19 Şubat 2009 Perşembe

KENDİ MALIMIZI BİZE SATACAKLAR

Orman kanunun 2 / B maddesine göre Orman köylerinde “ORMAN KAPSAMI DIŞINA ÇIKARILAN ARAZİLERİN” hemen hepsi köylülerin kendi yerleridir.

Bu araziler Ormanı kesip, yakıp kazanılmamıştır.

Köylülerin dedeleri, babaları tarafından kullanılan veya miras kalan kendi yerleridir.

TAPULAMA – KASATRO sırasında;

Arazilerin tapu (orman köylerinde tapulu arazi çok azdır) veya vergi kayıtları (1936 – 1940 tarihleri arasındaki VERGİ TAHRİR KAYITLARI) dayanak kayıtlar olup bunların miktarlarına itibar edilir.

1936 – 1940 da “vergisini ödeyemem” diye arazisinin miktarını hep az yazdırılmıştır.

Arazinin hududunda orman varsa Tapulama – kadastro sırasında tapu - vergi kaydında yazan miktardan fazlası kesilerek “maliye hazinesi” adına tespit ve tescil edilir.

İşte orman köylerinde ORMAN KANUNUN 2/B MADDESİNE GÖRE ORMAN KAPSAMINA ÇIKARILAN ARAZİLER” bunlardır.

Zaten köylünün bu kendi yerleri olan bu araziler şimdi köylüye para ile satılacaktır.

Bu araziler “kimden alınmış ise ona veya mirasçılarına bedava verilmelidir.

Ama İstanbul, İzmir, Antalya, Marmaris gibi büyük şehirlerde veya turizm bölgelerinde eskiden orman iken şimdi koca mahalleler oluşmuş, üzerinde apartmanlar, villalar, oteller yapılmış yerler,

ORMANLAR yakılarak, kesilerek bu hale gelmiş sonra da işgal edilmiş kaçak yapılaşma ile bu hale gelmiştir.

Bu durumda olan yerlere ne yapılmalı ona uzmanlar çözüm bulmalıdır. 19.02.2009

TAŞIN KÖKÜNÜ MÜ YİYECEKLER?

Eğer, cumhuriyete mal olmuş devlete ait dev sanayi tesislerini (KİT), KARABÜK, PETKİM, ET BALIK ve SÜT ENDRÜSTİ KURUMU, ÇİMENTO ve ŞEKER FABRİKALARI, TELEKOM ve daha yüzlerce fabrika özelleştirilmese idi bu gün işsizlik bu kadar çok olur muydu?

Devletin sırtına kambur diye bu tesisler iki, üç yıllık karına satıldı hatta bir kısmı nerede ise bedavaya çoğu yabancılara verildi.

Şimdi insanlarımıza nasıl iş bulacağız diye düşünüyoruz.

Patronlara para aktararak “fabrikaları kapanmasın, işçi çıkarmasınlar” diyoruz.

YOKSULLUK DİZ BOYU diye;

Devlet bir yandan, belediyeler bir yandan “AŞ EVLERİ” açıp her gün binlerce kişiye sıcak yemek veriyoruz.

Sayısı her geçen gün artan, işsizlere, yoksullara yiyecek yardımı yapıyoruz.

Her geçen dün “YOKSUL, İŞSİZ, SOSYAL GÜVENCESİZ” olduğu için binlerce kişiye “YEŞİL KART” veriyoruz.

Bunun adına da “SOSYAL DEVLET” diyoruz.

Halbuki siyasi iktidarın görevi herkese iş bulmak. Bunu beceremediğini kabul etmiyor dahası yapılan yardımlar için “SADAKA BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDE VAR” diyor.

Yardımlara harcanan paralar eskiden “DEVLETİN SIRTINA KAMBUR” denilen dev tesislerin (KİT) açıklarını kapatmak için bütçeden ayırdığımız paralardan kar ve kat fazla.

Bu devlete ait dev sanayi tesislerini (KİT) yabancıya üç kuruş beş paraya satacağımıza “ÖZERKLEŞTİRSE” idik,

Şimdi krizde “BAŞBAKANIN İŞVERENLERE, BİRER İŞÇİ ALIN İŞSİZLİK SORUNU ÇÖZÜLÜR” sözünü bu KİT ler de uygululardık.

IMF ye yalvarmazdık

Her geçen gün sayısı artan yoksullara havayı kirleten kömür, gıda yardımı, aş evlerinden bir tas çorba vermek zorunda kalınmazdı.

Ülkemiz, ABD ye, AB ye, ABD “Ermeni katliamı var” demesin diye İsrail’e muhtaç olmazdı.

Ne yazık ki bizi aldattılar.

Ülkemizin neyi var, neyi yok sattılar.

Şimdi siyasi iktidar ekonomik krizden kurtulmak, para bulmak, ömrünü biraz daha uzatmak için “AKARSULARIMIZI, YOLLARIMIZI, KÖPRÜLERİMİZİ” satacakmış.

YOKSULLUK bu günkü iktidarda olan AKP nin işine geliyor.

Çünkü “KENDİ KESELERİNDEN DEĞİL, DEVLET BÜTÇESİNDEN” yaptığı yardımları “BEN YAPTIM, BAŞKASI YAPMAZ” diye gösterip karşılığında insanlardan oy isteyip iktidarını sürdüreceğine inanıyor. Üstelik büyük çapta bunda başarılı oluyor.

Peki sorarım size, bu gün, yarın, 2 veya 3 yıl idare ettir. Bizleri aldattı, oylarımızı aldı.

Bu değirmenin suyu bir gün bitecek.

Yarın çocuklarımız, torunlarımız “TAŞIN KÖKÜNÜ MÜ YİYECEKLER?” 19.02.2009

9 Şubat 2009 Pazartesi

KRİZİN FATURASI

Asgari ücretle de olsa bir işte çalışıp hiç olmazsa evine ekmek götürürken, bir gün işten atıldığını veya işyerinin kapandığını öğrenirsen ne yaparsın?

Eskiden de işsizlik vardı.

Ancak bu gün ki gibi her gün işsiz kalma korkusu yaşanmıyordu.

AB ye uyum yasalarının çıkarılması için hükümet ve siyasi partilere baskı yapan iş adamları sıra İŞ GÜVENCESİ YASASINA gelince "HAYIR" diyorlar.

Milyonlarca işçiyi temsil ettiğini söyleyen, işçi örgütleri “sendikalar ve konfederasyonlar” bir araya gelip siyasi iktidarlara baskı yaparak İŞ GÜVENCESİ YASASININ çıkmasını sağlayamadı.

Bir avuç iş adamı çıkarılmasını engellediler.

İŞ GÜVENCESİ YASASI NE GETİRİYOR?

1-İşveren işten attığı herkese gerekçesini bildirecek ve bunu ispat edecek.

2-İşten atıldıktan sonra dava açan işçi haklı bulunursa ek tazminat alacak.

3-Irk, din, dil, cinsiyet ve mezhep nedeniyle işçinin işine son verilemeyecek.

4-Taşeron işçi, kadrolu işçi ile ayni işi yaparsa ayni ücreti alacak.

5-İşçi 1 yıl çalışınca izin hakkı kazanacak. İşçi deneme süresi 2 ay olacak.

6-İşyerinde işverene yada arkadaşına sataşan, yetenekleri için yalan söyleyen, işverenin güvenini kötüye kullanan, hırsızlık yapan, 7 günden fazla hapis cezası alan, mazeretsiz 2 gün işe gelmeyen, uyarıldığı halde işini yapmayan, 30 günlük ücreti ile ödenmeyecek miktarda hasar yaratan işçi tazminatsız işten atılacak.

Eğer İŞ GÜVENCESİ YASASI ÇIKARSA;

İşverenlerin bu güne kadar yaptıkları gibi, “KRİZ VAR, SENDİKALI OLDUN” diyerek veya herhangi bir nedenle işçileri tek veya topluca istedikleri zaman bazen bir kuruş tazminat bile vermeden kapı önüne koyamayacaklar.

Her gün işten atılma korkusu yaşayan işçiler bunları biliyor mu?

Sendikalar üyelerine "İŞ GÜVENCESİ YASASI” hakkında bilgi verdiler mi?

Yasa çıkmaz ise demokratik her türlü hakkımızı aramalıyız dediler mi?

Eğer bu yasa çıksaydı;

Küresel krize rağmen bu kadar çok kişi işten atılabilir miydi?

ÖRGÜTSÜZ HİÇBİR ŞEY BAŞARILAMAZ.

Sendika, konfederasyon yöneticileri dürüst, iyi kişiler olmayabilir.

Bizim haklarımızı savunmaz.

Hatta işverenle anlaşıp bizi satabilir.

Haksızlığa uğradığımızda ilgilenmeyebilir.

Böyle diye sendikamıza, meslek örgütümüze küsmekle hiçbir şey elde edemeyiz.

Buna "PİREYE KIZIP YORGAN YAKMAK" denir.

Yapılacak şey ilk kongrede bu gibi kişilerin tekrar seçilmesine engel olmaktır.

Kongreye katılmak, yakından tanıdığımız, kendi içimizden, dürüst, namuslu, çalışacağından emin olduğumuz kişileri seçmektir.

Bütün sorunları yönetime aktarmak, çözümü sadece yönetime bırakmadan, yönetim ve üyelerin yoğun katılımı ile çözüm aramak, alınan kararlara uyulmasını sağlamaktır.

Eğer böyle yapılmazsa; "TIPKI SİYASİ PARTİLERDE OLDUĞU GİBİ" örgüt içi demokrasi olmaz.

Lider hegemonyası olur.

Başkan ve yöneticiler değiştirilemez.

Örgüt bir avuç çıkarcının elinde kalır.

Kolayca yolsuzluk yapılır, yapanlar cezalandırılamaz.

Yöneticiler, işveren ve siyasetçilerle çıkar için işbirliği yapabilirler.

İşçi ve emekçiyi kimse düşünmez, sesini kimse duymaz, sorunları ile kimse ilgilenmez.

Sayıca çok olduğu halde, birlik olamadığı için güçsüz olur.

"KİMSE ADAM YERİNE KOYMAZ."

TOPLUMUN TÜM KESİMLERİ ÖRGÜTLÜ DEĞİLSE,

ÖRGÜTLÜ OLDUĞU HALDE “ülkemizde olduğu gibi” ETKİSİZSE,

Haklarını savunacak temsilcileri siyasi partilerin söz ve karar organlarında yoksa,

Ne iktidar, ne muhalefet hiçbir siyasi parti İŞÇİ ve EMEKÇİLERİN sorunları ile ilgilenmez.

Tüm ekonomik krizlerde fatura devamlı İŞÇİ ve EMEKÇİLERE kesilir.

Hep onlar; İşsiz, aç kalır.

Her gün, işçi, köylü, küçük esnaftan onlarca, yüzlerce kişi işsiz kalır, yoksullaşır.

Seçimler gelir sorunlarını çözecekleri inanacakları, güvenecekleri parti bulamazlar.

Bir seçimde, bu partiye, olmadı diğer seçimde başka partiye oy verirler.

Ama yine değişen bir şey olmaz.

Bakarlar değişen bir şey olmuyor bu kez seçimden seçime kömür, makarna, çay, şeker, bulguru kim verirse oyunu o partiye verir.

Ama, işsizlik, yoksullukları hiç bitmez.

Çocukları, torunları da bu sefaletten kurtulamaz.

Tıpkı bu gün olduğu gibi. 06.02.2009

7 Şubat 2009 Cumartesi

DEMOKRATİK SEÇİM

Yakında ülke genelinde yerel seçimler var.

Büyük şehirlerde;

Büyük şehir belediye başkanları,

İlçe belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri,

İl genel meclis üyeleri seçilecek.

Seçimlere 21 partinin katılma hakkı olduğu YSK tarafından açıklandı.

Bu partilerin tamamı il genel meclisi seçimlerine katılıyor.

Ancak büyük şehir, il ve ilçe ve kasaba belediye başkanlığı seçimlerine genelde 6 – 7 parti katılıyor.

Büyük şehir, il ve ilçe ve kasaba belediye başkanı hangi partiden seçilmiş olursa olsun, birkaç yer dışında % 50 den az hatta bazı yerlerde % 30 civarında oy ile seçiliyor.

Hatta bazı illerde çok az bir oy farkı “bazen 1 oy farkı ile” seçim kazanılıyor.

Böyle bir seçimde seçimi hangi partinin adayı kazanmış olursa olsun % 60 - 70 gibi bir çoğunluk o kişinin adaylığına hayır demiş oluyor.

Bu nedenle seçimi kazanan adaylar seçimi yasal olarak kazanmış oluyor.

Ancak seçimin sonucunda çoğunluğun seçimi almadığından demokratik seçim olmuyor.

Eskiden cumhurbaşkanlığı, TBMM meclis başkanlığı seçiminde de başkan seçiminde onlarca tur yapılıyor hiçbir aday yeterli oyu alamıyor, seçim aylar sürüyordu. Hatta 12 eylül 1980 askeri darbesinin bir gerekçesi de bu nedenle cumhurbaşkanının seçilememesi olmuştu.

Şimdi ilk 3 turda adaylardan hiç biri yeterli oy alamazsa 4. Turda en fazla oy alan 2 aday kalıyor. Seçimde iki adaydan en fazla oy alan kişi cumhurbaşkanı veya TBMM başkanı seçiliyor. (her ne kadar 367 sorunu çıkmış olsa da sonunda o sorun da çözüldü.)

Bu gün yüksek yargı organlarının başkanlarının seçiminde eski yöntem uygulandığı için seçim turları günlerce sürüyor ve halk gözünde saygınlıkları yara alıyor.

Büyük şehir, il, ilçe veya kasaba belediye başkanlıklarında, yüksek yargı organlarının başkanlığı, meslek odası, sendika, dernek, STO başkanlıklarında kısaca tek kişinin seçileceği seçimlerde seçimin demokratik olması, seçilen kişinin çoğunluğun güvenini almış olması için “SEÇİMLERİN İKİ TURLU” olması gerekir.

O zaman seçilen kişi seçmenlerin çoğunun seçtiği kişi olarak hem yasal hem de temsili demokratik bir seçim sisteminde daha adil ve hakça olur.

İkinci turda seçimlere katılım az olsa bile, seçimlere katılmayan kişiler oy vermedikleri, demokratik bir seçimde insiyatif belirlemedikleri için seçim sonucuna hiçbir diyecekleri olamaz.04.02.2009

DAVOS

ABD, dünyada en büyük emperyalist (sömürücü) bir ülkedir. Orta doğu da onun jandarması İsrail’dir.

1950 den bu yana Filistin topraklarını işgal ederek topraklarını genişletmiştir.

Orta doğudaki Arap ülkelerinin hiç birinde demokrasi yoktur. Hepsi de (ABD karşıtı İran ve Suriye dışında) ABD ye muhtaçtır. Bu nedenle halkları İsrail’e karşı olmasına rağmen bu ülke yönetimleri İsrail’in yaptıklarına ses çıkarmamaktadır.

Türkiye’de halk ABD nin Afganistan ve Irak’ı işgaline, İsrail’in, Filistin’i işgaline, son GAZZE dahil bütün yaptığı katliamlarına karşıdır.

Ancak bu güne kadar AK PARTİ dahil bütün iktidarlar, İsrail ile iyi geçinmiş, ikili anlaşmalar yapmış, İsrail’in Filistin’de yaptıklarına sessiz kalmışlardır. ABD ve İsrail’in ülkemizdeki üsleri ve hava sahamızı kullanmasına iznin vermişlerdir.

AKP iktidarı, ABD nin emperyalist, işgalci Büyük Ortadoğu politikasını uygulamasında İsrail ile birlikte eş başkan olmuştur.

Bütün buna rağmen, DAVOS’ da İsrail’in GAZZE de yaptığı insanlık dışı son katliamlarına başbakan “hangi nedenle olursa olsun” karşı çıkmış hatta açıkça ”İSRAİL CUMHURBAŞKANINA ÖLDÜRMEYİ ÇOK İYİ BİLİRSİNİZ” demiştir.

Bu güne kadar İsrail yaptığı katliamlara karşı çaresiz kalan, Arap ülkelerinin ve ülkemizin insanları başbakanın bu çıkışını alkışlamış, onu DAVOS FATİHİ ilan etmiştir.

Başbakanın dediği gibi “güçlü olan her zaman haklı değildir. Haklı olan her zaman güçlüdür.”

Ama ne yazık ki adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Maalesef güçlü olan her zaman istediğini yapıyor. Bu gün de ABD kendini dünyanın tek gücü olarak görüyor. Bütün dünyayı, BM ri bile dinlemeden istediğini yapıyor.

AB dahil hiç kimse ABD nin yaptığı adaletsizliklere karşı duramıyor.

Başbakan ERDOĞAN’ ın DAVOS da İsrail cumhurbaşkanı PERES’ e söylediklerine alkış tutan ülkeler kendileri ayni şeyi yapmıyorlar.

Başbakan Erdoğan, herkesin hissiyatını dile getirip İsrail’in katliamına karşı çıkarken ayni zamanda ABD ye de karşı şıkmış olmuyor mu?

Türkiye olarak “EKONOMİK YÖNDEN BAĞIMSIZ MIYIZ?”

“ABD YE, IMF YE, AB YE, ERMENİ TASARISININ ABD KONGRESİNDE RET EDİLMESİ İÇİN İSRAİL’E” muhtaç mıyız?

Atatürk’ün;

“EKONOMİK YÖNDEN BAĞIMSIZ OLMAYAN ÜLKELER, SİYASİ YÖNDEN DE BAĞIMSIZ OLAMAZLAR.” Sözünü aklımızdan çıkarmayalım. 01.02.2009

GÜÇLÜ OLANLAR HAKLI DEĞİLDİR, HAKLI OLANLAR GÜÇLÜDÜR

İsrail’in GAZZE’ ye saldırısı ve yaptığı katliamı sonrası Başbakan sayın RECEP TAYYİP ERDOĞAN, GÜÇLÜ OLANLAR HAKLI DEĞİLDİR, HAKLI OLANLAR GÜÇLÜDÜR diyor.

Doğru ama eksik var.

Biz mazlum, ezilen, ülkesi işgal edilmiş FİLİSTİN halkının haklarını savunuyoruz.

GAZZE’ de ise HAMAS ÖRGÜTÜ var.

HAMAS örgütü FİLİSTİN halkını temsil ediyor mu?

Başbakan ERDOĞAN’ a göre temsil ediyor.

Çünkü HAMAS seçimlerde FİLİSTİN halkının % 65 oyunu almış.

Öyleyse HAMAS demek FİLİSTİN demektir.

Hani güçlü olan halkı değildi.

Seçimde çok oy alan her istediğini yapabilir mi?

Başbakanımıza göre yapabilir.

FİLİSTİN’ de seçimlerde HAMAS nasıl % 65 oy almışsa AKP de ülkemizde % 47 oy aldı.

Öyleyse FİLİSTİN’ de HAMAS, Türkiye’de AKP her istediğini yapabilir.

Anayasayı istediği gibi değiştirebilir, hatta yeni bir anayasa yapabilir.

İstediği yasaları çıkarabilir. İstediği uygulamaları yapabilir. İstediği göreve istediği kişiyi getirebilir.

Bütün yaptıklarına YARGI dahil hiç kimsenin bırakın itiraz etmeyi söz söylemeye bile hakkı olamaz.

Ancak bu durumda;

KİM GÜÇLÜ? KİM HAKLI?

İsrail ile FİLİSTİN açısından bakınca güçlü olan İSRAİL.

FİLSTİN açısından bakarsan güçlü olan HAMAS.

HAKLI olan kim FİLİSTİN HALKI.

Peki kim suçlu?

Suçlu olan kapitalist, emperyalist, ABD merkezli KÜRESEL dünya düzeni ve ona destek veren ülke yöneticileri.

Öyleyse ABD nin ORTADOĞU’ da stratejik ortağı olduğunu söyleyen AKP de suçlu değil mi?

Yorum veya mesajlarınız için e-posta: ibrahim-baytak@hotmail.com 12.11.2008

ŞEHRİN EMİRİ YOLLARI YAPARKEN KİME SORDU?

İNKİLAP mahallesi KAYHAN caddesinde oturuyorum. Bergama’nın diğer mahallerinde olduğu gibi belediye mahallemiz KAYHAN caddesinde de yolları, kaldırımları kazdı, yıktı yeniden yaptı. Ama ne hikmet ise kaldırımları genişletti, yolları daralttı.

Caddemize iki taraflı otopark yasağı getirdi.

Başkanımızın hakkını yemeyelim, mahallemizdeki küçücük bir parkı var. onun kenarına yetersiz de olsa 10 – 12 araçlık bir otopark yaptı.

Ama daha sonra bu otoparkın büyük kısmı YUNT DAĞ köy minibüslerine ayrıldı, mahalle sakinlerinin kullanımına yasaklandı.

Mahallemizde veya yakın mahallelerde başka da hiçbir OTOPARK YERİ YOK.

Üç kahvelerden itibaren Adnan menderes caddesine doğru küçücük parkımıza kadar yolun bir tarafı işyeri, bir tarafı konut.

Gerek işyeri ve gerekse evi olan mahalle sakinleri olarak bizlerin araçlarımızı koyacak yerimiz (OTOPARK) olmayınca zorunlu olarak tek taraflı olarak yol kenarına park etmekteyiz.

Bu durumda bizim caddemiz ancak bir araç geçecek durumda oluyor.

Yol çift taraflı (gidiş – geliş) olduğundan her dakika araçlar dar yolda birbirinden habersiz (bazen de o çekilsin diye göre, göre) gelip tam caddesin ortasında karşılaşmakta, tartışmalar hatta kavgalar meydana gelmektedir.

Bu güne kadar üzüntü verici bir olay olmaması sevindirici olsa da istenmeyen olaylar her zaman olabilir.

Kayhan caddesi böyle de diğer caddeler farklı mı?

Merkezdeki bütün mahalle ve caddelerde daha da kötü olanlar var. İNÖNÜ, BÖBLİNGEN, KAYMAKAM KEMAL BEY, MUSTAFA YAZICI caddeleri ve diğerleri. Yok birbirinden farkı.

On, on beş günde bir trafik polisi geliyor araçları kaldırtıyor, sahibi bulunamayan araçlara ceza kesip gidiyor. Ama bir saat geçmeden yine yol kenarına araçlar park ediliyor.

Ben polisin normal kontrole geldiğini sanıyordum.

Ama değilmiş.

Geçen gün yine polis gelmiş. Haber verdiler. Aracımı çekmeye gittim. Ancak bir mahalleli “polis şikayet üzerine geliyor” deyince şaşırdım. Polise ne için geldiklerini sorduğumda “155 e ihbar geliyor” dedi.

Çok şaşırdım. Demek ki mahallemizden biri, “büyük olasılıkla bir esnaf” alışverişe gelen kişiler park yeri bulamıyor diye arada bir şikayet ediyor.

Peki durum böyle de olsa kime kızacaksın?

Evlerimizi yaparken “OTOPARK YAPMAYIN, BELEDİYEYE PARA VERİN” diye paralarımız alıp semt otoparkı yapmayan belediye başkanlarımıza mı?

Yoksa alışverişe gelen kişiler aracını koyacak yer bulamıyor diye bizi şikayet eden esnafa mı?

Sadece bizim mahalle mi?

Bütün Belediye başkanlarımız defalarca yolları kazıp yaptılar ama sayın RAŞİT ÜRPER yolları öyle bir hale getirdi ki TRAFİK içinden çıkılmaz hale geldi.

Üstelik kendisine sorarsanız “TRİLYONLAR HARCAYARAK BERGAMA’YI AYAĞAYA KALDIRDI” ama vatandaşa sorarsan yolları içinden çıkılmaz hale getirdi.

Bende Polisin şikayet üzerine geldiğini öğrenince Belediye başkanımız RAŞİT ÜRPER ile görüşüp bu konunun ilçemiz trafik komisyonun da ele alınmasını istediğimde, bana “bu konunun komisyonda ele alınabilmesi için vatandaş başvurusu” olması gerektiğini söyledi.

PEKİ YOLLARI BU HALE GETİRİRKEN TRAFİK KOMİSYONUNA SORDU MU?

Bunun üzerine bende bir dilekçe yazdım ve Kaymakamlığa verdim.

Dilekçemde dedim ki;

İNKİLAP ve ERTUĞRUL mahallelerini ayıran KAYHAN caddesinde,

Bu sorunun ilçemiz trafik komisyonunda ele alınmasını,

İnönü caddesinden itibaren (ÖZKAYA elektronik işyerinden itibaren) Kayhan caddesi ile bağlar caddesi ayrımına kadar (ÖZTÜRE apartmanı karşısındaki parkın sonuna kadar),

Yolun TEK YÖNLÜ (sadece geliş veya sadece gidiş) olmasını,

Kayhan caddesinde çift taraflı park yasağının kaldırılarak, mahalle sakinlerinin araçları için tek taraflı park yapılmasının serbest olmasını istedim.

29 mart yerel seçimlerinde sonuç ne olursa olsun, Bergama yollarını içinden çıkılmaz hale getiren, insanları birbirine düşüren, trafik karmaşasına neden olan sayın başkanımız RAŞİT ÜRPER’ i unutmayacağız.18.01.2009