30 Ocak 2008 Çarşamba

KAÇMA GEL YAHU!

Sosyal güvenlik yasası görüşülürken CHP meclisi terk etmiş. Başbakan “kaçma gel yahu” diyor.

Ülkemizde en büyük sorunlardan biri insanlarımızın, siyasi partilerin CUMHURİYET, DEMOKRASİ, LAİKLİK, İNSAN HAKLARI, konularında ortak bir noktada buluşamamış olmasıdır. Avrupa ve batılı ülkelerde bütün partiler bu ilkelerde birleşmiştir. Hiç biri krallığa geri dönüşü, ülkeyi İNCİL’ e göre yönetimi amaçlamaz. Eğer ırk, din, dil ayrımı gözeten bir parti çıkarsa halk öyle ayağa kalkar ki o kişi bütün görevlerinden ayrılmak zorunda kalır. Avusturya’da böyle olmuştur. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde Partilerin arasındaki fark ülkede üretilen değerlerin ve var olan varlıkların nasıl artırılacağı ve nasıl paylaşılacağı hakkındadır.

Ülkemizde bazen muhalefet SİNEYİ MİLLETE DÖNERİZ der. (Yani hepimiz birden istifa ederiz, halkın bağrına, göğsüne gideriz, onlara sizi şikayet ederiz demek isterler.) Ama hiçbir parti bu güne kadar sine-i millete dönmedi. Dönemez de. Sine-i millete dönecek parti milletvekillerini ikna edemez. Kıyak maaşı bırakıp, yeniden seçileceği garanti olmadan neden istifa etsin? Halk o kişileri sinesine alıp ayağa kalkmaz. İktidar partisi işine gelirse istifaları kabul etmez, işine gelirse istifaları kabul eder, ara seçime gider. Yani hiçbir sonuç alınmaz. İşte bunun için hep söylenmiş ama sineye dönülmemiştir.

Bu gün mecliste anayasayı değiştirecek kadar büyük bir çoğunlukla iktidarda olan partisinin oyları toplam seçmenin % 25 şidir. Ülke seçmeninin yarısının oyu meclis de temsil edilmemektedir. Siyasi partilere, siyasetçilere halkın güvenmemesinin nedeni onların halktan kopmasındandır. Muhalefet sadece mecliste yapılmaz. Demokrasilerde kamuoyu, sivil toplum kuruluşları vardır ki en etkili muhalefet onlarınkidir. Örnek mi? İşte Fransa. Son çıkan yasaya sendikalar, öğrenciler ve kamuoyu o kadar büyük bir tepki gösterdi ki mecliste muhalefet olmadığı halde yasayı iptal etmek zorunda kaldılar.

TRT 3 kanalı TBMM de görüşmeleri canlı yayınlıyor. Bazen izliyorum. Kürsüde parti sözcüleri konuşurken salonda çok az kişi var. Partilerin nöbetçi gurup başkan vekilleri, hükümetten bir bakan ve ilgili komisyondan iktidar partisinden bir üye hazır. Az sayıda milletvekillinin çoğu konuşmacıyı dinlemiyor. Oylama zamanı haber verilince milletvekilleri salona gelip, çoğu zaman niçin olduğunu bile bilmeden oy veriyorlar. Oyunun rengi önceden belli. Görüşülen yasa tasarılarını incelemelerine, sözcüleri dinlemelerine gerek yok. Parti yetkilileri el kaldırdığında onlarda kaldırır olur biter. Saatlerce yapılan konuşmalar sonucu değiştirmek için değil “tutanağa geçsin” diye yapılıyor.

Ne kadar önemli olursa olsun yasa tasarıları dar bir kadro tarafından hazırlanıyor. Kamuoyunda tartışılmıyor, uzmanların görüşleri alınmıyor. İktidar istediği yasayı öncelikle ele aldırıyor. Belki yüzlerce sayfa olan yasa tasarıları görüşülüp incelenmeden komisyona geliyor. Parti yetkilileri “NOKTASINA DOKUNMAYACAK” denilince komisyonda ne denirse densin aynen kabul ediliveriyor. Mecliste de ayni şekilde. Hatta meclis başkanı kabul edenler diye sorduğunda çoğu zaman kafasını kaldırıp salona bile bakmıyor. Biliyor ki salonda iktidar partisi milletvekilleri çoğunlukta ve hepsi kabul diyecek. Yani milletvekilinin oyu önceden belli. İşte bu nedenle yasaların çıkmasından kısa bir süre sonra bir çok maddesi değiştirilmek zorunda kalıyor. Değiştirilemezse bir çok soruna neden oluyor.

Bütün bunlar bilinmesine rağmen, sadece tutanaklarda kalacak da olsa muhalefet komisyonlarda, mecliste eleştirilerini hep yapar. Şimdi buna bile tahammül edemiyorlar. Demokrasiyi “ÇOĞUNLUK NE İSTERSE YAPAR” diye anlıyorlar. Demokrasiyi amaç değil araç olarak görüp, kendi istedikleri yapıldığı müddetçe benimsiyorlar. Biz çoğunluktayız, istersek Anayasa mahkemesini bile kaldırırız diyenleri bile var. Gerçekten demokratik bir yönetimde ne kadar büyük çoğunlukları olursa olsun her istediğini yapabilirler mi? Gerçekten buna inanıyorlar mı? Eğer böyle düşünüyorlarsa daha önce azınlıkta oldukları zamanlarda çoğunluğun onlara yaşam hakkı neden tanıdığını kendilerine bir sormaları gerek.

Bizde ise “nasılsa Cumhurbaşkanı onaylamaz, nasılsa Anayasa mahkemesine başvuran olur, orada iptal edilir” düşüncesi ile çoğunluk kılını kıpırdatmaz. İşte o zaman siyasetçiler bizi hiç takmaz. Milletvekili kimin olacağını bize kimse sormaz. Milletvekilleri bizim değil liderinin istediğini yapar. Biz ne kadar kızarsak kızalım defalarca milletvekili seçilirler. Ülkede toplam seçmenin yarıdan fazlası bile oy vermeye gitmese yine birileri iktidar olur, bizi yönetir, biz yakınır, yakınır, oturduğumuz yerden, kızar, kızarız ama değişen hiçbir şey olmaz. 2006

KİMSE DOKUNAMIYOR
Yargıtay Başsavcılığı 2005 yılında 58 üst düzey bürokrat hakkında soruşturma açmak için ilgili bakanlardan izin istemiş, 53 ü RET edilmiş. Acaba BAKANLAR kendilerine de dokunacağı için mi izin vermiyorlar? Herkesi hatta 83 yıldır yapılmamış diyerek Atatürk dönemini bile suçla, başkasını yüce divana yollarken, kendinden olanların soruşturulmasına bile izin verme sonra AK PARTİYİZ de. “Başkasının gözündeki çöpü görüp kendi gözündeki merteği görmemek” ata sözü galiba bu durumlar için söylenmiş. 2006

Hiç yorum yok: