21 Kasım 2010 Pazar

BIRAKINIZ

BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER !
Anayasamıza göre “demokratik, sosyal ve hukuk devletiyiz.”
Ama, referandum sonucu kabul edilen anayasa değişikliği ile “hukuk devleti” kaldı mı?
Yasamaya iktidar çoğunlu parti lideri “başbakan” egemendi, yargı da iktidara bağımlı hale gelmedi mi?
Ülkemizde anayasamızda yazmasa da fiilen “başbakanlık” rejimi olmadı mı?
Başbakan,
“YARGI BİZE ENGEL OLUYOR, AYAĞIMIZDAKİ PRANGALARI ÇÖZÜN.” Demiyor muydu?
Referandum sonucu anayasa değişikliği kabul edildi.
Anayasa mahkemesi ve HSYK yargıçlarının çoğu iktidarın istediği kişilerden oluşacak.
Bu durumda,
Anayasa mahkemesi iktidarın çıkardığı yasaları iptal eder mi?
İktidarın, belediyelerin veya kamunun uygulamalarının bir çoğuna iptal davası açılsa bile iptal edilir mi?
Bundan sonra;
Bu güne kadar kamu yararı olmadığı için, ucuza satılmak istendiği için satılamayan ne değer varsa “limanlar, akarsular bile” yerliye, yabancıya ucuz pahalı satılabilir.
Hatta bize ait taşınmazlar “tarla, bağ, bahçe, ev ” her şey, maden yasası, kentsel dönüşüm, yatırım diye elimizden alınacak, parası olanlara devredilebilir.
Daha şimdiden İstanbul’da bir milyon bina yıkılacak diye yazdı gazeteler.
Sözde gecekondular alınacak, depreme dayanıklı hale getirilecek.
Ama bu dönüşüm yapıldıktan sonra oralarda kimler oturacak?
Elinden evi arsası alınanlara verilen para ile ev alabilecekler mi?
LİBRALİZM, “devlet gücünün sınırlandırıldığı, özel teşebbüse olanak sağlar” diye bilinir.
Hukukun üstünlüğünü savunur ama bu sistemde hukuk devamlı zengini varlıklıyı korur.
Bu sistemin sloganı “BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER” dir.
Bu sistemde küçük işletmelere yer yoktur.
Her şey ulusal ve uluslar arası sermayenin sahibi olduğu büyük şirketlerin “fabrikalar, işletmeler, arazilerin “tarla, bağ, bahçe” elinde toplanır.
Her geçen gün varlıklar el değiştirir. Varlıklı, zengin sayısı azalır, yoksul sayısı artar.
Özgürlükler sermaye sınıfı “zenginler, büyük toprak sahipleri” için sınırsızdır.
Sade vatandaş, “esnaf, küçük toprak sahibi, işçi, memur, emekçiler” için özgürlükler kısıtlıdır.
Aslında dünyamızda uygulanan liberal sistem acımasız kapitalist bir düzendir.
İşte ülkemizde 1950 de “küçük ABD olacağız” diye başlanmış olan,
Turgut ÖZAL’ ın 24 ocak 1980 kararları, bunu uygulamak için sendikaların, emekçilerin haklarının elinden alınması için, büyük sermaye ve ABD tarafından desteklenen 12 eylül 1980 askeri darbesinden sonra bu sistem kurulmaya çalışılıyor.
Üstelik bize “demokrasi, özgürlük getiriyoruz, yasakları kaldırıyoruz, darbelerden hesap soracağız” diyerek oylarımızı alıp “ bunları yapıyorlar.
Tabi ki, bu değişimler bir günde olmuyor.
Kurbağayı “bizi” kaynar suya atmıyorlar.
Suyu yavaş, yavaş ısıtıyorlar ki, haşlanacağımızı, her şeyimiz kaybedeceğimizi anlamayalım.
Yine de bazı şeylerin değiştiğini görüyoruz ama anlam vermiyoruz.
Birlik olmamıza izin vermedikleri için, ellerinde tuttukları devlet gücü ve parasal kaynaklarla eşit olmayan koşullarda yapılan seçimlerle devamlı iktidara geliyor ve “millet bize yetki verdi, bütün bunları millet iradesi ile yapıyoruz” diyorlar.
Yani zengin azınlık için, dar gelirli yoksul çoğunluk aleyhine yaptıklarına her şeye böylece meşruiyet “yasallık” kazandırıyorlar.
Çocuklarımız hatta torunlarımız çok daha kötü günler görecek.
Bizim yaptığımız hataların cezasını onlar çok daha ağır yaşayacak.
Ne yazık ki, ülkemizde bu sistem bizim oylarımızla adım, adım kuruluyor. (2010)

Hiç yorum yok: