAUSTON KENTİNDE HER EVE POLİS TARAFINDAN DAĞITILAN ŞU BİLDİRİYE BAKTIĞIMIZDA BİRAZ DAHA GERÇEKÇİ OLABİLİRİZ.
— DAHA KÜÇÜKKEN ÇOCUĞA İSTEDİĞİ HER ŞEYİ VERMEĞE BAŞLAYIN, BU ŞEKİLDE O, HERKESİN ONUN GEÇİMİNİ SAĞLAMAK ZORUNDA OLDUĞUNA İNANACAKTIR.
— KÖTÜ SÖZLER SÖYLEDİĞİ ZAMAN GÜLÜNKİ, BÖYLECE O KENDİSİNİN AKILLI OLDUĞUNA İNANACAKTIR.
— ONA DÜŞÜNMEYİ VE BEYNİNİ KULLANMAYI HİÇ ÖĞRETMEYİN. 21 YAŞINA GELİNCE KENDİ KARARLARINI KENDİSİ VERSİN DİYE BEKLEYİN.
— YERDE BIRAKTIĞI HER ŞEYİ KALDIRIN. KİTAPLARINI, AYAKKABILARINI, KIYAFETLERİNİ, ONUN İÇİN HER ŞEYİ SİZ YAPIN Kİ, O BÜTÜN SORUMLULUKLARINI BAŞKALARINA YÜKLEMEĞE ALIŞSIN.
— ONA İSTEDİĞİ KADAR HARÇLIK VERİN Kİ, HİÇBİR ZAMAN KENDİ PARASINI KAZANMANIN NE OLDUĞUNU ÖĞRENEMESİN.
— YİYECEK, GİYECEK KONFORLA İLGİLİ BÜTÜN ARZULARINI YERİNE GETİRİN Kİ, İSTEDİKLERİNE ULAŞMAK İÇİN ÇALIŞMAK GEREKTİĞİNİ ÖĞRENMESİN.
— BÜTÜN BUNLARI VE BENZERLERİNİ YAPARAK YETİŞTİRDİĞİNİZ ÇOCUĞUNUZDAN BİR GÜN ÖZÜR DİLEYİN.
— AMA ONU FELAKET DOLU BİR HAYATA HAZIRLADIĞINIZ İÇİN KENDİNİZE DE TEŞEKKÜR ETMEYİ UNUTMAYIN.

DOSTLAR, ARKADAŞLAR

DOSTLAR, ARKADAŞLAR

Bundan 40 – 50 yıl önce, Türkiye nüfusu bu kadar çok değildi.

Şehirler bu kadar büyük ve kalabalık değildi.

Bergama, kale mahallesinden eski İzmir garajına kadardı.

İnsanlar mahallelerinde, işyerlerinde, çarşıda, kahvehanede, parkta birbirini bir gün görmese ertesi gün muhakkak görürdü.

Eğer göremez ise “sorar soruşturur, sağ, esen” olduğunu öğrenirdi.

Dostlar, arkadaşlar, haftada en az bir kez ailecek birbirlerine gider gelirdi.

O zaman telefon, araba yoktu.

Buna rağmen kış demeden, yaz demeden küçük çocuğunu kucağına, omzuna alır demircilerden, şadırvanda aile ziyaretine giderdi.

Ailecek parkta buluşur çay, meşrubat içip sohbet ederlerdi.

Birinin derdi, sorunu varsa söylemesine gerek yok, arkadaşı anlar hemen ne gerekiyorsa “para, pul, angarya” yapardı.

Hasta olunca, çocuğu olunca, bir yakını ölünce, dara düşünce dostlar arkadaşlar yanındaydı.

Hasta olan, çocuğu olan, bir yakını ölen, dara düşen dostlarının arkadaşlarının yardımından hiç gocunmazdı.

Bilirdi ki onlardan birinin başına da ayni şey gelse o da aynisini yapardı.

Ama şimdi öyle mi?

Evet, Bergama ve kentler büyüdü. Bergama’da yerleşim ılıcaya kadar uzandı.

İnsanlar birbirini görmüyor, birbirinden haber almıyor.

Bu gün sabit veya cep telefonlarımız, e-maillerimiz, arabalarımız var.

Ama telefonun tuşlarına dokunup, okey oynamaya gitmek için bindiğimiz araba ile evine uğrayıp günlerce, haftalarca hatta aylaca görüp haber alamadığımız arkadaşımıza, dostumuza “seni uzun süredir göremedim, nasılsın?” diyor muyuz?

Bunu neden yapamıyoruz?

Bizi bizlikten çıkardılar.

Bizi bencil yaptılar.

“Köşeyi dön de nasıl dönersen dön” deyip köşe dönmeciliğe alıştırdılar.

“Kendinden başka kimseyi düşünme” dediler.

“Düşeni kaldırmaya uğraşma, bir tekmede sen vur” dediler.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, elalemden sana ne?” dediler.

Her birimiz bir tarafa savrulduk.

Geçim derdi, çoluk, çocuk, okul bitince çocuklara iş derdi birbirimizden parçalandık

Büyük şehirlerde apartmanlarda ayni katta kapıları bitişik evlerde oturanlar birbirini tanıyamaz duruma geldi.

İlçemizde, kasabamızda da olsak her birimiz kendi derdimizin peşine düştük.

Acımasız bir düzende kendi derdimizle uğraşmaktan arkadaşımızı, dostumuzu arayıp soramaz olduk.

Bir gün duyduk ki;

Mahalle arkadaşımız, okul arkadaşımız, askerlik arkadaşımız, iş arkadaşımız hastalanmış, günlerce, aylarca hasta yatmış ve ölmüş.

Ne hastalığından ne de ölümünden haberimiz bile olmamış.

Bütün bunun nedeni acımasız “kapitalist sistem.”

Bu sistemde;

Hak, hukuk tanımayacaksın.

Yaşayabilmek için kimseye acımayacaksın.

Kendinden başkasını düşünmeyeceksin.

Kendini kurtarmak, zengin olmak için ne yaparsan mubah.

Kardeş, arkadaş, dost hiç önemli değil.

Bu sistem devam ettiği müddetçe insanlıktan da çıkacağız.

Kalp, vicdan, insanlıktan bir haber olacağız.

Yok, bu duygulara bağlı kalırsak yok olacağız.

Silahlar ne için yapılıyor?

Kendilerini korumak için mi?

Güldürmeyin beni.

Peki, ne yapalım?

KİMSENİN DİN, DİL VE KÖKENİ NEDİR DİYE BAKMADAN HERKESİN EŞİT OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ, ADİL DEMOKRATİK, EVRENSEL HUKUKUN EGEMEN OLDUĞU, SOSYAL BİR HUKUK DEVLET İÇİN NE GEREKİYORSA YAPMAYA NE DERSİNİZ? 25.09.2009

BERGAMA’NIN İŞGALİ

BERGAMA’NIN İŞGALİ

SEVR anlaşması imzalanıp, ülkemiz “İNGİLİZ, FRANSIZ, İTALYAN ve YUNANLI” arasında paylaştırılınca, Yunan askeri İzmir’i işgal etti.

Bir süre sonra Yunan işgal kuvvetleri İzmir’den Bergama’ya doğru ilçe ve köyleri işgal etmek için yürümeye başladı.

Padişah ve onun hükümeti “işgal kuvvetlerine, Yunan ordusuna direnmeyin, askerler silahlarını teslim etsin” demiş olsa da bazen siviller, bazen serbest kalan subaylar belli bölgelerde işgaline karşı direniş kuvvetleri oluşturuyordu.

Bergama’ya da bir subay geliyor. Bergama’nın eşrafı “sözü geçen kişiler” ile görüşüyor ve ikna ediyor. “İŞGALE KARŞI DİRENİLECEK.”

Bunun üzerine gençlerden bir direniş gurubu oluşturuluyor.

Bergama’nın girişinde “EĞRİGÖL TEPESİNDE” mevzileşerek, Yunan askerinin işgale karşı konulacak.

Gözcüler işgalci yunan askerlerinin yaklaştığını bildirince, subay komutasında EĞRİGÖL tepesinde geceden mevzi alınıyor.

Ancak Bergama’da zenginlerden bazı kişiler (ülkemizde bir çok yerde olduğu gibi) padişahımız “direnmeyin” dedi diye buna karşı çıkanlarla, “Yunan ordusu güçlü, arkalarında İngiliz devleti var. Biz onlarla baş edemeyiz. Şimdi direnip durdursak bile daha güçlü gelirler ve hepimiz cezalandırıp, malımızı mülkümüzü elimizden alırlar” diye diren ilmesine karşı çıkıyorlar.

Gece gizlice EĞRİGÖL tepesine giderek orada bulunan Bergama’ lı gençleri ikna ederek direnişten vaz geçiriyorlar. Bununla da kalmıyorlar subayı tutuklatıp, hapsediyorlar.

Ertesi gün de Yunan işgal kuvvetlerini Bergama’nın girişinde karşılayıp onlara hoş deldiniz diyorlar. Subayı da onlara teslim ediyorlar.

Böylece Bergama hiçbir direniş olmadan işgal ediliyor.

Yunan ordusu tarafından esir alınan o subay bir süre sonra hapisten kaçıyor. Tekrar kurtuluş ordusuna katılıyor ve kahramanca kurtuluş savaşı boyunca savaşıyor.

9 eylül 1922 de işgalci Yunan ordusu İzmir’de denize döküldü ve İzmir işgalden kurtarıldı.

Ancak Bergama, Manisa tarafından gelen ordumuz tarafından işgalden kurtarıldı. 13 eylülde Soma, 14 eylül 1922 de, de Kınık ve Bergama işgalden kurtuldu.

Bu gibi durumlar bütün ülkelerde olmuştur, olur ve halen olmaktadır.

Bazı kişiler şahsi çıkarlarını ve canlarını korumak için düşmanla bile anlaşabilir.

Atatürk bağımsızlık mücadelesine başladığında “biz 7 düvelle baş edemeyiz” demediler mi?

Bazıları İngiliz, bazıları ABD mandası “SÖMÜRGESİ” olalım demediler mi?

Ama ATATÜRK hiçbir manda ve himayeyi kabul etmedi, Anadolu’da halkını işgale karşı direnişe ikna etti, düzeni bir ordu kurdu, yoktan var etti, bütün halkı “BAĞIMSIZLIK” konusunda bir araya getirdi ve düşmanı ülkemizden kovaladı.

Ne İngiliz, ne Fransız, ne İtalyan ve nede ABD bizimle baş edemedi.

Savaş alanlarında kazandığımız özgürlük savaşını masa başında almak istediler ama yine ATATÜRK ve İSMET İNÖNÜ buna izin vermediler.

Ve Atatürk ülkeyi “hiçbir şahsi çıkar hesabı olmayan ve can korkusu duymayan” gençliğe emanet etti. Bunun içinde gençliğe bir hitabe yayınladı.

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Atatürk cumhurbaşkanıdır. Tek partili dönem yani kendi kurduğu, başbakan ve bakanlarını kendisinin atadığı CHP iktidarda.

Şubat 1933'te Bursa Ulu cami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır.

Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırasında bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur:

"Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü..."

Atatürk farkındadır ki, Türkiye’nin “ÇAĞDAŞ ÜLKELER” seviyesine gelmesi, kalkınıp zenginleşmesi, aydınlık refah devleti olması için yapılan devrimleri anlamayan, kendi çıkarlarının ülke çıkarlarından üstün tutanlar bu günde vardır, yarında olacaktır.

Türkiye’nin geriye gitmemesi için uyanık olmak, kazanımlara sahip çıkmak gerekir.

Atatürk şikayet eden olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar:

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük yada en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği! Der.

Atatürk haklı mı?

Haksız mı?

Sizce bu sözler bu gün içinde geçerli mi? 12.09.2009

DEMOKRATİK AÇILIM

DEMOKRATİK AÇILIM

Dünyamızda 7 kıtada yüzlerce binlerce ırktan, kökenden insan var.

Kara derili, sarı derili, kızıl derili, beyaz renklileri var.

Tek Tanrılı, çok Tanrılı, inançlı, inançsız yüzlerce, belki binlerce inançta insan var.

Dünyamızdaki 7 kıtada küçük, büyük 200 belki daha fazla ülke var.

Ama dünyada sadece iki sınıf “EMEK ve SERMAYE” sınıfı var.

Sermaye sınıfı yani zenginler, yani üretim araçlarını “FABRİKA ve BÜYÜK TOPRAK SAHİPLERİ” kendi ırk, din ve inancından bile olsa hangi ırktan, dinden, inançtan, soydan olursa olsun hiç fark etmez sömürüsünü devam ettirir.

Hatta farklı ırk, din, ve inançtan “SERMAYE SAHİPLERİ, ZENGİNLER” sömürülerini devam ettirmek için, düşman olsalar dile “EMEĞİ İLE GEÇİNENLERE KARŞI” işbirliği yaparlar.

Bu sistemin adına “KAPİTALİST SÖMÜRÜ SİSTEMİ” denir.

Bu sistemde “HAK, HUKUK, ADALET” hep parası olanlar, zenginler için vardır. “ZENGİN İŞİNİ DAĞ BAYIR AŞIRIR, FAKİRİN İŞİ DÜZ YOLDA ŞAŞIRIR” sözü tamda bunun için söylenmiştir.

Eğer bu sömürü düzeni varsa,

Gelir dağılımı adaleti yoksa,

Ülkenin zengin olması,

Milli gelirin “10 BİN HATTA 50 BİN DOLAR” olması da, emekçiler için hiç fark etmez.

Milli gelirden bazı kişiler ayda 10, 20 hatta 200.000 TL pay alırken,

Bazı kişilerin ayda eline 200 TL bile geçmez.

Ülkede milyonlarca kişi zenginlerin veya devletin hayır kurumlarının vereceği sadakaya muhtaç durumdadır.

İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk diz boyudur.

Eğer bir ülkede “DEMOKRATİK AÇILIM” yapılacaksa,

Eğer bir ülkede “IRK, DİN, CİNSİYET” ayrımı ortadan kaldırılacaksa,

Eğer bir ülkede “İŞSİZLİK, YOKSULLUK, YOLSUZLUK” önlenecekse,

Eğer bir ülkede “HUKUK EGEMEN KILINACAKSA”,

O zaman, ülkede “KAPİTALİST SİSTEME” son vereceksin.

O ülkede “HUKUKU” egemen kılacaksın, hukukun bağımsız olmasını sağlayacaksın.

O zaman ülkede ister iktidar ister muhalefet, “SİYASETİN HUKUKA MÜDAHALESİNİ” tamamen önleyeceksin.

Siyasetçilerin, ister milletvekili olmadan önce, ister daha sonra yüz kızartıcı “YANİ HIRSIZLIK, YOLSUZLUK, RESMİ EVRAKTA SAHTECİLİK” gibi suçları varsa bu suçlardan, dokunulmazlık zırhına bürünüp adaletten kaçmasını önleyecek, yargılanabilmelerini sağlayacaksın.

Ülkede, tüm kesimlerin “ÖRGÜTLENMESİ ve HAK ARAMASININ” önündeki yasal engelleri ortadan kaldıracaksın.

Tüm çalışanlara “GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKAL HAKLAR” vereceksin.

Sendikalara, üniversite öğretim üyesi ve öğrencilerine hatta kamu görevlilerine yani herkese tüm örgütlü bütün kesimlere, herkese “SİYASET YASAĞINI” kaldıracaksınız.

Bunları yapmadan,

KÜRK AÇILIMI DA”

“TÜRK AÇILIMI” da yapamazsınız.

“DEMEOKRATİK AÇILIM” İSE HİÇ YAPAMAZSINIZ. 31.08.2009